İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Mirror Spectator Gazetesi’nin Patrik Hazretleri ile Söyleşisi

Haziran 13, 2002

Okurlarımızın hatırlayacağı gibi, Patrik Mesrob II Hazretleri, Amerika’da yaşayan Tıbrevank Mezunları’nın davetiyle geçenlerde Boston’a gitmiş ve Tıbrevank’ın 49. Kuruluş Yıldönümü etkinliklerine katılmıştı. O günlerde, Armenian Mirror-Spectator Gazetesi’nin muhabirleri Patrik Hazretleri ile bir röportaj gerçekleştirmek için talepte bulundular. Patrik Hazretleri de 26 Mayıs Pazar günü öğleden sonra gazetenin temsilcisi Kevork Maraşlıyan ile bir söyleşide bulundu. Peder Drtad Uzunyan’ın da hazır bulunduğu söyleşinin teyp çözümünün Türkçe çevirisi aşağıdadır.


Boston ziyaretinizin amacı nedir?

+M: Amerika’da yaşayan Surp Haç Tıbrevank mezunları, yılda bir kez mezunların buluşmasını sağlayan bir mezunlar derneği kurmuşlar. Bu derneğin 16’ıncı kuruluş yıldönümü kutlanıyor. Kısa bir süre önce de İstanbul’da Surp Haç Tıbrevank’ın 49’uncu yıldönümünü kutladık. Ayrıca New York’ta Patrik Torkom’u ve Montreal’de görevli bulunan ve son beş haftadır Long Island’daki bir hastanede olan Der Partoğ Hırkacıyan’ı göreceğim. Sonra da Washington ve Frankfurt üzerinden İstanbul’a döneceğim.

İstanbul’daki Ermeni cemaatinin durumu nedir? Kaç kişidir? Sorunlarınız nelerdir?
+M: 1990’lardaki resmi statistik verilerine göre çoğunluğu İstanbul’da bulunan Ermeni cemaatinin sayısı yaklaşık olarak 81,000 civarındaydı, ama ben bu sayının bugün gerçekte 55,000 ile 65,000 civarında olduğunu sanıyorum. Resmi veriler bazen Benelüks ülkelerinde veya Almanya’da çalışan veya bu gibi ülkelerde işçi statüsüyle bulunan Ermenileri de içeriyor.
İstanbul’daki cemaat vakıflarımızın çoğu iyi durumda ve bunların faaliyetleri ile ilgili olarak mali kaynak yetersizliği dışında herhangi bir sorunumuz yok denilebilir. Bu vakıflar cemaatin sayısının 150,000 kişi olduğu zamanlarda kurulmuşlardı ve şimdi 65,000 kişi bunları yönetmek, binalarını onarmak, faaliyetlerini sürdürmek zorunda. Okullarımızın sayısı belli ki ihtiyacımızın üzerinde. Belki 8-10 okulla daha iyi durumda olabilirdik ancak şu anda 18 tane var. 38 tane kiliseye de ihtiyacımız yok. Halen 24 kilisede her Pazar ayin yapılmakta. Diğer kiliselerde toplanan küçük cemaatlerimiz var ve bunlar papazlarımız tarafından hafta içleri açılarak ibadet gerçekleştiriliyor. Kilise ve kurum fazlamız var ve mali nedenlerden ötürü bunları çalışır durumda tutmak her gün giderek daha zorlaşmakta.
1970’lerden itibaren halkımızın büyük bir bölümü Türkiye dışına, Avustralya’ya, Avrupa’ya veya Amerika Birleşik Devletlerine göç etti. Bu, cemaatimiz için gelecekte ciddi sorun yaratacak. Sonuçta tarihi okullarımızı, Surp Pırgiç Hastanemizi, yetimhanelerimizi ayakta tutmak özveri ister. Örneğin, tarihi merkezimiz olan Patrikhane binamız var. Mali sorunlar nedeni ile bu külliyenin yenilenmesi de çok yavaş ilerliyor. Bu yaklaşık 2 milyon dolarlık bir proje. Amerika’da 1,2 milyon dolar toplandı. Bunun 600,000 dolarını Amerika’daki cemaatimiz ve bizim şahsen tanıdığımız kişiler topladılar. Daha sonra Lincy Vakfı kalanı tamamladı. Bu miktarın 250,000 dolar kadarı hala Amerika’da. Ancak onarımı yapan ve denetleyen komisyon ek bir 800,000 dolara ihtiyacımız olduğunu belirtiyor. Bu miktarın da Türkiye’de yaşayan kilise üyelerinin toplayacağını ümit ediyoruz. 2003 Paskalya itibarı ile Patrikhaneyi yeniden açabilmeyi ümit ediyoruz, ancak yavaş ilerliyor. Başlıca sorun tabii ki finans. Şu anda Türkiye’de özellikle 11 Eylül’den sonra daha da ağırlaşmış olan bir ekonomik kriz yaşanmakta. Özellikle büyük bir bölümü çok iyi eğitim almış olan pek çok genç insan Batı’da iş arıyor. İnsanlar gidiyor ama gidenlerin çoğu Batı’da iyi şirketlerde iş bulma imkanı olan genç beyinler. Oysa gitmek için uğraşan alt orta ekonomik gelir sınıfındaki insanlarımız Batı’da pek iş bulamıyor, hatta bazıları geri geliyorlar gibi bir genelleme yapmak da mümkün.

Türk Devleti okullara mali destek sağlıyor mu?
+M: Devlet, devlet tarafından işletilmeyen hiçbir okula mali destek sağlamaz. Devletten hiçbir yardım almayan Alman, Fransız, Ermeni, Rum ve Türk okulları var.

Müdürler Türkler tarafından mı atanmakta?
+M: Bir Türk Müdür ve bir İngiliz Müdürün görev yaptığı İngiliz lisesinde olduğu gibi, Türk okulu olmayan her okulun iki müdürü vardır. Musevi ve Ermeni okullarında da aynı uygulama vardır. Musevi, Ermeni ve Rum okulları söz konusu olduğunda bazen cemaatimiz tepki göstermekte, “yabancı okullarına Türk müdür atanması doğal, ancak bizlerin Türk vatandaşları olmamız nedeni ile bu uygulama devletin azınlıkları tam vatandaş kabul etmediği anlamına geliyor” diye düşünmekte. Bu bazen kaygı yaratmıyor değil.

Bu müdürlerin ücretlerini devlet mi ödüyor?
+M: Evet, Türk müdürler için ödemeyi devlet yapıyor. Ermeni cemaat okullarına bakan vakıflarımız sadece Ermeni azınlık öğretmenleri için ödeme yapıyor. Tüm Türk öğretmenlerin ücretleri Türk devleti tarafından ödenir. Tüm fen dersleri Ermenice olarak öğretilebilir. Yurttaşlık Bilgisi, Milli Güvenlik, Tarih ve Türk Dili ve Edebiyatı Türkçe öğretilir. Bunun dışında her şeyi Ermenice öğretme yetkimiz var.

Basından Ankara’ya gittiğinizi öğrendik. Devletin Ermeni cemaatine empoze ettiği bazı sorunlarla ilgili olarak yapmış olduğunuz temasların neticesi neydi? Lütfen gayrimüslim vakıflara uygulanan ayrımcı yasalardan ve Ermenilerin “diğer Hıristiyan” olarak nitelendirildiği Kimlik kartları meselesinden bahsedin.
+M: Türkiye’de farklı nedenlerden ötürü vatandaşlara verilen farklı numaralar vardır. Nüfus cüzdanı numarası farklıdır, sosyal sigorta kartında bulunan numara da farklıdır. Yani Türkiye’deki durum herkesin bir sosyal güvenlik numarasının olduğu ve tüm işlemlerin bu numaraya uygun şekilde yürütüldüğü Amerika gibi değildir. Şu anda Türkiye, tüm vatandaşları için buna benzer bir numara üretti. Bu, kimlik numarası olarak adlandırılmakta. Sistemi yeniden yapılandırıyor ve yeni Kimlik kartları dağıtıyorlar. Bunu yaparken, memurlar Hristiyanlığın Katolik, Protestan, Ortodoks ve Doğu Ortodoksluğu gibi dört temel mezhebe ayrıldığını bilmiyorlar bu nedenle işler bazen birbirine karışıyor. İşte bu nedenle memurlar birçok Ermeni asıllı vatandaşın kimliklerine Süryaniler, Keldaniler, Nasturiler gibi grupları içeren “diğer Hristiyan” yazmışlar, bazısına da “Katolik.”

Buna tepki vermek zorundaydık, çünkü bana söylendiğine göre bir insanın kimliğinde “diğer Hıristiyan” yazdığı zaman o kişi artık Lozan Antlaşmasının kapsamına girmiyor, bu nedenle de yarın öbür gün çocuklar Ermeni Azınlık Okullarına kayıt olmakta güçlük çekebilirler ve bazı özel azınlık haklarından feragat etmek zorunda kalabilirler. Bu nedenle Patrikhane insanlara kimlik kartlarını değiştirdikleri zaman dikkatli olmalarını öğütledi. Diğer yandan, bu çelişkinin giderilmesi için Nüfus Kayıt Müdürlüğüne bir mektup yazdım. Yanlışı düzeltmeye çalışacaklarını ifade ettiler. Tavsiyelerimiz üzerine pek çok kişinin geri gidip kimliklerini düzelttiklerini biliyorum.

Evet, kısa bir süre önce Ankara’ya gittik, çünkü devlet yetkililerinden gayrimüslim vakıfları ile ilgili tutumlarını yeniden gözden geçirmeleri dileğinde bulunduk. Müslüman ve gayrimüslim vakıflar aynı imkanlara ne yazık ki sahip değiller. Müslüman vakıflar sadece para değil aynı zamanda emlak da edinebiliyorlar ve istedikleri zaman bunları satabiliyorlar. Ancak Ermeni, Rum ve Musevi vakıfları sadece 1936’ya kadar sahip oldukları gayrı menkulleri ellerinde tutabiliyorlar. 1936 ile 1970 tarihleri arasında gönüllü bağış olarak kabul edilen gayrımenkuller, bunlara daha önce tapu tahsisi yapılmış olduğu halde, birer birer açılan davalarla geri alınıyor ya da eski sahibine veriliyor ya da eski sahibi ölmüşse devlet hazinesine aktarılıyor. Bunun Ermeniler’in Türkiye’de yüzyıllarca sahip oldukları azınlık hakları ile uyumlu olmadığını ve demokratik bir yöntem olmadığını düşünüyorum.

Kaç tane gayrımenkul alındı?
+M: Sanırım 40’ın üzerinde arsa veya bina. Rum cemaatinden yaklaşık 150 veya daha fazla gittiğini biliyorum. Bu doğal olarak takibe devam edeceğimiz bir konu. Bunlardan başka bazı eşitsizlikler var. Örneğin, Türkiye’de azınlıklar isteseler de bazı pozisyonları elde edemiyorlar. Mesela, Müslüman olmayan bir kimse polis olamaz, ya da Ordu’da general… Halbuki, demokratik ve çağdaş bir sistem Türkiye’de tüm vatandaşların eşit imkanlara sahip olmasına izin vermeli.

Sizin Türkiye-Ermenistan sınırına hem Türk hem Ermeni kurbanlar için ortak anıt dikme öneriniz. Bu hangi amaca yarayacak?
+M: Bu yeni bir öneri değil. İlk olarak on yıl kadar önce önermiştim. Sanırım geçen yıl bir hayli okunan Türk yazarlardan biri tarafından da önerilmişti. Ben şuna inanıyorum, ister soykırım, ister katliam veya sürgün veya iç savaş, nasıl adlandırırsanız adlandırın, bu, en iyimser yaklaşımla, politik bir tanımlama olacaktır. Bir din adamı olarak beni kaygılandıran her iki tarafa da aşılanan nefret kültürüdür. Bir sorun var ve bu sorunun her halukarda çözülmesi gerekli. Hem genç Ermeni kuşakları hem de genç Türk kuşakları için geleceğin yolu açılmalıdır. Tanrı öyle bir coğrafya düzenlemiş ki, Türkiye ve Ermenistan işte komşu ülkelerdir. Bu hiçbir zaman değişmeyecektir. Bu iki ülke, halk veya devlet, ya sonsuza kadar düşman olacak, ya da biribirini anlayan, iyi niyetli komşular olacak ve ilişkilerini gelişmesinde sadece fayda gören taraflar olacaklardır. Bir din ve ahlak hocası olarak, beni kaygılandıran şeylerin en başında gelen nefrettir. Her iki halkın da birbirlerini affedebilmeleri için bir yol olmalı. Benim görevim insanlara bağışlama ve af olmadan barış olamayacağını anlatmaktır. Keşke her Türk insanı Ermeni, ve her Ermeni insanı Türk şehitlerini saygıyla ansa, 1915’te veya başka olaylarda hayatını kaybeden tüm şehitlere saygı duyulsa. İfade etmeye çalıştiğim şey ahlaki bir ilkedir.

Bu öneri karşısında Türkiye’deki dini veya kültürel odakların tepkisi ne oldu?
+M: Sanırım olumlu. Bu düşünce tarzını destekleyecek çok sayıda Türk din adamının ve entelektüelin olduğunu düşünüyorum. Bu sorunun bir kereden ve kati şekilde çözüme ulaşmasından memnuniyet duyulmalı, çünkü hayat devam etmek zorunda. Bugünkü durumdan ne Ermenistan ne de Türkiye fayda sağlıyor. Bazı insanlar bu konunun politik anlamda kullanılabileceğini düşünüyor olabilirler, ancak sonuç olarak bakıldığında hiç kimseye faydası yok. Ve bugünkü durum devam ettikçe nefret giderek daha fazla derinleşecek. Bunun bize veya herhangi bir kimseye yararı olabilir mi?

Türkiye Ermenileri cemaati olarak bizler çok hassas bir konumdayız, çünkü biz iki veya daha fazla ateşin arasındayız. Aynı zamanda bizler her iki kültürü de barındıran kendine özgü bir kimliğe sahip insanlarız. Biz Türkiye’de yaşıyoruz. Bir Amerikan Ermeni’sinin kendini Amerikalı hissetmediğini nasıl söyleyebilirsiniz? Aynı şey burada doğup büyüyen, Türk kültürünü, edebiyatını ve müziğini seven Türkiye Ermenileri için de geçerli, ama unutmamalı ki bu kişi aynı zamanda kendini Ermeni olarak da hissetmektedir. Biz her iki kültüre de aidiz, bu yüzden bu aynı anda iki kişiye aşık olmak ve aynı zamanda acı çekmek anlamına geliyor çünkü sevdiğiniz kişiler, her ikisi de, size güvenmiyor. Ermenistan’da ve Diaspora’da yaşayanlar, Türkiye Ermenilerini Türkiye’de yaşamaya devam ettikleri için Turkofil yani Türksever olarak adlandırıp tam Ermeni olarak görmüyorlar, ve Türkiye’de de, kendi kültürlerini, kimliklerini ve etnik duygularını yaşattıkları için güvenilir olmadıkları gerekçesi ile Türkler kendi vatandaşları olan Ermeniler’e güvenmiyor. Bu her Türkiye Ermeni’sinin hissettiği bir şey.

Neden siz ve Patrik Torkom Ermenistan-Diyaspora Konferansına katılmadınız?
+M: Patrik Torkom bir tıbbi checkup için New York’ta bulunuyor. Bize gelince, Ruhani Kurulumuz üyeleri ve şahsi danışmanlarımızla, ayrıca cemaatimizin ileri gelen yöneticileriyle bir dizi istişarede bulunduk. Konferansın dini bir toplantı olmadığı düşüncesi hakimdi, ayrıca kilise hiyerarşisinin bir numaralı yöneticisi olan Vehapar zaten katılıyor ve Ermeni Kilisesi orada temsil edilmiş oluyordu. Biz ve danışmanlarımız da cemaatimiz adına Konferansa gözlemci olarak beş kişi göndermeye karar verdik. Beşi, Patrikliği ve cemaatimiz adına gözlemci olmak üzere, sanırım yaklaşık yirmi kişinin İstanbul’dan gittiğini biliyorum. Benim orada bulunup bulunmamamın çok önemli olduğuna inanmıyorum. Gatoğigos da oradaydı zaten. Biz de bu nedenle iyi dileklerimizi ve gözlemcilerimizi gönderdik. Temmuz’un ilk yarısında Ruhani Kurul toplantısına katılmak üzere zaten Ermenistan’a gideceğim.

Tüm Ermeniler Gatoğigosluğu ile olan ilişkileriniz nasıl?
+M: Bizim İstanbul’daki yaklaşımımız şöyle: Ermeni Kilisesi’nin tümünü ilgilendiren konularda Tüm Ermeniler Gatoğigosluğu’nun birincil konumunu ve yetkisini tanıyor ve saygı duyuyoruz. Kendi yetki alanlarımız dahilindeki özerkliğimizi ve yetkilerimizi ise korumaya devam edeceğiz. Eçmiyadzin, Kilikya ve Kudüs patriklikleriyle ilişkilerimiz, bu önem sırasına göre, iyi bir şekilde seyir etmektedir. Patrik sıfatıyla açtığım her bir Rabbin Sofrası’nda kilisenin dört ana makamları için dua ederim. Bu meyanda, siyasetin kilise hayatına bulaşmamasını diliyorum. Ermeni Kilisesi’nin genelde ruhani ve kültürel mirasımızın bekçisi olduğunu söylüyoruz, ancak diğer taraftan kiliseye düzenli gidenlerin sayısı dünyanın her yerinde çok düşüktür. Halep veya İstanbul gibi çok gelenekçi olduğu söylenen cemaatlerde bile kiliseye gidenlerin oranı ne yazık ki sadece yüzde 5, belki bazen yüzde 10’dur, ve elbette bunun başlıca nedeni kilisenin zamana uyması gerekliliğidir. Klasik Ermenice ve uzun ayinlerle bu çağda aşırı gelenekçilikle nereye varılabilir? Halbuki dikkatimizi çocuklarımızın ve gençlerimizin günlük hayatına ve yaşadıkları sorunlara çevirmeli, değerlerimize bu boyutta sahip çıkmaya ve onlara bugünkü yaşam tarzı içerisinden anlam arz eden bir şekilde aktarmaya odaklanmalıyız. Dualarım iki gatoğigosumuzun ve iki patriğimizin ve tüm episkoposlarımızın bir şekilde bu konuları konuşmak için bir araya gelmeleri ve teolojik esaslara ve toplumumuzun kimliğinin esas dokularına dokunmaksızın çok yakın bir gelecekte Ermeni kilisesinde bazı yenilikler yapılması konusu ile ilgilenmeye başlamalarıdır.

Ermenice olmayan ayinlerin önemli olduğuna inanıyor musunuz?
+M: Vatikan bunu yapabildi. Yerel dile bazı imtiyazlar tanınmalıdır. İstanbul’da halkın Ermenice bilmediği bazı semt cemaatlerimiz var. Bazı lehçeleri konuşuyorlar, ama ne İstanbul Ermenicesini, ne de bizim kilisede kullandığımız Ermenice’yi biliyorlar. Şimdilik yapmakta olduğumuz uygulama şu şekilde: klasik Ermenice kullanıyoruz ama vaaz sırasında mümkün olduğunca basit Ermenice kullanıyoruz. Havarilerin mektuplarını ve İncil bölümlerini ise modern Ermenice, hatta bazen Türkçe olarak okuyoruz. Kayseri, Hatay, Harput veya Sivas’ta ne yapardınız? Kendilerine ait, bizim konuşmadığımız bazen anlamakta zorlandığımız bir lehçe ile konuşuyorlar. Bu durumda, biz de Türkçe’yi kullanıyoruz. Türkiye’de günden güne büyüyen ve misyonerlerin başlattığı gruplar var. Pek çok Türk genci, ve ayinlerin Ermenice olması nedeni ile anlayabileceği şekilde yeterli ruhani ilgi ve destek bulamayan bir çok Ermeni genci bu tür gruplara gitmeyi tercih ediyorlar. Ya onların bunu yapmalarına göz yumacağız, ya da onların anlayabileceği bir şekilde öğretimizi onlara ulaştıracağız.
Onlara “önce Ermeni olun, sonra ruhunuzu kurtarırsınız” diyemeyiz. Bu, kilisenin karşı karşıya olduğu bir ikilem. Çünkü Ermeni Kilisesi’nin iki ana görevi vardır. Bunlardan biri evrensel Hristiyanlık görevidir, yani İncil’deki hakikatin tebliğ edilmesi. İkinci görev ise Ermeni Kilisesi’nin çağlar boyunca Dünya Hristiyanlık kültürüne yaptığı katkının, bu değerlerin korunmasıdır. Bunları bizim yapmamız gerekiyor. Bu görevlerden birinin diğerini engellememesi gerekir. Eğer bir etnik klüp, ve sadece Ermeni özelliklerinin bir kulübü haline gelirsek, o zaman belki de İncil vaaz edemeyecek bir duruma düşebiliriz. Ben, kendi yetki bölgem dahilinde bu konuları düşünmeye mecburum. Ermeni Kilisesi’nin tümü ele alındığında tabi bunlar o kadar kolay çözümlenecek sorunlar değil. Bir sonraki episkoposlar konseyi toplantısında sanırım bu konulardan bazıları ele alınabilir ve komisyonlar kurulabilir. Zaten öneriler var. Bu gibi şeyler öyle gelişigüzel bir şekilde yapılamaz.

Yorumlar kapatıldı.