İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Aksiyon: Süryaniler… Azınlık mı, değil mi?

Aksiyon dergisinin 2 Mart 2002 tarihli 378.sayısında, Rahime Sezgin ve Murat Uçar, Suryanilerin Azınlık olup olmadıklarını tartışıyor ve diaspora Ermenilerinin Suryani cemaatini kışkırttığını iddaa ediyor.


Rahime Sezgin / Murat Uçar

Lozan Barış Antlaşması’nda azınlık olmayı reddeden Süryaniler yeni Vakıflar Yasa Tasarısı kabul edildiği takdirde azınlık statüsüne alınacaklar. Ancak Ermenilerin kendi iddialarını güçlendirmek için diyasporadaki Süryanileri kullanmaya çalıştığı bir dönemde tasarı ayrı bir önem arz ediyor

Kökenleri beş bin yıl öncesine dayanan Süryaniler dilleri, inançları, kültürleri ile yıllarca Anadolu’nun değişik bölgelerinde varlıklarını sürdürüp farklı bir renk oldular. Tarihin hiç bir döneminde devlet olamayan bu millet, ataları olan Aramiler ve Asurlular’ın yaşadığı Anadolu topraklarını terk etmeyip kendilerini, birlikte yaşadıkları milletlerin bir parçası olarak kabul ettiler bugüne kadar.

Zaman zaman farklı nedenlerle gündeme gelen Süryaniler son olarak yeni Vakıflar Yasa Tasarısı ile hatırlandı. Şimdiye kadar ‘azınlık’ olarak kabul edilmeyen bu milletin adı ilk defa azınlık milletleri arasında sayıldı. Üstelik Lozan Antlaşması’nda bu hakkı kazanlamalarına rağmen azınlık statüsüne girmeyen Süryaniler, bu sefer ‘azınlık’ fikrine soğuk bakmıyor.

Peki ne oldu da kendini TC. vatandaşı gören bu cemaat azınlık fikrine sıcak bakmaya başladı?

Süryaniler neden azınlık olmak istiyor?

Çünkü isteyerek azınlık statüsüne girmeyi reddeden Süryaniler, Lozan’dan bu yana zaman zaman sıkıntılı dönemler yaşadılar. Kimi yerel yöneticilerden kaynaklanan nedenlerden dolayı kendi okullarını açamayan Süryaniler 1980’li yıllara kadar dini eğitimlerini, Mardin’deki Darul Umur ve Darul Zeferan manastırlarında veriyorlardı. Katolik cemaati ise dini eğitim alacak gençleri Katolik Süryaniliğin merkezi Lübnan’a gönderiyordu. Ancak 1980 ihtilalinden 2 sene sonra basında başlatılan bir kampanya ile Süryani cemaati oldukça sıkıntılı dönemler yaşadı. Manastırlarda dini eğitim verdikleri için ‘Hıristiyani irtica’ ile suçlanan cemaat bundan vazgeçmek zorunda kaldı. Cemaat bundan dolayı biraz da içine kapandı.

Ermenilerin ekmeğine yağ sürdük

Süryanilerin bu durumu, yıllarca soykırım iddiası konusunda Avrupa’yı ikna edemeyen Ermenilerin işine yaradı. Çürkü sırf Hıristiyan oldukları için Türkler tarafından katledildiklerini söyleyen Ermenilerin bu iddiaları, Avrupalıların ‘Eğer bu iddianız doğru olsaydı Süryaniler de soykırıma uğramış olmalıydı’cevabıyla çürütülüyordu. 1980’den sonra Süryani cemaatinin yaşadığı sıkıntıları ganimet bilen Ermeniler, diyasporadaki Süryanileri ‘bir Süryani soykırımı’ konusunda ikna etmeye çalışıyordu. Hatta bu konuda kısmi başarılar da kazandılar.

Oysa bu millet hem Selçuklu hem de Osmanlı döneminde sadık bir millet olarak üst düzey devlet görevlerinde bulunmuştu.

Her zaman yaşadıkları topluma sadık olan ve baş kaldırmayan Süryaniler, Osmanlı İmparatorluğu döneminde vergilerini ödemiş, askerliklerini yapmış ve devletle barışık yaşamışlar.

Diasporadaki bir kısım Süryaniler, tabiri caiz ise Ermenilerin dolduruşuna gelip sözde ‘Süryani Soykırımı’ meselesini dillendirirken, Türkiye’deki cemaat üyeleri buna pirim vermedi.

Süryani Katolik Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Zeki Basatemir, Ermeni olaylarına adlarının karışmasının inançlarından kaynaklandığını düşünüyor. Süryaniler, kendilerini dinlerinin en orijinal halini muhafaza eden bir Hıristiyanlık kolu olarak görüyor. Basatemir, “Süryaniler tarih boyunca hep itaatkâr bir topluluk oldular. Hiç bir zaman devlet kurma sevdasına kapılmadılar. Sadece yaşadıkları toprakların vatandaşları ile aynı haklara sahip olmak istediler. ” diyor.

Lozan Antlaşması’nın hazırlandığı dönemde Misak–ı Milli sınırları içinde yaşayan bütün Hıristiyan azınlıkların temsilcileri Lozan’a çağrılır. Ermeni, Rum ve Yahudi azınlıkların temsilcileri Lozan Barış Antlaşması’na katılıp statülerini belirlerler ve böylelikle birtakım haklar elde ederler. Fakat alt komisyonlara katılan Süryani liderleri görüşmeler sonucunda azınlık hakkını almak istemez. Azınlık kabul edilen toplumlar kendi dillerinde eğitim yapabilmek, vakıf kurmak, vakıflarına mal bağışlayabilmek gibi haklara sahip olurken Süryaniler bu haklardan mahrum kalırlar. Süryaniler Lozan’dan sonra Türk olarak kabul edilirler ama uygulamada azınlık gibi algılanıp, öyle muamele görürler. Lozan Barış Antlaşması’nın yapıldığı dönemde Süryani milletini temsilen liderlerinin de azınlıklar ile ilgili komisyonlara çağrıldığını belirten Basatemir, Süryanilerin o zamanki lider tarafından temsil edildiğini söylüyor. Basatemir, “O zaman Süryaniler’e özellikle Amerikalılar tarafından, gelin haklarınızı arayın gibi öneriler gelmiş. Ama daha önce de söylediğim gibi Süryaniler her zaman yaşadıkları topluma sadık olmuşlardır. O dönemde de kendilerine vadedilenlerin aksine kendilerini kendi devletlerine daha yakın görmüşler. O zamanki dini lider, cemaatin de görüşlerini alarak Lozan’da ‘Biz kendimizi azınlık olarak görmüyoruz, biz bu devletin, bu milletin bir parçasıyız’ görüşünü benimsemiş. O konuşmaların ışığında Lozan’da azınlıklara verilen haklardan istifade etmemeyi öngörmüşler. Bu Süryanilerin kendilerini TC vatandaşı olarak gördüğünün bir göstergesidir” diyor.

Yıllarca yaşadıkları topraklarda hiçbir sorun ile karşılaşmadıkları için Süryaniler, kendilerine haklarını aramaları doğrultusunda yabancıların yaptıkları teklifleri de sıcak bulmuyorlar. Öte yandan Zeki Basatemir Süryanilerin Ermeni, Rum ve Museviler gibi okul açma, dillerini öğretme, vakıf kurma gibi bir çok haktan faydalanamadığını da belirtiyor.

Yeni kanun ne getirir?

Peki yeni Vakıflar Kanunu ne getiriyor.? Şu anda hükümetin önünde bekleyen yeni Vakıflar Yasa Tasarısı’nın kabul edilmesi durumunda Süryaniler artık azınlık statüsüne gireceği gibi azınlık vakıflarının statüsü de tamamen değişecek.

1936 yılından bu güne kadar geçerli olan azınlık vakıfları üzerindeki mal edinme yasağı ortadan kalkacak. 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren İçişleri ve Dışişleri bakanlığının uygun görüşü ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kararı ile iktisap edilen taşınmazlar azınlık vakıflarının listesine eklenecek. Ayrıca 1936 yılından beri hiçbir şekilde mal ediniminde bulunamayan azınlık vakıfları mal edinebilecek. Yeni yasa tasarısının kabul edilmesi halinde Süryanilerin konumunun ne olacağını bilmediklerini söyleyen Basatemir, bu konuda kendilerine herhangi bir bilginin ulaşmadığını belirtiyor. Azınlık statüsüne alınıp alınmayacakları konusunda bir şey öngöremeyeceğini belirten Basatemir, şöyle devam ediyor: “Ama siyasi görüşümüzü sorarsanız biz Süryani topluluğu olarak Türkiye’de yaşamaktan ve TC vatandaşı olmaktan memnunuz. Biz ayrıcalıklı haklar istemiyoruz. Bize vatandaşlık haklarımız verildikten sonra artı birşey istemiyoruz.”

Güneydoğu’dan göç

1960 yılına kadar ağırlıklı olarak Güneydoğu bölgesinde yaşayan Süryaniler ekonomik şartların bozulması, yeni kuşakların Süryani kültürünü tam alamamasından dolayı uğradıkları kültürel erozyon ve PKK’nın bölgedeki etkisi sonucu göç etmeye başladı. Türkiye’de İstanbul ilinde yoğunlaşan Süryanilerin bir kısmı da Avrupa’ya göç etti. Şu anda 6.5 milyon Süryaninin 15 bin kadarı Türkiye’de yaşıyor. Süryaniler yaşadıkları yerlerden göç etmekle birlikte arkalarında bir çok tarihi eser ve yapı ile gelenek ve kültürlerini bıraktılar.

Zorunlu olarak yaşanan bu göçlerin sonucunda geride bir çok mülkü ve araziyi bırakan Süryanilerin en büyük problemlerinden birinin vakıflar konusu olduğunu söyleyen Basatemir, Süryani cemaatinin Güneydoğu bölgesinden göç etmesi ile birlikte cemaate ait birçok vakfın ve vakıf mallarının heba olduğunu belirtiyor. Basatemir şöyle devam ediyor: “Bizim cemaat olarak en büyük sorunumuz vakıflar ile ilgilidir. Şu anda Mardin’de paha biçilmez değerde vakıflarımız var ama cemaatimiz Mardin’den göç edip İstanbul’a gelince orada bunlardan yararlanan cemaat kalmamış. Kanunlardan dolayı da oradaki Süryanilere ait mülkleri satıp, ya da buraya getirip yararlanamıyoruz. Halbuki oraya akan hayrat aynı amaçla ve yine Misak–ı Milli sınırları içinde ve yine aynı cemaat tarafından kullanılacak. Şu anda Mardin’de 5– 10 aile bulunuyor. Fakat İstanbul’da binlerce Süryani ailesi bulunuyor. Kiliselerimiz var. Kiliseye bağlı akarlar ve dükkanlar var. O akarlarla, o paralarla kiliselerin, manastırların tamiri yapılabilir. Tarihi eserler orada çürüyor. Fakat kanunlar izin vermediği için buraya getiremiyoruz. Bizim güzelim manastırımız başka amaçla kullanılıyor Güneydoğu’da şimdi. Bütün bunlar oradaki vakfın güçsüzlüğünün neticesi. Ekonomik güçsüzlük, oradaki vakfın kendine ait malları kullanamamasının neticesi”.

Üç ay önce Valilik nezdinde yapılan bir toplantıda Süryani vakıflarının tek bir çatı altında toplanmasını sağlayacak hukuksal bir statü önerdiklerini söyleyen Basatemir, böylelikle toplanan paralar ile Süryanilere ait tarihi eserlerin korunmasının, onarılmasının mümkün olacağını belirtiyor. Ayrıca gelir getirmeyen vakıfların da Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün nezareti altında satılarak gelir getirecek bir vakfın kurulmasının önemini vurgulayan Basatemir bir kültüre sahip çıkılması gerektiğini vurguluyor.

Süryani camaati yine yaşadıkları topraklarda devletleri ile barışık yaşamayı tercih ediyorlar. Hazırlanan yasa tasarısı ile vakıflar konusundaki problemlerinin de çözüleceğini ümit ediyorlar. Kaybolmakla yüz yüze gelen Süryanilerin lisanı Aramca’ya sahip çıkılması bir milliyetçilik sorunu olmadığını, bu dilin kaybolmasının insanlık tarihi için bir kayıp olduğunu düşünüyorlar.

Yorumlar kapatıldı.