İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hagopian’dan Hrant’a selam

Balıkpazarı’ndaki Nevizade Sokağı meyhanelerinden Boncuk’ta özel
bir gece yaşanıyor. Türk-Ermeni İş Konseyi üyeleri, haftalık Agos
gazetesi yazarları, Washington’daki Amerikan Üniversitesi’nin Küresel
Barış Merkezi’nden Amerikalılar, Moskovalı bir medya grubunun üyeleri,
Türk basınından seçkin kalemler ve İlhan Şeşen… Hepsi, buraya
çok uzaklardan gelmiş beyaz saçlı-sakallı, gülümseyen bakışlı,
‘efendiden bir adam’ için toplanmışlar…

Her şey o pek bildik Nevizade gecelerinden biriymiş gibi başlıyor.
Mezeler atıştırılıyor, kadehler tokuşturuluyor, küçük sohbetler
koyulaşıyor. Derken Roman vatandaşlarımızdan oluşan çalgıcılar
doluşuyorlar içeri. Ve her zamanki detone fasıllarına başlıyorlar.
Belli ki hayatlarının konserini vermekte olduklarının farkında bile
değiller. İçlerinden biri İlhan Şeşen’i tanıyıp ona özel bir
selam sarkıtmakta gecikmiyorsa da, hepsi o kadarla kalıyor. Bu cümbüşten
en çok etkilenen, ellerini çırparak tempo tutan, dayanamayıp şarkılara
baştan sona katılan ‘esas oğlanı’ es geçiyorlar, ta ki onun tarafından
etrafa saçılan paralar tepelerine ininceye kadar…

Kim bu esas oğlan?

Esas oğlan, yani gecenin konuğu, Ermeni asıllı ABD vatandaşı
Richard Hagopian. Klasik Türk musikisinin dünya çapındaki bestecisi
Udî Hrant’ın doğumunun 100. yılı anısına bir gece önce Boğaziçi
Üniversitesi Büyük Salon’da Lalezar grubu ile verdiği konserde,
Osmanlı Saray musikisinden Ermeni klasik ve folk müziğine uzanan
repertuvarıyla dinleyicileri büyülemiş bir usta yorumcu. New York
Times’ın "ABD’nin en büyük folk müzisyenlerinden biri"
ilan ettiği Udî Hagopian, Ulusal Miras Kardeşliği ve Ulusal Folklor
Sanatları ödüllerinin de sahibi. Kaliforniya’daki devlet üniversitesinde
öğrenci yetiştirmiş, New York’taki Manhattan Müzik Okulu’nda master
öğrencilerine ders vermiş bir müzik ustası.

Bizim mütevazı gecemizde umumi arzu üzerine kısa bir konuşma yapıyor:
"Hoş gelmişsiniz hepinize. Ne güzel günler geçirdik, ne hürmetler
gördük burada. Nasıl teşekkür ediyorum. Ben istemiyorum bu akşam
çalmak, ben istiyorum dinlemek. Şimdi bırakacam benim arkadaşlar
sizin için çalsın…"

İtirazlar üzerine ‘Roman arkadaşı’nın udunu alıyor eline. Ne
var ki ‘bizimkisi’ uyanıyor bu arada ve udunu geri alıp ustaya saygı
bağlamında, ciddi bir akort çalışmasına girişiyor. Aradaki boşluk
New York’ta yaşayan müzisyen oğul Harold Hagopian tarafından şahane
bir keman solosuyla dolduruluyor derhal. Ardından da üstadı Udî
Hrant’ın Hicaz makamındaki Hastayım Yaşıyorum’uyla baba Hagopian
‘sahne alıyor’ nihayet. Ve anında elindeki enstrümana hükmederek onu
konuşturmaya başlıyor. Sonra Sevdalıyım geliyor. Ardından da
Ermenice Ah im Anuş yar, yani Ah Benim Tatlı Yarim. Türkçe çınar
boyu, bülbül gibi sözcüklerin çokça geçtiği Tiflis, Batum,
Erivan nakaratlı oynak bir Ermeni havası.

"Alllahhhh!" diye bağırıp oynamaya başlayan Agos yayın
yönetmeni Hrant Dink’i görüyorum önce. Sonra da herkes ayağa fırlıyor
zaten… ‘Neler oluyor bize’ demeye kalmadan

İlhan Şeşen giriyor devreye. Ve Neler Oluyor Bize ve Ellerimde Çiçekler’i
sunuyor. Gece Udî Hagopian’ın unutulmaz bir folklor performansıyla
oynadığı Harmandalı’yla noktalanıyor.

Ertesi gün Armada Otel’de konuşurken, inanılmaz bir ‘kef time’ yaşadığını
söylüyor. Bu, ‘keyifli saatler’ anlamına gelen, sazlı-sözlü fasıl
gecelerini ifade eden Ermenice-İngilizce melez bir kavram. The Richard
Hagopian Ensemble’ın ABD’de çıkardığı CD’lerden birkaçı da bu adı
taşıyor zaten.

Udî Hagopian 1937’de Kaliforniya’da, Fresno yakınlarındaki Fowler
adlı küçük bir kasabada doğmuş. Şimdi de doğduğu kasabadan 5
km. uzakta yaşıyor. İki yıl boyunca çalıştığı Las Vegas ve
ABD’nin Ermeni nüfusu barındıran bütün şehirlerini kapsayan
turneleri dışında buraları terk etmemiş hiç. Babası Erzurum,
annesi ABD, anneanne ve dedesi ise Maraş doğumlu. "Dedem Ermenice
bilmez, Türkçe konuşurdu. Anneannem Ermenice, Türkçe ve Almanca
bilirdi. Onlar bizdeyken hep Türkçe konuşulurdu evde. Ermenice ve Türkçe
taş plaklar dinlenirdi. Rumca da tabii. Bilirsiniz Klasik Türk
musikisi Osmanlı döneminde Türk, Ermeni, Rum ve Yahudi bestekarların
eserleriyle oluşmuş ve gelişmiş bir müziktir. Sonraki dönemlerde
de yine aynı milletlerden besteci ve yorumcuların katkılarıyla çoğalıp
zenginleşmiştir."

O zamanlar televizyon olmadığı için, boş vakitlerini müzikle
doldururlarmış hep. "Babamdan halk danslarını öğrendiğimde dört-
beş yaşlarındaydım ve bayağı iyi kıvırıyordum bu işi".

Yedi yaşında keman dersleri alıyor, sonra da klarnet. İlk solo
konserlerine de bu yaşlarda başlıyor. Ama esas vurgunu olduğu bir
ses var ki, o da ut. Derken bir gün, Udî Hrant’dan bir ‘taksim’
dinliyor ve…

"Çarpılmıştım. Bu aleti mutlaka çalmalıydım. O kadar
tutturdum ki, Erzurumlu amcalarımdan biri sonunda kendi udunu verdi
bana. Nasıl akort edileceğini, nerelere basılacağını gösterip
gitti. Odama girdim. Ve bütün gece tıngırdattım onu, babamın öbür
odadan gelen ‘Yeter!’ seslerine aldırmadan… Kulaktan dolma çalıyordum
ama keman bildiğim için kolay oluyordu ilerlemek. Sabaha karşı şarkı
çıkmıştı artık. Gün ağarıyordu ve babam büyük bir hışımla
odama girip dans etmeye başladı…"

Sonra iş ciddiye biniyor. Osmanlı Sarayı’nda musiki icra etmiş
Bursalı Kanuni Garbis Bakirciyan’ın öğrencisi oluyor. Makam nedir,
usul nedir öğreniyor. Dokuz yaşındayken akranı olan kuzenleriyle
birlikte ilk grubunu oluşturup düğün ve derneklerde çalmaya başlıyor.
On yaşında ise büyüklerle birlikte müzik icra ediyor artık.

Udî Hırant’la tanışma

1950 yılında Udî Hrant görmeyen gözlerini tedavi ettirmek
umuduyla ABD’ye geliyor. Fresno’da da bir konser vereceğini
gazetelerden öğrenen Hagopian ailesi torun- torba gidiyorlar onu
dinlemeye.

Sözün burasında heyecanlanıyor Mr. Hagopian ve İngilizceyi bırakıp
Türkçeye geçiyor:

"Önce dediler, çocuklara yok. Giremez. Ama benim müzikçi
amcalar dediler, o çocuk değil. O bizden, o girer! Neyse oturduk
yerimize. Ama ben duramam yerimde. Sahneye iki ut getirdiler, koydular
piyanonun üstüne. Boyle ters çevirip yani. Pırıl pırıl iki ut.
Babama dedim, ben buna sahip olmak için canımı veririm. O da dedi
Sarkis, yavrus senin canın çok kıymetli. Seni Allah yaptı, bu udu
insan. Dur bekle hele…"

Konser arasında babası ve hocası onu kulise götürüyorlar.
Sigarasını tellendirmekte olan Udî Hrant ile tanıştırıp
marifetlerini sayıp döküyorlar. Udî Hrant başını okşuyor ve

"Ümit ederim bir gün gerçek bir udî olursun,"

diyor. Ve İstanbullu Onnik ustanın imalatı olan utlarından birini
ona veriyor.

Aradan on yıl geçiyor. Hagopian, hocası Bakirciyan ile birlikte
Kaliforniya’nın çeşitli kentlerinde konserler vermeye başlamış bir
ut sanatçısı artık. 1960’ta Udî Hrant tekrar geliyor
Kaliforniya’ya. Adapazarı’ndan bir hemşerisinin kendisi için verdiği
bir partide tekrar karşılaşıyorlar.

"Sen benim udu hâlâ çalıyor musun?" diye soruyor.
Cevap, evet. "Peki Bakirciyan’dan kanun çalmayı da öğrendin
mi?" Cevap, yine evet. "Peki ya keman?" O da, evet.
"Gel o zaman diyor," Udî Hrant ve enstrümanları değiş
tokuş ederek karşılıklı çalıyorlar saatlerce. Bunun üzerine
Fresno’ya gitmeye karar veriyor Udî Hrant. "Arkadaş olmuştuk artık.
Benim evimde kaldı. Çaldığımız salonlar dolup taşardı. Önce
klasik Türk musikisi icra ederdik. Sonra da keyif müziği… Bir de İstanbul’dan
Madlen Ararat adlı bir hanım solistimiz vardı. Hiç arayıp soramadım
onu. Yaşıyor mudur mı acaba?"

Udî Hrant, İstanbul’a döndükten sonra Onnik ustaya gidip ut
topluyor. Önce 25 adetlik bir koli geliyor Kaliforniya’ya. Ardından da
50’lik bir tane daha. "Biliyor musunuz,

İstanbul’a ilk kez geldiğim 1990 yılında Tünel’deki Mustafa’ya
gittim. Bana en iyi utlarını göster dedim. Ama ya Rum usta Mano’nun
utlarından olacak, ya da Onnik ustanın… Ohooo dedi, onlardan hiç
yok elimizde. Hepsi Amerika’ya gitti…"

Udî Hagopyan ilk gelişinde de konser vermiş mi burada? "Yok,
o zaman eşimle birlikte gelmiştik. Sorento Müzik Festivali’ne davetli
oğlumuz Harold’u dinledikten sonra sıkılmıştık İtalya’da.
Roma’dan atlayıp geldik buraya. O zaman sadece şehri gezdim, Udî
Hrant’ın hanımını ziyaret ettim ve ut baktım. İşte Mustafa’nın dükkanındaki
utları denerken, Adalar Sahilinde’yi filan çalmaya başladım. Önce 4
– 5 kişi toplandı etrafımıza. Sonra 10 – 15’e çıktı bu sayı.
Sonunda da dükkanın dışarısına kadar taştı. Mini bir konser
verdim sayılır. Unkapanı’nda da meşhur bir cümbüş dükkanı vardır.
Oraya da ut bakmaya gittiğimizde, tıpkı Udî Hrant gibi ama bir adam
oturuyordu bir taburede. En iyi udunu isteyip akort yapmaya başladım.
Sonra Harold için de bir keman sordum. Bize Amerikalı muamelesi yapıp
aralarında gülüştüler. Baba – oğul çalmaya giriştiğimizde de, o
ama adam az daha taburesinden düşüyordu yere. Dükkanın sahibi de
tefini kapıp geldi. Bir ‘kef time’ da oracıkta yaşadık. O anki fotoğrafımız
hâlâ asılıdır dükkanın duvarında. Udu da hediye ettiler
bana".

ABD’de kendisinden başka udî var mı peki? Tatlı tatlı sohbet
ederken, ilk kez ciddileşiyor: "Amerika’da çok sayıda ut sanatçısı
var. Bazıları da mükemmel bunların. Ama udî olmak başka şey.
Kanuni ya da kemani gibi… Bu sözcük o aletin ustası olmayı
gerektiriyor. Ve ustadan ustaya geçiyor. 1969 yılında Hrant, üzerinde
damgası olan bir sertifika ile geldi ABD’ye ve bana bunu verirken ‘seni
resmi olarak udîlikle taltif ediyorum’ dedi. Kimse bilmez ama bu belge
bendedir şimdi".

Bu unvanı devretmeyi düşündüğü kimse var mı? "Şimdilik
yok. Bunun verilebilmesi için

‘üstün ve aşkın’ bir sanatçıyla karşılaşmak gerek. Umarım
bir gün bu da olur".

Udî Hagopian’ın üstadı Udî Hrant’ı son görüşü 1972’de olmuş.
Prostat kanseri nedeniyle başvurduğu Los Angeles’taki doktorlar
ameliyat önermişler. "İnat etti.

‘Ben bununla doğdum, bununla ölürüm’ dedi. Ve 1978’de de gitti işte…"

Siz çok yaşayın e mi Udî Hagopian! Ve de sık sık gelin
buralara. "Geleceğim inşallah. Ve o tadına doyamadığım Maraş
dondurmasını Maraş’ta yiyeceğim…"

Yorumlar kapatıldı.