ZipIstanbul.com sitesinin 91.sayısında Feza Kürkçüoğlu’nun “Osmanlı Sağlık Hizmetlerinde Ermeniler ve Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Tarihi” isimli kitabın yazarı Arsen Yarman ile hastanenin tarihi ile ilgili yapmış olduğu söyleşiyi aktarıyoruz.
İstanbul’un tarihi semtlerinden olan Yedikule’de 170 yıllık bir hastane olduğunu biliyor muydunuz? Poliklinikleri, laboratuarları, ameliyathaneleri ve huzurevi ile İstanbullulara 1832 yılından beri hizmet veren modern bir hastane Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi.
Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi’nin tarihini de içeren “Osmanlı Sağlık Hizmetlerinde Ermeniler ve Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Tarihi” isimli kitabın yazarı Arsen Yarman ile hastanenin tarihi üzerine söyleştik.
Yedikule Ermeni Hastanesi olarak bildiğimiz Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi’nin çok ayrıntılı bir tarihini görüyoruz kitabınızda. Surp Pırgiç’i İstanbul’daki ilk modern Ermeni hastanesi saymak mümkün mü?
Modern sıfatını taşıdıkları tartışmalı olan İstanbul’daki iki hastaneden bahsetmek mümkün tabii: Bunlardan ilki, 1722 yılında bugünkü Esayan Lisesi’nin avlusunda kurulan Beyoğlu Hastanesi’dir. 1794 yılında Şınorh Mıgırdiç Amira Miricanyan tarafından onarılan bu hastane 1895 yılında yıkılır ve yerine Esayan Okulu ve S. Harutyun Kilisesi inşa edilir. İkinci hastane ise Narlıkapı Hastanesi’dir ve 1743 yılında I. Mahmud’un fermanı ile inşasına başlanmıştır. 1807 yılında da hastanenin yanına Surp Ohannes Kilisesi inşa edilmiştir. Narlıkapı Hastanesi yalnızca tedavi edici hizmetler veren bir yapıdan ziyade akıl hastalarını da barındıran bir kompleks niteliğindedir. Aslına bakarsanız Surp Pırgiç’in kurulma gerekçesi de biraz onun bu niteliğinden kaynaklanmıştır. 1831 yılında Surp Ohannes Kilisesi’nde yapılan ve cemaatin ileri gelenlerinin katıldığı bir ayin sırasında, akıl hastalarının çığlıklarının ayin sesini bastırması üzerine Surp Pırgiç’in kurucusu Kazaz Artin Amira Bezciyan’ın öncülüğünde yeni ve modern bir hastane kurulması kararı alınır. Tabii burada çok temel bazı gelişmelerin önemli bir rol oynadığını unutmamak lazım. Her şeyden önce İstanbul’daki Ermeni nüfusu Surp Pırgiç’in kurulduğu 1832 yılında önemli bir yoğunluğa ve ekonomik açıdan da ciddi bir güce ulaşmıştır. Ayrıca Avrupa’yla kurulan ilişkinin bir yansıması olarak, 18. yüzyıldan itibaren İtalya, Fransa gibi ülkelerde modern tıp eğitimi alan birçok Ermeni hekimin varlığı da böyle bir hastanenin kurulmasını mümkün kılmıştır.
Hastanenin Yedikule’de kurulması başından beri kararlaştırılmış mıydı? Ve Yedikule’nin, Ermeni nüfusun şehirdeki yerleşimi, yoğunluğu bakımından özel bir anlamı var mı?
Aslına bakılırsa 1832 yılında kurulan bir hastanenin kuruluş yerini belirleyen en önemli etkenin ulaşım imkânı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Tabii sağlık ile ilgili bir kurumun buna elverişli sıhhi bir ortamda inşa edilmesi gerektiğini söylemek de lazım. Yedikule bu açıdan her iki koşula da uyuyor ama yine de hastanenin başından beri burada kurulması gerektiği konusunda tam bir anlaşmanın varlığından söz edilemez. Burada bazı tesadüflerin de etkili olduğunu belirtmek zorundayız. Başlangıçta hastanenin Kınalıada’da kurulması önerilir. Havasının temizliği nedeniyle ilk bakışta cazip gelen bu öneriye Garabed Amira Arzumanyan karşı çıkar ve bu durumda büyük ulaşım sorunları çıkacağını, dolayısıyla etkin bir hizmet verilemeyeceğini söyler. Bunun üzerine en uygun yerin Yedikule olduğuna karar verilir ve Yedikule ile Kazlıçeşme arasındaki sebze bahçesinin böyle bir işlevi yerine getirebileceği üzerinde anlaşılır. Tabii hastanenin Leblebicioğlu Bostanı olarak bilinen bu arazi üzerinde kurulmasında, arazinin sahibinin Ohannes Amira Arzumanyan olmasının da payı vardır. Böylelikle arazinin tapusunun alınmasında fazla bir güçlük çıkmayacağı düşünülmüştür ve gerçekten de öyle olmuştur.
Peki Yedikule sahiden de o zamanlar hastane için elverişli ulaşım koşullarına sahip miydi?
Asıl sorun Beyoğlu ve Narlıkapı hastanelerinin birbirinden uzakta olması ve sağlık için elverişli koşullarda olmamasıdır. Dolayısıyla sağlık hizmetlerinin bölünmesi hem kaynak israfına hem de etkin bir tıbbi hizmet veremeyişe yol açıyordu. Bu durumda bu işin tek bir merkezde toplanması her iki soruna da çözüm getirecekti. Öte yandan ulaşım da önemli bir sorundur, çünkü toplu ulaşım araçlarının olmadığı, köprülerin bulunmadığı, ata binmenin gayrimüslimler için özel izne bağlı olduğu bir dönemden bahsediyoruz. 1868 yılında, Sultan Abdülaziz döneminde yapımına başlanan tramvayın üçüncü hattının 14 Ağustos 1872’de bitirilmesi ve Samatya, Ağahamam, Etyemez, Davutpaşa, Yedikule arasında atlı tramvayın işlemeye başlaması da hastanenin yerinin isabetli bir seçim olduğunu göstermiştir. Ayrıca o dönemde Yedikule’nin havasının temizliği de bilinmektedir.
Arsen Yarman, Osmanlı Sağlık Hizmetlerinde
Ermeniler ve Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Tarihi, Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı yayını, 2001, 866+XVI sayfa.
Yorumlar kapatıldı.