Büyük ozanlar, büyük savaşçılardır. Barışı yapılmayan savaşların bitmediğini
en iyi onlar bilir ve kan ve kin oyunlarının üstüne ‘son’ yazan perdeler ancak
onların eliyle indirilir. İkinci Dünya Savaşı kahramanı, Fransız
direnişçilerinin efsane komutanı yüzbaşı Aleksandr, barışın eşsiz ozanı Rene
Char’dan başkası değildir. Savaşırken ‘Yöntemci gibi düşünüp barbar gibi vur!’
diyen yüzbaşı Aleksandr, unutmak ve bağışlamak zamanı geldiğinde barışı belki de
en iyi biçimde, bir savaş anısıyla anlatmaktadır:
"Bir gün, zor durumda kalan müttefik uçaklarının inebilmesi için Valensole
vadisinde bir alan belirlemek emri aldım. Büyük bir tarla buldum, işleve
uygundu, ancak tam ortasında üç yüzyıllık muhteşem bir ceviz ağacı yükseliyordu.
Tarla sahibi çiftçi, kiralamayı kabul, ancak güzel ağacın kesilmesini
reddediyordu. Sonunda, tarlayı niçin istediğimizi kendisine açıklamak zorunda
kaldım. Razı oldu. Adamlarımla birlikte, önce ağacın kökünü açmaya başladık.
Kalın bir ana damar vardı, on metre öteye doğru uzayıp gidiyordu. Kökün yönünü
izleyerek kazmaya başladık. Ucunda, zırhıyla birlikte gömülmüş bir Orta Çağ
savaşçısının iskeletiyle karşılaştık. Öldürüldüğünde, kuşkusuz bir ceviz
taşıyordu iç cebinde. Kökün ana damarı iskeletin tam kalça kemiği hizasından
çıkıp yürümüş, savaşçının koynunda, bir mezarda can bulmuş, ama zırhtan
uzaklaşarak on metre ötede filizlenmişti."
Rene Char’ın yine bir savaşta, vatanı için kesmek zorunda kaldığı 300 yıllık
ceviz ağacı kim bilir kaç yüzyıl da o zırhın cenderesinden, savaştan uzaklaşmak
için toprak altında kökünü büyütmek zorunda kalmıştı, ey okur. İşte barış, o
ceviz ağacıdır.
Bir savaşta, bir mezarda doğup, yine bir savaşta boynu vurulan barış. Bizim
ozanımız, bizim sesimiz Sezen Aksu’nun ‘Türkiye Şarkıları’ konserleri, 80 yıldır
toprak altından yürüyen bir barış özleminin çığlığı. Husumet zırhlarından
uzakta, artık güneşe doğru tırmanmak isteyenlerin özgürlük, eşitlik ve kardeşlik
çağrısı. Üstünlük budalası Devlet Baba’cıların değil, adil bir Devlet Ana’nın
ayrımsız şefkati.
Sezen Aksu, bizim Devlet Ana’mız. Kökü yüzyıllık seferlerden dönüp gelen
ceviz ağacımız, adamsak ve kıymazsak eğer, bin yıllara büyütüp tarihe
yazacağımız bir barışın simgesi, narin filizi. Yüksük gibi bir kadın, mangal
gibi bir yürek. Mangalda kül bırakmayan hot zotçu güdüklerin küçülttüğü Türkiye,
Sezen’in yürekli çağrısında birleşti, büyüyor ve yürüyecek.
Oturduğumuz yerden mırıl mırıl söylendiğimiz gerçekleri, Sezen’in sesiyle
gürül gürül bağırıyoruz, makinelerin tarakalarını duymak istemiyoruz artık!
Benliğimizle kucaklaşmak, koklaşmak, kimliklerimizle kavuşmak zamanı geldi; kin
ve kanla beslenen akbabaları elimizin tersiyle itmek boynumuzun borcu artık.
Sezen Aksu’nun ilk barış konserini verdiği Efes, çağımızdan tam 2600 yıl önce
bir İonya kentiydi. İonya devleti, 12 kentten oluşan bir konfederasyondu.
Yalnızca 700 yaşına, üstelik küs basan, son yüzyılda öz kardeşini evinden kovan
bir cengaver tarihin, beş kökü, beş dalıyla Efes’te barışıp çiçek açması yerinde
değil de nedir? 2600 yıldır mağrur o taş basamaklar, o eşsiz tiyatro 13 bin
insanın hep bir ağızdan söylediği barış şarkılarından daha görkemli bir çağrıyla
nasıl onurlandırılabilir?
Gerçek zaferler, savaş naralarının bitip barış türkülerinin başladığı an
kazanılır. Gerçek ve kalıcı 30 Ağustos zaferi, en insanca anlamını bu yıl, sesi
ışığıyla yarışan bir kadının önderliğinde, yenenlerin, yenilenlerin ve
ezilenlerin el ele tutuştuğu Efes tiyatrosunda kazanmıştır.
İyice bilinmelidir ki, mağlupların yeri olmayan bir zaferde galip de yoktur!
Yorumlar kapatıldı.