MAHMUT NİYAZİ SEZGİN
11 Eylül sonrasında, ABD’nin geçen günlerde resmen açıkladığı ulusal güvenlik stratejisinin gayriresmi olarak fiiliyata geçmesiyle birlikte, yeni küresel düzenin ağırlık merkezini oluşturan Avrasya’nın Orta Asya’yla birlikte iki kilit noktasından birini teşkil eden Kafkasya’da önemli jeopolitik gelişmeler cereyan etmekte. Bu gelişmeleri, ‘uluslararası terörizme karşı ortak mücadele’ görüntüsü içerisinde gerçekleşmesine rağmen, gizli bir Rus-Amerikan rekabeti olarak tanımlamak mümkündür.
Afganistan operasyonuyla beraber yalnızca Afganistan’a değil Tacikistan, Kırgızistan ve Özbekistan’la birlikte bütün bir Orta Asya’ya yerleşen ABD’nin, tek süper güç iddiasıyla ve küresel üstünlüğünü pekiştirmek için yeni hedefi Kafkasya olmuştur. Kafkasya’yı ABD için bu denli önemli kılan iki ana sebep bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Rusya Federasyonu, İran ve Hazar bölgesi enerji kaynaklarının kesişim noktasında bulunan stratejik bir bölgeyi kontrol altında tutmak, ikincisi de Orta Asya’daki hâkimiyetini besleyecek güvenilir bir kanala sahip olmaktır.
Moskova’dan geri adım
Washington’un bu hamlesi karşısında, Amerikan askeri varlığının Orta Asya’da ilk kez ‘yakın çevre’sine yerleşmesine direnemeyen Moskova, bu kez de Kafkasya’da geri adım atmış ve böylece 11 Eylül sonrasında Kafkasya, ABD ve Rusya arasında zımnen Kuzey ve Güney Kafkasya olmak üzere iki etki alanına bölünmüştür. Kuzey Kafkasya, Rus hâkimiyet alanında bırakılırken (ki Kuzey Kafkasya’yı oluşturan yedi cumhuriyet zaten Rusya Federasyonu içerisinde yer almaktadır), Güney Kafkasya’ya Amerikan askeri varlığı yerleşmeye başlamıştır. Gürcistan’ın kuzeydoğusunda, Çeçenistan sınırında yer alan Pankisi Vadisi’nde Kaide militanlarının bulunduğu iddiasına dayanarak (bugüne kadar bu iddiayı destekleyen bir kanıta rastlanmamıştır)
200 Amerikan askeri eğitmeni Gürcistan’a gelmiş ve Gürcü ordusunu eğitmeye başlamıştır. 65 milyon dolarlık bu ‘Eğitim ve Donanım Programı’, Gürcistan’ın yıllık savunma harcamalarının üç katından daha
fazla bir maliyetle gerçekleşmektedir.
Gürcistan’la başlayan Kafkasya’daki ABD üstünlüğü kısa zamanda Azerbaycan ve Ermenistan’a da yayılmıştır. Özellikle Özgürlüklere Destek Yasası’nın Azerbaycan’a doğrudan Amerikan yardımlarını engelleyen 907 sayılı ek maddesinin geçici olarak yürürlükten kaldırılması, Azerbaycan-ABD ilişkilerinde önemli bir dönüm noktası sayılabilir. Bu gelişmeyle Azerbaycan’a sivil ve askeri Amerikan yardımlarında önemli bir artış kaydedilmiştir. Bunu takiben mayıs ayında Azerbaycan’a mayın temizleme misyonu adı altında 35 kadar Amerikalı eğitmen subay gelmiştir. Yine aynı dönemde Amerikan finansmanıyla Erivan yakınlarında da bir mayın temizleme merkezi kurulmuştur. Ancak yoğun bir Rus askeri varlığının bulunduğu, Rusya’nın Kafkasya’daki geleneksel müttefiki konumundaki Ermenistan’a Amerikan askeri sokulmamıştır. Bununla birlikte Türkiye ve İran’la olan sınırlarını Rusya Federasyonu’nun koruduğu Ermenistan’ın dış politikasında ABD’ye dönük bir kayma yaşanmaya başlamıştır. Ancak yine de Ermeni yetkililer, ABD ile gelişen ilişkilerin Rusya ile olan stratejik ortaklıklarını zedelemeyeceğini açıklamak durumunda kalmıştır. 18 Eylül’de Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının temelinin atılması, Kafkasya’da Amerikan politikasının en son başarısı olarak algılanabilir.
Rusya Panki’yi kullanıyor
Orta Asya’daki geri çekilişin aksine, Rusya’nın Kafkasya’daki hızlı Amerikan hamlelerinin ilk şokunu atlatması uzun sürmemiştir. Bunda Rusya Federasyonu’nun güvenlik algılamasında Kafkasya’nın Orta Asya’ya göre, başta Çeçenistan sorunu olmak üzere, daha öncelikli bir yere sahip olmasının payı büyüktür. Hem eski ‘yakın çevre’sindeki otoritesini yeniden tesis etmek, hem kendisi için stratejik ve ekonomik önemi büyük olan bir bölgede kontrolü tam olarak kaybetmemek isteği ve hem de Kuzey Kafkasya’da güvenlik ve istikrarın korunması için Güney Kafkasya’nın öneminin bir kez daha ortaya çıkması; içeriğinde değişmeler olsa dahi, Rusya Federasyonu’nu, ABD’nin dış politikada dikkatini Irak’a yoğunlaştırması fırsatından da istifade ederek, Güney Kafkasya’da politik bir atak yapmaya sevk etmiştir.
Rus geri çekilişinin sonu veya Rusya’nın Kafkasya’ya geri dönüşü olarak da adlandırılabilecek bu jeopolitik değişimin zirve noktasını, Gürcistan’la Rusya arasında yaşanan Panki Vadisi krizi oluşturmaktadır. Bilindiği gibi Rusya, Panki Vadisi’ndeki 10 bin kadar Çeçen mültecinin içinde Çeçen militanların da bulunduğunu, bu kişilerin Rusya Federasyonu sınırları içine girerek eylem yaptıkları ve sonrasında da bu bölgeye kaçtıklarını iddia etmektedir.
Gürcistan’dan taviz yok
Moskova, Gürcistan’ın bu bölgede sınır güvenliğini sağlayamadığını ileri sürerek vadide, terörle mücadelenin gereği olarak, bir operasyon yapılmasının kaçınılmaz olduğunu vurgulamaktadır. Gürcü tarafına göre ise bölgede Çeçen militanlar değil yalnızca mülteciler bulunmaktadır. Yine Tiflis; bir sınırın iki tarafının olduğunu, sınırın bir tarafında güvenliği sağlayamamaktan Gürcistan sorumlu ise diğer tarafındaki sorumluluğun Rusya’ya ait olduğunu belirtmiştir. Bu arada iki ülke arasındaki gerilimin son hadde varması ve çeşitli kereler Rus uçaklarının Gürcü topraklarını bombalaması karşısında ABD, Gürcistan’ın toprak bütünlüğüne yönelik bu saldırıya sert tepkide bulunmuş ve derhal Gürcistan’a 10 milyon dolarlık ek bir savunma bütçesi tahsis etmiştir. Böylece Amerikan desteğini arkasında hisseden Gürcistan, bir yandan da Rusya’ya karşı gösterdiği tavizsiz tutumuyla safını kesin şekilde belli etmiştir.
Rusya’nın özellikle son iki ayda Panki Vadisi’nde bir operasyon düzenlemek hususundaki ısrarını iki sebepte aramak gerekir. Birincisi; Gürcistan üzerinde, özellikle ABD’nin yerleşmesinden sonra, gitgide erozyona uğrayan etkisini güçlendirmek, üç yıl içerisinde topraklarındaki Rus üslerinin tasfiyesini talep eden ve 2005’te NATO’ya girmek istediğini ilan eden Gürcistan’a gözdağı vermektir. İkincisi ise, yaygın kanaatin aksine, Irak’a karşılık Gürcistan gibi bir takas konusunda ABD’yi herhangi bir tavize zorlayacak gücü olmadığının farkında olan Rusya’nın gerginliği tırmandırma siyaseti izleyerek Kafkasya’da Amerikan varlığının yayılmasının önünü kesmek istemesidir. Moskova’yı tedirgin eden bir diğer sebep de Müslüman Çeçenlerle Hıristiyan Gürcüleri bir araya getiren Rus karşıtlığının, Kafkasya’da Rus karşıtı güçleri bir ittifakta birleştirebilmesi endişesidir.
Ermenistan’ın işi zor
Bunun dışında, Rusya’nın Azerbaycan ve Ermenistan’la olan ilişkilerinde de bir değişme hatta bir kayma görülmektedir. Dağlık Karabağ sorununun çözümü konusunda Moskova’nın yıllardır takındığı tavra ters bir şekilde Azerbaycan tarafına yaklaşması oldukça ilginçtir. Esasen Kremlin’in bölge politikasında özellikle Ermenistan’daki askeri ve ekonomik varlığını güçlendirmesinin ardından ciddi değişikliklere gitmeye başladığı zaten gözlemlenmekteydi. Rusya’ya olan borçlarını ödeyemeyen Ermenistan’ın en önemli sanayi tesislerini Rus firmalarına devretmesi ve ülke ekonomisinin büyük ölçüde Rus sermayesi sayesinde ayakta duruyor olması, Ermenistan’ın can damarlarının Rusya’nın eline geçtiğini göstermektedir. Özelikle enerji üretimi ve dağıtımı konusunda Rus firmalarının Ermenistan’da neredeyse tekelleştiği söylenebilir. Ermenistan’ın, şimdi de doğalgaz ve nükleer yakıt borçları sebebiyle Rusya’ya karşı yeni bir borç yükü altına girdiği görülmektedir. Ermenistan’ın güvenliğini ise zaten Rus askeri üsleri sağlamaktadır. Rusya bu dönemde ilk kez açıktan Ermenistan’la bir silah satış anlaşması imzalamıştır. Ermenistan’ın ABD’yle olan yakınlaşması karşısında Rusya’nın ilk tepkisi Kuzey Kafkasya’daki bir Rus eyaleti olan Krasnodar’da yaşayan ve burada elde ettikleri birikimlerle Ermenistan ekonomisine büyük katkılarda bulunan Ermenileri sınır dışı etmekle tehdit etmek olmuştur. Erivan yönetimi, bir taraftan ABD’nin bölgede giderek artan ağırlığı ve Amerikan yardımlarına duyduğu ihtiyaç, öte taraftan da Rusya’ya karşı olan hayati bağımlılığının yarattığı çelişki arasında politika üretmeye çalışmaktadır. Yakın bir gelecekte
de Rusya’nın Ermenistan üzerindeki bu ağırlığının azalmasını beklemek yanıltıcı olacaktır..
Sırada Azerbaycan var
Öte yandan Rusya’nın bölgedeki uzun vadeli çıkarları, Azerbaycan ile de benzeri siyasi, askeri ve ekonomik ilişkileri kurmasını gerektirmektedir. Çünkü Rusya özellikle 11 Eylül’den sonra bölgedeki üç ülkeden yalnızca Ermenistan’la yakın ilişkiler içinde bulunarak ABD başta olmak üzere Batılı devletlere karşı çıkarlarını uzun vadede koruyamayacağının farkına varmıştır. Rusya’nın bu yeni yaklaşımının, Azerbaycan tarafında da karşılık bulması üzerine Rusya-Azerbaycan yakınlaşması ortaya çıkmıştır. Demirel sonrasında Türkiye ile ilişkilerinde belli bir soğuma görülen, Hazar Denizi’nin statüsü konusunda İran’la ihtilafa düşen, anti-demokratik yönetimi sebebiyle hem ABD hem de Avrupa Konseyi tarafından ağır eleştirilere maruz kalan, Bakü-Ceyhan boru hattının temelinin atılmasından sonra Azerbaycan petrollerinin Batı pazarlarına ulaştırılmasının bir anlamda güvence altına alınmasıyla bu alandaki istikrarı sağlayıcı lider rolünü kaybeden Aliyev yönetimi, iktidarını bir dönem daha sürdürmek için aradığı dış desteği Rusya’nın yeni Kafkasya politikasında bulmuştur.
Sonuç
Rusya Federasyonu’nun Kafkasya’da Amerikan etkisini, 11 Eylül’ün hemen sonrasındaki döneme kıyasla, bir ölçüde dengeleyebildiğini söylemek mümkündür. Ancak ABD’nin küresel hegemonluk iddiası çerçevesinde Kafkasya’nın, jeopolitik ve stratejik gerekçeler itibarıyla, bölgedeki etnik çatışmaların çözümü ve bölgenin yeniden yapılandırılması anlamında, Irak’tan sonraki öncelikli bölge olacağı dikkate alınmalıdır. Bu sebeple, Rusya’nın Kafkasya’ya geri dönüşünün ne dereceye kadar mümkün olacağını, ABD’nin Irak operasyonu sonrası bölgede atacağı adımların belirleyeceği söylenebilir.
(Kafkasya Araştırmaları Masası)
Yorumlar kapatıldı.