İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Gündüz Aktan: Asıl sorun – RADİKAL

AB’nin, dünya savaşlarının yıkıntılarına sahne olan Avrupa’da savaş
ihtimalini ortadan kaldırmak için kurulduğunu düşünürüz. Yahudi
Holokost’unun etkileriniyse ihmal ederiz. Oysa savaşlar ne kadar yıkıcı
olursa olsun insanlık tarihinin birer parçası. Altı milyon Yahudi başta, Çingenelerin,
sakat ve delilerin yok edilmesi olan Holokost ise tarihte daha önce hiç vuku
bulmamış bir olay. Uygarlığın, zirveye ulaştığı bir coğrafyada bir
anda sona ermesi, büyük bir boşluk, geçmişle büyük bir kesinti. Hıristiyanlık
ve Rönesans hümanizmasının gelip dayandığı çıkmaz. Acının ders niteliğini
kaybedecek boyutlara varması. İnsanın bilinmeyen korkunç kötülük yeteneğini
açığa çıkararak ve ileride de tekrarlanabileceği kuşkusunu yaratarak özgüvenini
ebediyen sarsan bir olay. Sürekli olarak hatırlanması gereken, ama bağışlanması
mümkün olmayan bir facia.

İnsan haklarına saygı, azınlıklıkları korumak, liberal demokrasiyi
yerleştirmek gibi AB’nin değerler sistemini oluşturan ne varsa, kendi başlarına
otonom değerler olma niteliğini yitirdiler; bir daha Holokost olmasın diye
bir tür savunma mekanizması olarak yeniden oluşturuldular. Bu nedenle AB bu
değerleri yalnız kendi içinde değil, sanki başka yerlerde de benzer
holokostlar olmuş ya da olabilirmiş gibi, kendi dışında da var gücüyle
savunuyor. Bu değerleri, tarihi süreçlerin bir ürünü olmaktan ziyade, her
şart altında derhal alınması gereken, alınmazsa facialara yol açabilecek
önlemler olarak düşünüyor.

Oysa Türkiye gibi birçok ülkede, diğer nedenler yanında, insan hakları
ve demokrasi soykırım potansiyeline karşı bir önlem olarak algılamadığından,
bu alanlardaki ilerlemeler için aynı istical gösterilmiyor. Kaldı ki insan
hakları ve demokrasi, soykırım zehrine karşı antidot da değil.

Soykırım patolojik önyargı ve ırkçılığın nihai aşaması. Her kültürde
yabancılara karşı biraz önyargı bulunabilir. Ama bunun habis hale gelmesi
çok farklı bir şey. Bunu analiz etmek yerine, normatif bir hedef olarak insan
haklarına saygı ve demokrasiye ağırlık vermek istenen sonucu veremez.
Nitekim başkalarındaki insan ve azınlık haklarıyla uğraşan bazı AB ülkelerinde,
"Biz çokkültürlü değiliz. Yabancılar, özellikle de Müslümanlar
bizimle bütünleşemezlerse (yani asimile olmazlarsa) gitmeliler" diyen ırkçı
siyasi akımlar güçleniyor.

İsviçre bu bakımdan ilginç bir örnek. 1996’da İsviçre’nin Holokost’a
katkısını incelemek için kurulan ‘Bergier’ Komisyonu raporunu 22 Mart günü
yayımladı. İsviçre’yi Nazi Almanyası’na yardım etmek, 30 bin Yahudi sığınmacıyı
akıbetlerini önceden bilmesine rağmen geriye çevirmek, ülkeye aldıklarınaysa
kötü muamele etmek, Almanya’daki İsviçre firmalarında Yahudileri köle işçi
olarak çalıştırmak, Almanya’ya silah yapımında kullanılan malzeme satmak
ve Yahudi mallarını gasp etmekle suçluyor.

Tam bu sırada, 18 Mart günü "1915 Ermeni soykırımını tanır"
ifadesini içeren bir tür önerge, 200 kişilik mevcudun 115’inin imzasıyla
Ulusal Meclis’e sunuluyor. Oysa benzer bir önerge geçen yılın mart ayında
reddedilmişti. ‘Bergier’ raporuyla bu yeni iddianın ilişkisiz olduğu, İsviçre’nin
bizi Ermeni soykırımıyla suçlayarak kendi geçmişinden kaçmayı amaçlamadığı
ileri sürülebilir mi?

Öte yandan İsveç parlamentosu kendisinden beklenmeyen bir devrim yaptı. Dışişleri
Komisyonu’nun insan hakları raporuna Osmanlı’nın Süryani ve Keldanilere soykırım
yaptığı yolunda bir ibare eklenmesi önerisini reddetti. İki yıl önce
Ermeni soykırımı konusunda aldığı kararın da yanlış olduğunu; zira bu
karara temel oluşturan 1985 tarihli BM kararının mevcut olmadığının anlaşıldığı
da metne ekledi. Ama asıl önemlisi ‘soykırım konusundaki kararın hukuki
mercilere ait olduğu’nun ve ‘parlamentoların buna yetkisi bulunmadığı’nın
belirtilmesi. Hukuk yolunun yararı AB ülkeleri meclislerinin Holokost yarasından
kurtulmak için, ‘ötekisi’ olarak gördükleri Türkiye’yi soykırımla suçlamalarına
imkân vermemesi. Darısı İsviçre’nin başına. Ermeniler zemin kaybetmeye
devam ediyor.

Yorumlar kapatıldı.