Haberin tamamı şöyle…
‘Ararat’, tarihi olayların dinmeyen acısını, bugün Kanada’da yaşayan
Ermenilerin kendileriyle ve geçmişleriyle hesaplaşmalarına koşut olarak işleyen,
tutarlı ve başarılı bir film. Biçimsel düzeyde ustalıklı, duyarlı bir
çağdaş sinema örneği.
Türk izleyici olarak, önce anlamaya çalışmamız; sonra da hoşgörüyle,
kimi sahnelerin getireceği duygusal ve
‘milliyetçi’ tepkilerin tuzağına düşmememiz gerekiyor.
Kendilerini arayan karakterler
Anlamaya çalışmalıyız, çünkü, 1915’te doruk noktaya ulaşan katliamın
(Atom Egoyan’a göre tartışmasız soykırımın) dehşetini kuşaklar boyunca
içinde taşımış, sıcak tutmuş olan Ermeniler, bugün bile çok acı çekmekteler.
Yaralar kapanmamış; tam tersine, daha çok kanıyor sanki. Kendilerini ve
tarihi sorgulamakta, sorumlulukların resmen tanınmasını istemekteler.
Ermenilerden bugün dahi nefret ettiğimizi düşünenler bile var aralarında…
Atom Egoyan, filmin değişik karakterleri arasındaki ince bağları,
birbirlerini suçlarken aslında kendilerini aradıklarını son derece gerçekçi
bir senaryo eşliğinde tüm karmaşıklığıyla vermeyi başarıyor. Güncel
yaşamı işlerken manikeist felsefenin tuzağına düşmüyor. Ancak, 1915’te
atalarının yaşadığı katliam söz-konusu olduğunda, Türk resmi tarihine
karşı, bir anlamda Ermeni resmi tarihini savunuyor. Belki de acılar dinmediği
için yeterince soğukkanlı ve mesafeli olamıyor. Kuşaktan kuşağa
devredilen geçmişin dehşetinden kesinlikle Türkleri sorumlu tutuyor.
Bu nedenle de zaman zaman tarihi hatalara bile düşebiliyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun,
sorumluluğunu Türkiye Cumhuriyeti’ne miras bıraktığını vurgulamak için,
ayyıldızlı bayrağı o günlerin bayrağı yapmaktan çekinmiyor. Son derece
iyi hazırlanmış senaryoya sahip olan film, birkaç dakika sonra hafifletici
nedeni açıklayıveriyor: Bir yaratıcı sanat ve şiirsellik adına, tarihi
ayrıntılar karşısında kendine zaman zaman bazı özgürlükler tanıyabilir.
Bazı tarihsel hatalar da var
Atom Egoyan, ayyıldızlı bayrak altında silah çeken askerlerin nasıl
barbarca davrandığının altını defalarca çizmek hakkını kendisine tanımış
oluyor böylece. Yapılan işkenceleri, ırzına geçilen kadınları, öldürülen
çocukları uzun uzun görüntülemektem çekinmiyor. Tarihsel gerçeklerin gündeme
geldiği bazı diyaloglarda Türkiye’nin tezlerini de kısaca özetlemeye özen
gösterse de, bu nesnellik kaygısı genelde karşıt tezi güçlendirmeyi
hedefliyor. Dikkati çeken ve kuşkusuz son derece bilinçli olarak kullanılmış
bir diyalogda, Hitler’in kendisine yöneltilen bir uyarıya verdiği yanıt
aktarılıyor:
"Boşverin, Ermeni soykırımını bugün hatırlayan var mı ki!"
Tarihi sorumluluk, filmin ana temasını oluşturmakta. İlk gösterimin ardından
yapılan basın toplantısında, Egoyan ve eşi Arsinee Hancıyan politik
polemiklere düşmek istemediklerini söyleseler de ‘Ararat’ yer yer sırıtan ‘mililitan’
yaklaşımıyla, köktenci bir çizgiye kaymaktan kurtulamıyor.
İşte bu nedenlerle hoşgörülü olmamız gerekmekte. Onların acılarının
temel nedenlerini anladıktan sonra, terörizmin yeniden hortlamasına olanak
tanımadan, nefret ve kin duygularından arınmış bir geleceği nasıl
kurabileceğimizi düşünmek zorundayız.
Gelecek için umut ışığı vermiyor
‘Ararat’ın temel zayıflığı da zaten bu noktada somutlaşıyor. Tarihi
hesaplaşmanın ötesinde geleceğe dönük bir umut ışığı veremiyor. Atom
Egoyan filminin Ermeniler için değil herkes için yapılmış bir film olduğunu
defalarca vurgulamak ihtiyacını hissediyor. Soykırım üzerine bir film hazırlayan
yaşlı Ermeni yönetmen rolünü oynayan Charles Aznavour, Türklerle diyalog
kurmanın önemini, genç kuşakların bu diyalog sayesinde Ankara’nın soykırımı
tanımayan resmi politikasını değiştirmekte etkili olacakları umudunu dile
getiriyor.
Ancak, filmin genel yaklaşımı ve yukarıda sözünü ettiğim kimi
sahnelerin gereksiz yere uzatılması, Türklerle kurulmasına çalışıldığı
söylenen iletişimi ve uzlaşmayı zorlaştıracak, hatta olanaksız kılacak
nitelikte.
İşte bu nedenlerle, basın toplantısında benzer görüşleri vurguladıktan
sonra, filmin İstanbul Film Festivali’nde gösterilebilmesini savunacağını
ekleyen Atilla Dorsay dostumuzu hepimiz alkışladık ama, bu girişimi yaşama
geçirebilmek için çok çaba harcamak gerekeceği ortada. Aslında bu çaba gösterilmeli.
Çünkü her toplum, kendi tarihinin kara sayfalarıyla er geç hesaplaşmak
zorunda değil midir? Sinema, hele düzeyli bir sinema, bu hesaplaşmayı gündeme
getirmekte son derece etkili bir silah.
‘Tarihi anlatmak gerekir, yaşam ise yaşanmalıdır’
‘Ararat’ın gösteriminden bir gün önce basına dağıtılan ve film afişi
dışında hiçbir fotoğraf içermeyen dosyanın ilk sayfasında iki satır yer
alıyor: "Tarihi anlatmak gerekir. Yaşam ise yaşanmalıdır." İmza:
Atom Egoyan.
İkinci sayfada filmin konusu şöyle: Bir ressam annesinin portresini çizer.
Bir yönetmen hayatının filmini çeker. Genç çocuk gümrükten geçer. Genç
kadın, babasının nasıl kaybolduğunu anlamak ister. Konferanslar veren kadın,
kendi tarihini unutmak için tarihten yararlanır. Kötü bir adamı yorumlayan
oyuncu, bunun sonuçlarının tartmamıştır. Bu kişileri birbirlerine
Ermenistan tarihi bağlar.
Ardından, Egoyan kendisini şöyle tanıtıyor:
"Ben, Ermeni ve Kanadalı bir film yönetmeniyim. Bu nedenle, Ermeni
halkının benzersiz tarihini konu alan bir film yapmayı hep düşündüm. Bir
kitabı uyarlamak çekici gelebilirdi ama, benim için önemli olan öykünün köklerinin
bugüne uzanmasıydı. Böylece, bu önemli tarihin yeni kuşaklar üzerindeki
etki ve izlerini göstermem mümkün olacaktı.
‘Gerçeği ruhen duyumsatmak istiyorum’
"Amacım, insanın ve maddenin yok edilmesinin belirgin sonuçlarını göstermenin
ötesinde, bu korkunç gerçeği izleyiciye ruhen duyumsatabilmekti. ‘Ararat’,
soykırımdan sonra kendimizi toparlayıp doğru yolu bulabilmek için verdiğimiz
savaşta, sanatın oynadığı rolü vurgulayan bir film. Alabildiğine kişisel
bir yapıt. Bir soykırımın öğütüp götürdüğü sadece insanların yaşamı
değil, içimizde olan insalıktır da. Tarihi anlatmak gerekir. Yaşam ise yaşanmalıdır.
Film içindeki filmde tarihi olayların yeniden canlandırılmasına çalışılırken,
öykünün bugünkü karakterleri, yaşamlarını kişisel ihtiyaçları doğrultusunda
kurmaya çabalamaktadırlar. "
Atom Egoyan Cannes öncesi, Kanada ve Amerikan basını dışında ‘Ararat’la
ilgili olarak konuşmak istemiyordu. Cannes’da dağıtılan basın dosyasında,
yönetmenle yapılan uzun bir söyleşi de yer alıyor. Egoyan kendisine
yoneltilen Ermeni kültürünün ve dilinin yaşamınızdaki yeri nedir?’
sorusuna şu yanıtı veriyor:
"Mısır’dan Kanada’ya küçükken göç ettiğimizde Ermenice
anadilimdi. Ailem bu dili konuşmaya zorlamadı beni; altı yaşımda büyükannem
başka bir kentte taşınınca,
İngilizce ağırlık kazandı. Victoria’da yaşayan tek Ermeni ailesiydik.
18’ime kadar Ermeni kültürünün temel değerlerinden uzakta kaldım. Ama başkalarından
farklı olduğumun bilincindeydim. Ve tabii, Türklerin bizim tarihsel düşmanlarımız
olduğu düşüncesiyle yetiştirildim. 1978’de Toronto Üniversitesi’nde
siyasal bilgiler okumaya başladığımda o günlerin politik sorularıyla karşı
karşıya kaldım."
Yorumlar kapatıldı.