Ayşe ARMAN
Sevan Nişanyan. Bu ülkenin en gürültülü entelektüellerinden biri. Hepimiz onu Küçük Oteller Kitabı’ndan ve Şirince Evleri’nden tanıyoruz. Önce Selçuk Müze Müdürü’yle düştüğü ihtilafı takip ettik.
Sonra da mahkemede verilen hapis kararını öğrendik. Hep birlikte isyan ettik. Girsin mi, girmesin mi, olur mu, olmaz mı, kampanyalar, imzalar. Bir işe yaramadı. Netice Hatice hapiste kaldı! 10 ay. Ama bu adam Sevan Nişanyan. Söz vermiş girerken, çıkarken iyi ki girmişim diyeceğim diye. İşte okuyorsunuz, diyor. Neden? Çünkü orada da boş durmamış. Zamanı kendi lehine yontmuş, bugüne kadar hazırlanmış en kapsamlı Türkçe Etimoloji Sözlüğü’nün ince ayarını yapıp, bitirmiş. Yılbaşından önce elimizde olacak.
Cezaevine girdiniz, çıktınız. Ne oldu? Uslandınız mı delirdiniz mi?
– Nasıl girdiysem, öyle çıktım. Yani deli!
Bu ceza caydırdı mı tahrik mi etti sizi?
– Tahrik etti. Hukuken ve ahlaken bir dayanağı yoktu ama bu başıma gelen şeyden en iyi şekilde yararlanmaya çalıştım… Becerdim de!
Cezaevinde farkına vardığınız yeni bir gerçek var mı?
– Hayır, yok.
‘‘Düşünür’’ mertebesine ulaşmadınız mı yani!
– O mertebeye ben zaten daha önce ulaşmıştım!
‘‘İçeride’’ olmak ‘‘dışarıda’’ olmaktan daha mı iyi?
– İnsanın, kendi zamanına ve aklına hakimse, içeride ya da dışarıda olması arasında çok bir fark yok. Sadece bir sınav. Herhangi bir Tapu Kadastro İdaresi’nde 10 ay geçirdiğinizi düşünün. Öyle bir şey. Sivil hayatta dönüp yüzüne bakmayacağınız insanlar, orada kendilerine bir takım otoriteler vehmediyorlar. Sinirlerinizi kontrol edemiyorsanız, son derece sıkıcı ve tahrik edici bir hadise. Sonuçta iki dünya çok da farklı değil. Ama kötü bir yer değil cezaevi. Gardiyanları ve koğuş arkadaşlarımı şaşırttığımı söyleyebilirim. Beni hiç asık suratlı görmediler! İnsanın kendisine hakim olabilmesi, duygularını kontrol altında tutabilmesi, rutinini bozmadan ve canını sıkmadan o şartlarda yaşayabilmesi iyi bir şey. Esaslı bir mücadele. Bireysel kazançlarım büyük. Ayrıca muazzam bir çalışma ortamıydı…
O ne demek öyle?
– İçeri girdiğim gün şöyle dedim kendime: ‘‘Bu 10 ayı iyi değerlendireceğim ve iyi ki girmişim diyeceğim.’’ Şükürler olsun, dedim. Yaklaşık 10 yıldır üzerinde çalıştığım Etimoloji Sözlüğü’nü bitirdim. Dışarıda, hayatın bin bir türlü detayı arasında, günde bir iki saatten fazla vakit ayıramadığım, yeterince konsantre olamadığım bir işti. İnanılmaz bir çalışma ortamı buldum. Kesintisiz 14 saat, fileto yani! Telefon çalmaz, gelen giden olmaz, iş, güç, usta, müşteri, seyahat, yemek, çoluk, çocuk, şu, bu yok. Mutlak bir sorumsuzluk! Eski İran dilleri konusundaki bilgimi geliştirdim, Aramice, eski İbranice gibi konulara girdim. Uygurcamı mükemmelleştirdim. Eski Venedikçemi de ilerlettim. Ki İtalyancanın bir hayli uzağında bir dildir. Sonuçta Türkçe’de bugüne kadar teşebbüs edilmemiş biçimde kapsamlı, ciddi, etimoloji sözlüğü hazırlamak bana nasip oldu. 12 bin kelimelik. Yıl sonundan önce piyasada olacak. Bugün Türkçe’de aktif olarak kullanılan tüm kelimeleri içeriyor. Arapça’dan- Farsça’ya Moğolca’dan- Eski Venedikçe’ye, Eski İranca’dan- Hint Avrupa diline kadar Türkçe sözcüklerin kökenlerini araştırıyor.
İnsan böyle deli bir işe neden kalkışır? Bir tür meydan okuma mı?
– Belki de. Hasbelkader, 12 dil biliyorum. E insan bu durumda olunca, diller arasındaki ilişkileri merak ediyor. Uzun yıllar önce Ali Nesin’le birlikte kısa bir dönemi yine kapalı bir mekanda geçirme imkanımız olmuştu. Birlikte Türkçe’deki Arapça kelimelerin kökleri ve türevleri üzerine bir çalışma yapmıştık. Yani merakım eskiden beri vardı. O zaman demiştim ki, bir daha hapse girecek olursam, bu işi mutlaka bitireceğim. Zaten 10 senedir ara sıra kurcaladığım, belirli bir noktaya gelmiş bir sözlük vardı ortada. Zor olan ince işçiliği yani cilalanmasıydı. Bu seferki cezaevi maceramda da, işte onu yaptım…
SEVAN NİŞANYAN’IN ADAM OLMAK İÇİN 5 ALTIN KURALI
1 Askere gitmek
2 Sevmek-terkedilmek
3 Birinin yanında çalışmak
4 İş kurup batırmak
5 Cezaevine girmek
Diyor ki, ‘‘Gerçi beşini de yaptım. Ama hálá adam olmuş gibi hissetmiyorum kendimi!’’
SEYYAHLAR İÇİN YAZIYORUM
Turizm Bakanı olsanız ekstra bir katkınız olur mu?
– Hayır. Turizm büyük bir endüstri. Yılda 10 milyon insanın girip çıktığı bir makinadan söz ediyoruz. Bunu idare etmek benim hoşuma gitmez. Beni ilgilendiren farklı bir seyahat ediş biçimini yakalamak. Farkettim ki, bu ülkede yaşayan 50 bin kişi de benim gibi düşünüyor. Bu acayip hoşuma gidiyor. Ama takdir edersiniz ki, biz çok küçük bir azınlığız. Bizim kafadakilerle turizm yürümez! Zaten ben turizm, turist demekten de hoşlanmıyorum, ben seyahat ediyorum. Seyyahla, turist farklı iki yaratık. Benim turistlerle işim yok. Seyyahları seviyorum ve onlar için kitaplar yazıyorum…
HUZUR İNSANI ÖLDÜRÜR
O kitapları yazmak, o araştırmaları yapmak, o olağanüstü evleri inşa etmek… Bütün bu çaba huzuru bulmak için mi?
– Hayatın anlamı nedir diye soruyorsanız cevabını bilmiyorum!
Hani sizin gibi herşeyi bilen biri, biz normal insanlara bir tiyo verir mi acaba diye düşündüm!
– Yok aksine, ne kadar öğrenirsen o kadar eksik olduğunun farkına varıyorsun! Ne kadar çok öğrenirsen o kadar çok paniğe kapılıyorsun, ne kadar cahilmişim diyorsun. Çoğu insan için huzur bir hedeftir ama ben sıkıcı buluyorum. Huzur değil aradığım. Ne yapacağım huzuru? Ölür insan! Ben problemlerle karşılaşıp, çözmek istiyorum, bana tatmin duygusu veren bu.
TEK BİR İNSAN OLMAK BANA YETMİYOR
Başınızın sürekli belaya girmesi karakter özelliğiniz olabilir mi?
– Bilmem, ben bilemem.
Peki gıcık bir adam olduğunuz söylenebilir mi?
– Gıcık değilim ama bazen insanlardan sıkılıyorum ve bunu belli ediyorum…
Dünyanın tuhaf yerlerinde tatil yaparken karınızla hapse düşmeniz, sadece bir rastlantı mı?
– Değil herhalde! Müjde, dört aylık hamileydi, kendimizi Gürcistan İç Savaşı’nın ortasında bulduk. Az buz sapık macera bir değildi! Gürcü Ordusu’yla birlikte, Sukumi şehrine girdik. Sağımızda solumuzda top atışları ve yanan tanklarla birlikte. Bir gün içinde üç kez silahlı soyguna uğradık. Müjde ikinci çocuğumuza hamileyken, beş aylıktı galiba, Sri Lanka’da yasak bölgelere girdiğimiz için hapse düştük. Meşhur Velikade hapishanesinde beş gün geçirme fırsatı yakaladık! Ama bu süre, beş yıl da olabilirdi! Komik bir hadise. Üçüncü çocuğumuza hamileyken, uslandığımız için olsa gerek, sadece Van-Hakkari bölgesinde yürüyüşler yaptık…
Ne peki bu? Şuursuzluk mu? Cesaret mı? Merak mı?
– Merak. Tabii yalnız Müjde hamileyken dolaşmıyoruz biz, başka zamanlar da seyahat ediyoruz…
Yaşadığınız hayat kesmiyor mu sizi? Yetmiyor mu?
– Problemlerle karşılaşıp, problemleri çözmek çok hoşuma gidiyor. Bulmaca çözmek gibi bir şey. Sri Lanka’da hapse girdin nasıl çıkarsın? Zamanla her türlü problemin çözümü olduğunu idrak ediyorsun ve soğukkanlılığını muhafaza ediyorsun, e o zaman da, git gide çıtayı yükseltmek zorunda kalıyorsun! Bir de, tek bir insan olmak bana yetmiyor. bana. Beni sıkıyor…
Nasıl yani?
– Aynı anda turizm yazarı, Moğolca ve Eski Yunancayla ilgilenen bir araştırmacı, bir otel işletmecisi, müteahhit, baba, köylü, sadık bir eş ve zampara… hepsini birden olmak hoşuma gidiyor.
Ve kendinizi ziyan olmuş bir adam gibi hissetmiyorsunuz…
– Ne münasebet. Katiyen!
Hayatınız ayrıntılarla geçiyor. Şirince’deki küçük otelinizdeki o muazzam detaylar, yazdığınız kitaplar… Bu kadar üst üste biriken ayrıntı gün gelir, delirtmez mi insanı?
– Vallaha bu saate kadar delirdiğim hissine kapılmadım, gerçi öyle olduğumu söyleyenler var! Yaptığını eğlenerek, keyifle, koluna, bacağına, boğazına kadar dalarak yaptığın zaman detaylarla uğraşıyorsun. Ve herhangi bir ayrıntıyı atlarsan, sanki birisi seni yakalayacakmış duygusunu yaşıyorsun. Bir tür sapkınlık olabilir, ama bende var!
İddia üzerine Latince öğrendiğiniz doğru mu?
– Doğru. Lise sondayken, bir arkadaşımla sohbet ediyorduk, konu bir şekilde Latince’ye geldi, ‘‘Ya’’ dedim ‘‘Bu kolay bir dile benziyor, ben bunu öğrenirim’’. Öğrenirsin, öğrenemezsin… 12 Kasım 73’de ‘‘4 yıllık Latince Kursu’’ diye bir kitap buldum, 17 Aralık’ta, yani bir ay kadar sonra, Amerikan Üniversiteleri için sınava girdim, sınavlardan birini Latince olarak aldım ve üç yıllık Latince kursunu tamamlamış düzeyde not aldım. 800 üzerinden 700. Sonradan üniversitede bir hayli geliştirdim. İyidir Latincem. Arapça’yı da üniversitede öğrendim. İki sömestr de Eski Yunanca aldım. Fransızcam zaten çocukluktan beri vardı. Lisedeyken de, ikinci seçmeli ders Almanca’ydı. O tarihlerde aşık olduğum kız Almanca’nın 2. sınıfındaydı. Mecburen 1. sınıfı bir ayda tamamlayıp, ikinci sınıfa atlamam gerekti!
Herşeyi size bıraksak düzelir mi bu ülke?
– Katiyen daha fena bozulur!
Bu kadar ‘‘çıkıntı’’ olmasaydınız, daha rahat etmez miydiniz?
– Muhakkak. Fiziksel anlamda çok da rahat ederdim ama içim içimi yemeye devam ederdi!
Başınızın bundan sonra gireceği ilk bela için bize randevu verebilir misiniz?
– Hayır, önceden bilince zevki kalmıyor!
Kızılay hayrına kitap yayımlamıyoruz!
Küçük Oteller Kitabı’nı görmeyen, duymayan, okumayan kalmadı. Şöhretinizi o kitaba borçlusunuz! Peki otel sahiplerinden para aldığınızı söyleyenler kimler? Çekemeyenler mi?
– Kitaba göz atan herhangi birinin farkedeceği bir hususa parmak basmak istiyorum: Bu kitap dürüst bir kitap, içinde sadece Müjde’nin ve benim sevdiğimiz oteller var. Yani kitaba sevmediğimiz bir oteli herhangi bir sebeple almamız söz konusu bile değil. İkincisi, biz artık çocuk değiliz, geçindirecek bir ailemiz var, tabii ki Kızılay hayrına kitap yayımlamıyoruz! Ciddi bir şey yapacaksan, karşılığında tabii ki para kazanacaksın. Dünyanın her yerinde bu böyle. Bu kitap kendiliğinden olmuyor, dört ay boyunca eşekler gibi çalışarak oluyor. Her baskısında, tüm o oteller, istisnasız tekrar geziliyor ve ne var ne yok diye bütün Türkiye yeniden didik dikik taranıyor. Evet, kitaba girebilmek için bir ücret ödüyorlar ama Batı’daki emsallerinin 50’de biri bile değil….
Yorumlar kapatıldı.