İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Radikal – Van´da derine dalmak

Dalgıçların, gölün derinliklerinde rastladığı mezar taşında Ermenice yazı var. Dipte yatan amforaya daha önce doğu ve güneydoğuda rastlanmamıştı.


İSMAİL SAYMAZ

İSTANBUL – Van Gölü’nde sualtı araştırmaları
yapan bir grup dalgıç, gölün sığ sularında tanık oldukları tarihsel ve doğal mirası, belgesel haline getirdi. ‘Van Derya: Yükseklerden Derine Dalmak’ adlı belgeselde, soyu tükenmek üzere olan incikefalinin ilk görüntüleri ve ‘yeraltındaki peribacaları’ olarak bilinen ‘su dikitleri’ de var.

İstanbul Üniversitesi Sualtı Teknolojileri Bölümü Program Başkanı Yrd. Doç. Murat Egi’nin öncülüğünde bir araya gelen Boğaziçi Sualtı Araştırmaları Merkezi (BSAM) üyesi 25 genç, aslında gölün sırlarını değil, ‘Dalış Fizyolojisi ve Vurgun’u araştırıyordu.

İlk gün su altında bir mezar taşı görülünce araştırma yön değiştirdi. Çarpanak Adası’nın çevresini tarayan ekip, üzerinde Ermenice harflerin yer aldığı bir levha buldu. Ekip aynı levhayı adada da görmüştü. Mezar taşı, belki de bölgeden kaçan bir Ermeni’ye aitti. Belki de bir Ermeni, annesinin mezar taşıyla birlikte göçüyordu ki, taş denize düşmüştü…

Araştırmalar, açığa doğru kaydırıldı ve 25 metre derinlikte sürdürüldü.

Bilindiği kadarıyla suyun içerdiği ‘bazik’ oranı, ‘inci qkefali’ ve gözle görünmeyen mikroorganizmalar dışında başka bir canlının yaşamasına olanak tanımıyordu. İncikefali, Avrupa Hayvanları Koruma Birliği’nce nesli tükenmekte olan bir balık olarak ‘kırmızı listeye’ alınmıştı.

Egi’ye göre, doğal ortamında hiç görüntülenmeyen incikefali ile karşılaşmak, bir mucize sayılırdı. Egi, “Avlanma kurallarına dikkat edildiği için hem sayıları
artıyor hem de boyları uzuyor. Eskiden 13 santim olan boyları, 17 santimi bulmuş” dedi.

Sualtında 2 bin 915 dakika

Ekip, ‘vurgunu’ sınamak için daldığı derinliklerde 118 dalış yaparken, 2 bin 915 dakika sualtında kaldı. Göl derinliklerine inildikçe, tanık olunan mucizeler de artıyordu. İlk olarak bir ‘amfora’yla karşılaştılar. Ekipteki şaşkınlık,
İstanbul’da da sürmüştü.

Amforayı inceleyen uzmanlar, “Bu bir ilk” demişti. Çünkü, eski çağlarda tahıl, şarap ve zeytinyağı taşınmasında kullanan küplere, daha önce Doğu ve Güneydoğu’da rastlanmamıştı. Akdeniz ve Orta Anadolu’da rastlanan amforaların, ticari ilişkiler sonucu bölgeye taşındığı tahmin ediliyordu. Ancak Urartulara ait olmadığı ortadaydı.

Canavar değil dinozor

‘Vurgun’ olasılığı giderek azalırken, bu kez de ‘su dikitleri’yle karşılaştılar. Egi, ‘mikrobiyalit’ adı verilen su dikitlerinin, ‘sualtındaki peribacaları’ olarak da bilindiğini anımsatıyor. Ender rastlanan sualtındaki peribacalarının, gölün kimi bölgelerinde 40 metreye kadar ulaştığını
belirten Doç. Egi, “Bu uzunluktaki dikitler, yalnız Van Gölü’nde bulunuyor. Biz iki-üç metre uzunluğundaki dikitleri görüntüleyebildik” dedi. Egi, su dikitlerinin çağlar boyunca oluştuğunu söyledi ve ekledi:

“Van Gölü, belki ‘canavar’ doğurmadı. Ama ‘dinozor’ gibi yaşlı olduğu açık. Artık görev, bilim adamlarının.”

İstanbul’a dönen ekip, tanık oldukları ihtişamı belgesel haline getirmek için kolları sıvadı. Bu, Van’ın derinliklerini işleyen ilk belgesel olacaktı.

‘Vurgun yemedik’

Projenin eğitmen dalıcısı ve yönetmeni Togay Şenalp, “Hiçbirimiz vurgun yemedik. Dikkatli davranıldığında, yenmeyeceğini de gösterdik. Ayrıca, Van Gölü’nün derinliklerini bilim adamlarına açtık” dedi. Ekibin attığı her kulaç, Van Gölü’nün bilinmeyen yüzünü aydınlığa kavuşturmuştu. Ve baştan sona, ‘el emeği göz nuru’ bir belgesele imza atmışlardı. Belgeselin müziklerini de Şenalp hazırladı.

Evliya Çelebi, bundan asırlar önce Van Gölü’ne ‘Van Derya’ demişti. ‘Göl’ demek, hem Çelebi’ye hem de kendilerine haksızlık olacaktı.

Bu, ‘Van Derya’da ‘Yükseklerden Derine Dalmak’tı. Ve ışıklar söndü…

Yorumlar kapatıldı.