Millet dedikleri ulus biziz. Milliyet, bizim milliyetimiz, yani uyruğumuz.
Oysa onlar milliyetçi, biz değiliz!
Onlar ‘millet’i de ‘milliyet’i de Arapça çığırır, öz Türkçe ‘ulus’ ve ‘uyruk’ kavramlarına burun kıvırırlar. Acaba milliyetçiliğin tam karşılığı ‘uyrukçuluk’ olup, hiçbir anlam taşımadığı için mi yabancı tınıyla yutturmayı denerler?
Milliyetçilik, ‘nasyonalizm’ demek de değildir. Nasyonal kavramı Arapça’da ‘milli’, Türkçe’de ‘ulusal’ olup, ‘nasyonalizm’in öz dilimizdeki gerçek açılımı ‘ulusalcılık’tır. Bizim milliyetçilere de hiç mi hiç uymamaktadır.
Bu milliyetçiler, dünyada besin üretimi açısından kendi kendine yeten ülkelerden biri olan Türkiye’nin ulusal tarımını, ulusal hayvancılığını batırıp ekmeklik buğdayını bile ithal etmek zorunda bırakanlardır. Zaten ceplerinde de Türk Lirası’ndan çok dolar taşır ve milli gururları hiç rahatsız olmaz Amerikan parasını, ulusal para biriminin üstüne bindirmekten.
Bu milliyetçiler, polisin tabanca ihtiyacını Kırıkkale’ye ısmarlamak ve ulusal bir sanayii kurumunu iflastan kurtarmaktansa, dışardan aldıkları borç parayla yine dışarıya ihale ederler.
Bu milliyetçiler, Türkiye’deki sonuncu ampul fabrikası Tekfen’in de batıp gitmesine seyirci kalmışlardır. Parantez: Acaba AKP’nin amblemi, hangi markadır? Hangi ithal ampulle aydınlatacaktır Türkiye’yi?
Osram’larla mı? Batılı dış krediler kesildiğinde ne alacaktır? Suudi ya da İsmaili ampul var mı?
Bu milliyetçiler, ‘Türkiye AB’ye girerse sömürge olur!’ diye çığıra dursunlar; AB’nin ‘sömürge’si Fransa’da devlet adamları, ‘nasyonalist’im demez, ama cumhurbaşkanı, başbakanı ve bakanların makam arabaları, kamu ya da özel otomotiv sanayiin Fransa’da ürettiği arabalardır. Tüm kamu taşıtları da. İspanya devletinin arabaları İspanyol üretimi yerel sanayii, Almanlarınki Alman, İtalyanlarınki İtalyan, İngilizlerin İngiliz, Amerikalıların Amerikan malıdır. Herhalde Türkiye’den daha liberal, hatta küresel ekonominin havarileri için boş bir tekerleme değil, uygulamadır: ‘Yerli malı, yurdun malı’, önceliği. Son örneği, ABD’nin yerel tarımcılığa verdiği devasa sübvansiyonlardır.
Oysa Türkiye’nin ‘milliyetçi’ devlet makamları ve iktidar ortakları, Türkiye’de üretilen arabalara burun kıvırır, milli makamlarını ithal Mercedes’lerde gezdirirler. Tıpkı iğne üretmeyen Araplar gibi. Belki de bu yüzden ‘uyrukçu’ değil de ‘milliyetçi’dirler zaten.
Bu milliyetçileri yedikleri millet paraları, batırdıkları milli bankalar, aç ve işsiz bıraktıkları milyonlarca vatandaşları (bir zamanlar işkence edip öldürdüklerinin aynıları) ve 250 milyar dolar dış borç yükledikleri daha doğmamış Türk soyları incitmez. Ama bak, 30 Ağustos’ta Türkçe, Kürtçe, Yahudice, Ermenice ve Rumca konser verilirse feci halde alınır, milli kılları kaşınır!
Benim bir eniştem var: Tanaydın Barkan. Babası Enver Paşa’nın Orta Asya’ya Büyük Turan ‘yoklamasına’ gönderdiği beş Türk’ten biri, Karaburun Kaymakamı Emrullah Bey olmasına karşın bu milliyetçilerden değildir.
Diyor ki aynı zamanda Sadrazam Kamil Paşa’nın torunu Zekiye hanımın oğlu Tanaydın: “Türkiye’yi İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar da işgal ettiler; düşmandık, savaştık, yenildiler ve seksen yılda pek çok 30 Ağustos’a bu dillerde pek çok konser denk geldi, kimse gocunmadı. Niye Ermenice, Rumca, Yahudice ve Kürtçe şarkı söylemek için uygun bir tarih olmuyor 30 Ağustos?”
Eniştemin lafı üstüne beni aldı bir düşünce: Hakkaten niye kaşındı yine bu milliyetçiler? Yahudi işgalinde hiç olmadık. Ermeni ve Yunan işgalinde olmadığımız da açık. Bu toprakların bizden önceki sahiplerinden hepi topu 25 bin Ermeni, 3 bin Rum bırakmışız. Kürt işgalindeyiz desem, onlar da öz vatanlarında Türklerden eski; üstelik Kürtleri daha birkaç yıl öncesine kadar zorla Batı’ya göçüren bizatihi bu milliyetçiler değil mi?
Öyleyse niye korkuyorlar?
Barıştan mı, boşluktan mı?
Yorumlar kapatıldı.