Bir Ermeni atasözü “İyilik düşün komşuna, iyilik gelsin başına.” der. Bir Türk atasözü ise “Komşu komşunun külüne muhtaçtır” diye yanıt verir. Asırlarca birlikte yaşamış, ancak 1876–1920’li yıllar arasında çoğu kanla, sürgünler ve ölümlerle hatırlanan tarihi bir geçmişe sahip iyi komşuluğu terketmiş Türklerle, Ermenilerin ortak kültür yansımalarının dile aksetmiş küçük örnekleridir bu atasözleri.
Tarih kitapları, Osmanlı Devleti tebaası iken Türk kültürünün en çok etkisinde kalan milletin Ermeniler olduğunu yazar. Ermenilere bir dönem “Millet–i Sadıka” denir. Ermeniler de musikiden, şiirine, mutfağından, kılık kıyafetine, örf ve adetlerine kadar geniş ölçüde Türk kültürünü benimsemiş, hatta kiliselerinde Türk Musikisi makamlarıyla ibadet etmişlerdir yıllarca. 1876’larda İngiltere ve Rusya’nın Osmanlı Ermenilerine çengel atmalarından sonra ise, düşmanlıklar yazılmış tarih kitaplarına. Bir zamanlar ortak saban koşulan, Aras Nehri’nin suyuyla bereketlenen tarlalar ve koca Sürmeli Ovası, artık sınırın diğer ucundakiler için yabancı olmuş. En kötü yakıştırmalar sınırın bir yanında Ermeniler, öte yanında Türkler için kullanılır hale gelmiş.
Oysa, kitapların yazmadığı ama toplumsal yaşamın her telinde kendini hissettiren ortak kültür yansımaları hem Türkiye hem de Ermenistan’da yaşanmaya devam ediyor. Iğdırlı işadamlarıyla Türk Ermeni İş Konseyi’nin davetlisi olarak katıldığımız Ermenistan gezisinde bütün bu ortaklıkları görme şansını elde ettik. Kars’ın, Iğdır’ın yaprak dönerini, Ermenistan’ın başkenti Erivan’da ‘Kars Kebabı’ adıyla bularak, lokantalarında ‘Kuzu kebabı’ ile karşılaşarak başladı ortaklıklar. Sonra Erivan’da, Gümrü’de tanıştığımız insanların, ninelerinin dedelerinin Erzurum’dan, Kars’tan, Iğdır’dan geldiklerini söylemeleriyle sürdü.
Kazadan beladan korunmak için kilisede adak
Erivan’dan 30 kilometre uzak dağlık kesimdeki, Gegart bölgesindeki Taş Kilise’ye vardığımızda birliktelik iyice belli etti kendini. Pazar ayini için Ermenistan’ın çeşitli bölgesinden kiliseye gelenler, verdikleri sadakalarla köylüleri sevindiriyor. Tıpkı camiden çıkıp yolda gördüğü fakiri sevindiren Erzurumlu’lar, Karslılar gibi. Kilise avlusunda gördüğümüz satılık koçlarla ve horozları görünce şaşırıyoruz. İnsanlarla birkaç kelime konuşunca, koçların ve horozların adaklık olduğunu öğreniyoruz. Başına kaza gelenler, hastalananlar, seyahate çıkacaklar, çocuğunu askere gönderecek Ermeni anne babalar, belalardan uzak tutması için kurban kesiyor. Etini çocuklarıyla, fakirler ve ziyaretçilerle paylaşıyor.
Asıl Taş Kilise dağların arasındaki sert kayalar oyularak 1600 yıl önce bir rahip tarafından 80 yılda yapılmış. Sonra yanına yeni kilise binası inşaa edilmiş. Kesme taşlardan yapılmış, yarım silindir üzerine kondurulmuş huniyi andıran kümbet şeklindeki kilise binası Selçuklu Mimarisi’ni getiriyor gözler önüne. Başta Erivan olmak üzere Ermenistan’daki binaların yüzde 90’nının kesme taşla yapılması, binaların süslemelerinde görülen üzüm, buğday, koç, kartal, güneş, arı, balık, testi, yaprak figürleri taşa yansıyan mimarinin de bu kültürden beslendiğinin göstergeleri.
Kilise avlusunda ve köy pazarında satılan cevizli lokum, fırın ekmeği, reçel ve marmelatlarda beslenme kültürüne yansıyan ortak noktalardan bazıları. Başkent Erivan’ın Türkiye sınırına 20, Gümrü’nün ise sadece 8 kilometre uzakta olduğunu hatırlayınca kültürler arası bu geçişlerin hiç te anormal olmadığı ortaya çıkıyor.
Kapalı kapılar arkasında 50 milyon dolarlık ticaret
Ermenistan’ın ticari hayatının yüzde 70’i İranlı tüccarlar üzerinden dönüyor.
Resmi kayıtlara göre 2 bine yakın yabancı yatırımcı, kimya ve elektronik sanayi ve diğer hafif sanayi de etkili yatırımlara yönelmiş. Ülkeye mal satarak, ithalatı elinde bulunduran binlerce girişimci de İranlı. Ermenistan Ekonomi ve Ticaret Geliştirme Bakanlığı verilerine göre , sınır kapılarının kapalı olması ve 1992 yılından beri uygulanan ambargo nedeniyle direkt hiçbir alışveriş yapmayan Türkiye, Ermenistan’a, üçüncü ülkeler üzerinden 50 milyon dolara yakın ihracat yapıyor. Gürcistan ve İran üzerinden gerçekleştirilen bu ticaretin Ermenistan’daki marketlere, bakkallara ve sokağa yansıması da var tabii. Bingomatik gibi deterjan ürünleri, Türk firmalarının cipsleri, çeşitli gıda maddeleri marketlerde boy gösteriyor.
Sokak başındaki bayide Hülya Avşar çikolatası
Başkentte Hükümet Meydanı’nın girişinde bir bayide, 100 Dram, yaklaşık 300 bin liraya satılan ve üzerinde Hülya Avşar ve Pınar Eliçe’nin resimlerinin bulunduğu çikolataları görünce yeni bir şaşkınlık yaşıyoruz. Sokaktaki insan da, malın satıcısı da çikolataki resmin bir Türk sinema sanatçısına ve mankene ait olduğunu bilmiyor. Ermenilerin ağzını tatlandıran bu ilginçliğin ardında Gürcistan üzerinden bu ülkeye satış yapan bir Türk işadamının olduğunu düşünüyoruz. Çünkü, plastik ve gıda sanayi için hammadeller bu ülkeye Türk işadamlarınca pazarlanıyor. Halen 31 Türk işadamı Ermenistan’la Erivan merkezli ticaret yapıyor. Kars’tan Iğdır’dan, Erzurum’dan İstanbul’dan bu ülkeye mal satan işadamları sınır kapıları açıldığında 30 dakikada ulaşabilecekleri Ermenistan’a Gürcistan ve İran yollarını kullanarak 18–20 saatte ulaşabiliyor. Küçük ve Büyük Ağrı Dağları’nı tam karşısına almış, Sürmeli Ovası’nın yarısı üzerinde tarım yapan ve Aras nehriyle sınır çizen 2 milyon nüfuslu bir kent Erivan. 25 kilometrelik metrosu, 40’ar metrekarelik dairelerden oluşan ortak ısıtma sistemli apartmanları, çiftliklerde üretilen malların ortak satıldığı merkezi pazarı ile Sovyetler’den kalma kollektif yaşamın etkileri sürüyor başkentte. Ancak pizza, cafe, pub, restaurant, müzik ve kitap merkezleriyle Amerikan merkezli batı kültürünün bariz yansımaları ve değişim havası da göze çarpıyor.
Türkiye ve Ermenistan arasında bunca ortak noktayla buluşunca “Kötü komşuluk sözde var” demekten alıkoyamıyoruz kendimizi. Sokaktaki insana Türkiye’den geldiğimizi söylediğimizde önce bir şaşkınlıkla karşılaşsakta, Iğdır’ın, Erzurum’un, Kars’ın, Ağrı Dağı’nın ve İstanbul’un adı geçtiğinde ortak noktalar, çağrışımlar daha da artıyor. Çünkü başkent Erivan ve Gümrü’de yaşayan Ermeni ailelerin çoğu bu illerden gelmiş. Üç kuşak öncesi Türkiye’deki bu illerde büyümüş, tıpkı Iğdırlı’ların ninelerinin, dedelerin Erivan’da doğup büyüdüğü gibi. Okullarda öğretilen ‘Kötü Türk’ hikayeleri kadar, bu illerdeki kavgadan önceki barışın ve özlemin hikayelerini de duymuş aynı kulaklar. 35 kişilik Türk işadamı grubunu Ermenistan’a yaptığı ziyaretinde amacı olan sınır kapıların açılmasıyla, bu iyi hikayeler ve ortaklıklarda büyüyecek belkide.
fatihugur1@hotmail.com, FATİH UĞUR
Yorumlar kapatıldı.