Gündüz Aktan’ın önemli bir yazısı hakkında
Radikal yazarlarından Gündüz Aktan’ın geçen günkü (2 Ocak) yazısı, üzerinde düşünmemiz gereken önemli bir yazı. Hatırlayanlar çıkacaktır, Aktan’ın yazılarından bu köşede pek çok kez söz edildi. Emekli olduktan sonra son yıllarda etrafında fırtınalar kopan birçok sorun ve kavramı dilini ve üslubunu belirli bir düzeyin altına hiç düşürmeden tartışan bu büyükelçinin fikirleri, herşeye rağmen bana hiç yakın gelmedi. “Laiklik”, “Ermeni Sorunu”, “Aydınlar”, “Cumhuriyet” ve benzeri konularda, kavramlarının zenginliğine, yazı dilinin gelişmişliğine rağmen, Aktan’ın analizlerini hemen her zaman “devlet merkezli” bir yaklaşımın örnekleri olarak okudum.
Okurları biliyordur; Aktan, “Ermeni Tehciri”ne ilişkin en çok yazı kaleme alan köşe yazarlarının belki de başında geliyor. Aktan’ın tarihimizin henüz tam aydınlanmamış bu trajik sayfalarına ilişkin yazılarının “Ermeni olayları”nın tarihsel, politik ve sosyolojik yönleriyle sınırlı kalmadığını, yazarın bu sayfaları psikanalizin kavramlarıyla tartışmaya çalıştığını da hatırlatalım. Bu öğretinin “yas tutmak”la ilgili açıklamalarını “Ermeni Tehciri” çerçevesinde az mı kullandı?
Aktan’ın “üzerinde düşünmemiz gereken” dediğim “Ermeni olaylarının psikolojisi” başlıklı yazısı da işte bu arayışın örneği. Yazar bize “geçen hafta sonu” Londra Üniversitesi SOAS merkezinde yapılan “Holokost” toplantısı sırasında düzenlenen “psikoloji atölyesi”nde “Ermeni olayları” etrafında gerçekleşen tartışmaları aktarıyor. Yazarın şu ilk cümlelerinden de anlıyoruz ki, bu tartışmalar ülkemizde alıştığımız türde tartışmalara hiç benzemiyor: “Son derece karmaşık, bilimin sınırlarında, hatta ufkunda bulunan bu anlaşılması zor konuda bazı şeyler yazmaya çalışacağım.”
Aktan’ın yazısını okumayı sürdürdüğünüzde, yazarın bu hatırlatmayı niçin yaptığı daha ilk cümlelerden açıkça anlaşılıyor. Tartışılan konu gerçekten de çok “karmaşık”tır ve ülkemizde nasibimize düşen hamasi “söylemler”e gerçekten de tahammülü yoktur. Aktan’ın meselenin “psikolojik” yönüne gelmeden yaptığı tespitler çok yerinde: “1915-16 yıllarında toplumun çok büyük bölümü tehcire tabi tutuldu. Aileler dağıldı. Birikimler yok oldu. İnsanlar öldü veya öldürüldü. Sonunda geriye kalan perişan bir kitle yabancı ülkelere sığındı. Olayların kişisel trajedilerle dolu olduğuna kuşku yok. Bu facialar başına gelen insanların bizden nefret etmeleri doğal.”
Görüyorsunuz; Aktan, çok haklı olarak, fevkalade “karmaşık” bir meseleyi tartışmaya girmeden önce bir “temizlik” yapmaya çalışıyor. Çok da iyi yapıyor, çünkü yazarın sıraladığı tespitler üzerinde uzlaşmadan “karmaşık” meselelere girebilmek zaten mümkün değil.
Aktan, “Ermeni olayları”na ilişkin bu tespitlerini, biz okurlarına, karşılaştırmalı olarak da sunuyor: “Benzer duyguları, Balkanlar ve Kafkaslar’dan benzer şekilde atılıp Anadolu’ya sığınan çok sayıda Türk’ün de duymuş olması gerek. Ama onlar acılarını sonraki kuşaklara aktarmadılar. Çocuklarını geleceğe dönük yetiştirdiler. Bunda vatan saydıkları yerleri kaybetmelerine karşılık, ellerinde kalmış olan önemli bölümüyle yetinebilmelerinin payı olabilir. Ermenilerse vatan belledikleri yerlerin, küçük bir kısmı hariç hemen tümünü kaybettiler. Bu nedenle geçmişe, kayıplarına saplanmaları anlaşılabilir.”
Yani merak etmeyin (“merak edenler” için söylüyorum!) Aktan, kimseyi unutmuş değil… O önce gerekli bir “giriş” yaptı ve şimdi de bize işin “son derece karmaşık” yönünü açıklamayı deneyecek.
Önümüzdeki bu önemli yazının bu en önemli bölümünü de yarınki yazıda gözden geçirelim. Mesele sahiden de “son derece karmaşık” bir nitelikte.
İsterseniz bugün için, bir hazırlık mahiyetinde, yazının son cümlesini de aktarayım:
“Acaba sorun içinden çıkılmaz halde mi?”
Gündüz Aktan’ın yazısı (devam)
Dünkü yazıda Radikal yazarlarından Gündüz Aktan’ın önemli bulduğum bir yazısını (“Ermeni olaylarının psikolojisi”, 2 Ocak) gözden geçirmeye başlamıştık. Açıkça söylemek gerekirse, bugüne kadar “Ermeni Tehciri” hakkında birçok yazısını okuduğumuz Aktan, bu kez konuya ilişkin çok farklı bir yaklaşım sergiliyordu. “Tehcir”i anlama yönünde bir zamandır geliştirdiği kavramlar bu kez yerlerine daha iyi oturuyor, olayın “son derece karmaşık” psikolojik boyutu yazarın kaleminden daha anlaşılır bir hal alıyordu.
Aktan, dünkü yazıda geniş olarak aktardığım gibi, önce bir “temizlik” hareketine girişiyor, “Tehcir”in Ermeniler açısından ne ifade ettiğini sözü hiç uzatmadan ve rayından çıkartmadan özlü bir biçimde açıklıyordu: “İnsanlar öldü ve öldürüldü. Sonunda geriye kalan perişan bir kitle yabancı ülkelere sığındı. Olayların kişisel trajedilerle dolu olduğuna kuşku yok.”
Aktan, yazısının ikinci bölümünde, Londra Üniversitesi SOAS Merkezi’nde yapılan “Holokost” toplantısı çerçevesinde düzenlenen ve “hemen tümüyle” Ermeni olaylarının tartışıldığı “psikoloji atölyesi”nde karşısına çıkan “psikoloji”yi irdelemeye başlıyor. Hemen söyleyelim ki, Aktan’ın bu bölümde söyledikleri de, analizinin bir bölümüne katılmasak bile değerlidir. Değerlidir, çünkü asıl çabanın “son derece karmaşık” bir tabloyu herşeyden önce anlamaya yönelik olduğu açıktır.
Aktan, “psikoloji atölyesi”nde karşısına çıkan “anlaşılamayan bölüm”ü bize şöyle özetliyor: “Ama anlaşılamayan bölüm Türk-Ermeni ilişkileri açısından çok daha önemli. Panelizt Şirinyan’ın söylediğine göre, biz soykırımı kabul etmediğimiz için Ermeniler’in travması hâlâ sürüyor; soykırımı inkar etmemiz onları öylesine geçmişe çekiyor ki geleceğe dönemiyorlar. Dadrian da bu konuda benzer şeyler söyledi. Yani biz soykırımı kabul etmedikçe Ermeniler’in geçmişi kapatıp, geleceğe dönmeleri imkânsız. Bir toplumun, tabir caizse, normalleşmek için ‘düşman’ına bu kadar bağımlı olmasının bir örneği daha var mı, bilmiyorum. Böylesine bir bağımlılık, Ermeniler’in Türkler’e ‘düşman’ niteliğinden çok daha ötede, koruması gerekirken kötülük yapan ‘baba’ gibi bir anlam atfetmesinden kaynaklanabilir.”
Aktan’ın bu satırlarını nasıl yorumlamalı? İsterseniz satırların sırasını bozmadan ilerleyelim: Aktan’ın Şirinyan ve Dadrian’ın savunduğu tezi olduğu gibi aktarması olumlu. Bu “tez”den bizim de haberdar olmamız gerekir. Büyük “kişisel trajediler”e yol açmış bir olayı taraflardan birisi tanımamakta ısrar ettiği sürece, diğer tarafın yerinden kımıldayamaması, geçmişe bu derece “saplanıp” kalmasından tabii ne olabilir? Ancak burada olay, Aktan’ın sözleriyle “düşmanına bağımlı olmak”tan bambaşka bir biçimde, herşeyden önce “bir özne olarak tanınabilmek” değil midir? “Normalleşmek” dediğimiz olay da zaten bu “tanınma/kabul edilme”den geçmemekte midir? Çünkü bir tarafın yok saydığı, “tanımadığı/kabul etmediği”, olay tarihsel-politik boyutundan çok önce bu “kişisel trajediler” değil midir?
Doğrusunu söylemek gerekirse, Aktan’ın yazısında karşımıza çıkan “baba” metaforunun da çok zorlanarak kullanıldığını düşündüm. Yani Ermeniler’in “düşmanı”na bu derece bağımlı olmalarının Türkler’e bir “düşman”dan öte kendilerinde büyük hayal kırıklığına neden olan bir “baba” rolü atfetmelerinden kaynaklanması meselesi. İtiraf edeyim ki, ben bu metaforda “üstünlük” duygusunun bir belirtisini de gördüm! “Baba Türkler”in “Ermeni çocukları”nı haksız yere cezalandırması ve çocukların “Bir baba çocuklarına bunu yapar mı?” diyerek “babalarını” bir türlü affetmeyip, “çocuklukları”nda çakılıp kalmaları!.. Yani bir tür “regresyon”! (Hatırlatmayacağım, ama şunu da söyleyeceğim: Aktan’ın da aşina olduğu bir alana, psikanalize göre bu “baba-çocuk” meselesi bambaşka değil miydi?)
Aktan, devamla, toplantıda bulunan bir İngiliz psikanalistin “insanların genetik hafızası da olduğu” yolundaki açıklamalarını özetledikten sonra, hafızamızda böylece birikmiş vahşetin boyutuna dikkat çekerek şu yorumu yapıyor: “Eğer bu doğruysa, Türkler’in böylesine mübalağa edilmiş bir geçmişin sorumluluğunu üstlenip Ermeniler’i kurtarması imkânsız denecek kadar zor.” Bana göre Aktan’ın verdiği bu sonuç da ikna ve tatmin edici olmaktan uzak. Çünkü bu “kurtuluş”ta esas olan, olayın üzerinden şu kadar yıl geçtikten sonra, “taraflar”ın ancak birlikte kurtulabilecek olmaları değil mi? Aksi bir açıklama hayal bile edilemez. Bir tarafta geçmişe saplanıp geleceğe dönemeyen ve dolayısıyla üzerlerindeki “travma”yı bir türlü atamayan Ermeniler; diğer tarafta Ermeniler’in travmasına kayıtsız kalabilen ve yüzü sürekli geleceğe dönük Türkler… Olacak iş mi?
Aktan’ın yazısından son olarak, toplantıda söz alan Calonne’un şair Alişan Saroyan, Nacaryan ve Balakyan’ın eserlerinde “büyükanne figürü”nün önemli bir rolü olduğuna işaret ettiğinden söz ediliyor: “Büyükanne faciayı yeni kuşaklara anlatan, geçmişle bağı kuran unsurdu.” Sizi bilmem ama Aktan’ın aktardığı bu yorum, bence yazının en açıklayıcı yorumuydu.
Sonuç olarak, Aktan’ın “Ermeni olaylarının psikolojisi” başlıklı yazısı, “Tehcir”i tartışırken ihmal ettiğimiz bazı çok önemli noktalara dikkat çeken, olayı çok önemli başka bir yönden de düşünmemize fırsat veren bir yazıydı. Umarız bu tür yazıların arkası gelir.
Yorumlar kapatıldı.