İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Zeynep Gürcanlı: Erivan´da Ararat seyretmek…

Star Gazete yazarı Zeynep Gürcanlı, seyrettiği ‘Ararat’ filmi ile ilgili izlenimlerini aktarıyor.


Hayır; Erivan’ın her yerinden tüm haşmetiyle görünen, Ermeniler’in ‘Ararat’ dediği Ağrı Dağı’nı kastetmiyorum. Benim seyrettiğim, Türkiye’de daha çekilmeye başladığı günden itibaren büyük gürültü çıkartan ‘Ararat’ filmi; Ermeni asıllı yönetmen Atom Egoyan’ın hem senaryosunu yazdığı, hem de yönettiği, Ermeniler’in Osmanlı döneminde yaşadıklarını anlatan film.

Sinemaya giren Ermeniler’in ‘geçmişlerini’ aradıklarını; Biz Türkler’in ise neyle karşılaşacağımızı bilmediğimizden, biraz merakla, biraz sıkıntıyla, ancak en çok da endişeyle beklediğimiz film…

Öncelikle ‘endişeden’ başlayalım; Beklediklerimizin tümü var filmde; Ermeniler açısından en çarpıcı sahneler kesinlikle, Osmanlı askerlerinin Ermeni genç kızlarını soyup, çıplak dansettirdikleri, ardından da üzerine benzin döküp yaktıkları sahne.

Bir de, kağnı üzerinde bir Türk subayının tecavüzüne uğrarken, kağnının altında korkuyla bekleyen kız çocuğunun elini tutmaya çalışan Ermeni annenin görüntüsü…

Film içinde film

Atom Egoyan filmi yaparken, bunun sadece ‘propaganda’ kokmasını engellemek için konuya bir de aile dramını katmış. Filmin baş aktörü, babası ASALA militanı olan ve bir Türk diplomata suikast düzenlerken polis tarafından öldürülen Ermeni bir genç.

Film Kanada’da yaşayan bu gencin ‘geçmişini araması’ üzerine kurulmuş.

Bu ‘geçmiş arama’ ise, Kanada’da çekilen bir ‘Ermeni soykırımı’ filmi aracılığıyla gerçekleşiyor. Yani Atom Egoyan, Ermeni soykırımını kendi çektiği filmin senaryosundaki film çekimi ile anlatıyor.

Bir başka deyişle, ‘soykırım filmi’ içinde ‘soykırım filmi’…

Eşcinsel Türk subayı

Peki filmde sadece Ermeni tezleri mi var? Egoyan, entelektüel kişiliğine uygun olarak filmine Türk tezlerini eklemeyi ihmal etmemiş. Ancak, filmdeki rolü bir Osmanlı subayını oynamak olan eşcinsel aktörün ağzından.

Film içindeki filmin yönetmeni ile diyaloğuna ‘ben yarı Türküm’ diye başlayan bu aktör, Osmanlı’nın Ermeniler’i teşcir etmesinin gerekçesini ‘Rus baskısı’ olarak anlatıyor. ‘Eğer Ruslar Ermeniler’i kandırıp, silahlandırmasaydı, Ermeniler de Türkler’e saldırmasaydı, bu olmayacaktı’ diyor.

Ancak film içindeki filmde çizdiği ‘kötü-acımasız-çirkin Osmanlı subayı’ tiplemesi, hem de oynadığı ‘eşcinsel aktör’ rolü nedeniyle söyledikleri seyirciye ‘şarlatanlık’ gibi geliyor.

Egoyan bu aktörün karşısına ise, Ermeni tezlerini savunmak üzere babası ASALA militanı olan başroldeki genci getiriyor. Üstelik bu gencin tezlerini güçlendirmek için filme bir de ‘gizlice çekilmiş Ağrı Dağı, Ani harabeleri ve Akdamar adası’ görüntüleri de koymuş.

Başroldeki genç, Türkiye’ye gidip gizlice çektiği bu görüntüleri ‘Türkler’in bizden aldıkları, tüm izlerimizi sildikleri topraklar…’ cümleleriyle tarif ediyor.

Hem vahşet sahneleri, hem de bu mesajlar doğrudan, zaten Osmanlı’nın mirasçısı Türkiye’ye ve Türkler’e nefretle bakan Ermeni diasporasına hitabediyor.

Kaybetmenin ağırlığı

Ancak tüm o vahşet sahnelerinin yanı sıra, Türk ya da Ermeni, ya da Kanadalı, milliyeti ne olursa olsun herkesi etkileyecek sahneler de var. Özellikle annesini olaylar sırasında kaybetmiş Ermeni ressam Aşille Gorki’ye ilişkin sahne;

ABD’deki stüdyosunda annesinin tablosunu yaparken, bir ara çalan Ermeni türküsüyle oynamaya başlaması, ardından da tabloda kendi çizdiği annesinin ellerine dokunması gerçekten son derece hüzün verici. ‘Kaybetmenin zorluğunu’, anne figürüyle tüm sevdiklerini, türkü ile de kültürünü, topraklarını, tüm geçmişini kaybetmenin acısını tüm ağırlığıyla seyirciye hissettiriyor.

Ermenistanlılar beğenmedi

Film kadar, filmi izleyen Ermeniler’in tepkileri de ilginçti. Hemen hemen tümü oraya ‘soykırım filmi’ görmeye gelmişlerdi. Ancak Egoyan’ın entelektüel kaygılarla filme dahil ettiği diğer hikayeler, umduklarını bulmalarını büyük ölçüde engelledi.

Film çıkışında sohbet ettiğimiz Ermeniler’in çoğu duygulanmıştı; Ancak bir yandan da ‘filmi anlamadıklarından’ yakınıyorlardı. ‘Bu film daha çok diaspora Ermenileri’ne hitap eder’ yorumları yapıldı.Yine de kimse, sosyal ve tarihi baskılar nedeniyle eleştirilerinde daha fazla ileri gitmedi.

Ve benim izlenimlerim;

Ararat filmi kesinlikle ikinci bir ‘Geceyarısı Ekspresi’ olamayacak. Çünkü, ‘sanat yapma’ kaygısına düşmüş Atom Egoyan, filmde halka inmeyi başaramamış. Tüm sanat kaygılarının yanında, Ermeni kızlarının yakılması gibi sahneler ise ‘çiğ’ kalmış.

Eğer Türkiye filme karşı sert tavır alıp, ‘reklamın iyisi-kötüsü yoktur’ sözünü hatırlatırcasına, filmin propagandasını yapmazsa, Ararat kısa sürede tarihin tozlu raflarına koyulmaya aday…

Yorumlar kapatıldı.