İngiltere’nin geçen yıl başlattığı Holokost (Yahudi soykırımı) anma günü münasebetiyle parlamentoda ve Londra Üniversitesi SOAS merkezinde yapılan toplantılara katıldım. Her ikisinde de Ermeni Prof. V. Dadrian uzun sunuşlar yaptı. SOAS toplantısı için dağıtılan kâğıtta Holokost’un dışında Ermeni
‘soykırımı’nın da ele alınacağı ismen belirtiliyordu. Toplantılarda konuşanların çoğu Ermenilere soykırım yapılmış olduğunu artık bir veri olarak kabul ediyor. Hem de bu İngiltere gibi, hükümetin yılda en az bir kere Ermeni olaylarının hukuken soykırım tanımına girmediği yolunda parlamentoda resmi beyanda bulunduğu bir ülkede oluyor.
Bu kötü haber. Ama hayra yorumlanabilecek haberler de var.
SOAS’taki açılış panelinin başkanı Dr. Mark Levene yaptığı konuşmada, bir ara, 2. Dünya Savaşı sonrasında tam tamına 50 (ben önce 15 anladım) soykırım olduğunu söyledi. Tabii o zaman insan, Ermeni olaylarının da bu kadar kolay soykırım sayılmasının nedenini anlıyor. Hukukçu olmayanlar için, özellikle de sosyologlar ve STK mensupları açısından, ciddi sayıda ölümle sonuçlanan her olay soykırım oluyor. Hele bir de konuyu araştırmış, yazmış ya da yaşamışlarsa, olayın soykırım olması bir tür kişisel çıkar haline geliyor.
Levene, soykırımı daha çok kendileri soykırıma uğrayanların yaptığına işaret etti.
Saldırılan, öldürülen, yerinden yurdundan atılan toplulukların gittikleri yerlerde başka topluluklarla mücadele edecekleri bir durum ortaya çıkarsa, kendilerine yapılan muamelenin aynısını, güçleri yettiğince bu topluluklara yaptıklarını belirtti. İlk olayda çaresizlik dolayısıyla biriken hınç ve öfkenin, ‘displacement’ dediği bu mekanizmayla, ikinci olayda kendilerinden güçsüzlere yönlendirildiğini söyledi. Holokost’a uğrayan Yahudilerin Filistinlilere bunu yaptığını anlattı. Buna ilaveten, Kafkaslar’da Rusya’nın soykırımına uğradıktan sonra Balkanlar’a yerleştirilen Çerkezlerin oradan da etnik temizlikle Anadolu’ya atılınca, ‘muhacir’ olarak, Ermenilere en sert davrananların başında geldiklerini iddia etti. Levene, belki Boer ya da Balkan Savaşları nedeniyle, Ermeni soykırımının 20. yüzyılın ilk soykırımı olmadığını söyleyiverdi. Yani Ermeni olaylarına, işlenmiş ama cezalandırılmamış olduğu için, Hitler’e esin kaynağı olmaya layık ilk soykırım olma niteliği tanımadı.
Aslında soykırım ölçüleri buysa, sömürgeciliğin hâkim olduğu 20. yüzyılın ilk yarısında ve özellikle de 19. yüzyılda en az yüz soykırım işlendiği ileri sürülebilir. Ayrıca Fransa’da çıkan ‘Kara Kitap’ta da belirtildiği üzere, iki savaş arası dönemde, Sovyetler Birliği’nde Bolşevik devrimle başlayan çok sayıda vahim soykırım işlendi.
İşin olumsuz yanı, bizim de kabul ettiğimiz 200-300 bin Ermeni ölümünün, aynı ölçüye göre, kendiliğinden soykırım niteliği kazanması.
Hem İngiliz Parlamentosu’nda hem SOAS’ta, Dadrian’a Ermeni olaylarının bir trajedi olduğunu kabul ettiğimizi; ama soykırım konusunda anlaşmamıza imkân olmadığını; sorunu birlikte üçüncü taraf hukuki çözüm mekanizmalarına götürebileceğimizi söyledim ve görüşünü sordum. İlkinde cevap diye alakasız bir şeyler söyledi, ama İngiliz milletvekilleri dahil herkes bu yöntemden kaçtığını hemen anladı. İkincisinde, hukuka değil, tarafsız bilim adamlarından kurulu bir heyete başvurabileceğimizi söyledi. Yani Zürih’te uluslararası hukuk çalışması yapmış bu en büyük Ermeni soykırım uzmanı, hukuk yoluna başvurulması halinde kaybetme ihtimallerinin büyük olduğunu biliyor. Ama bir yandan da Türkiye’nin toprak değilse bile tazminat vermesi gerektiğini savunuyor. Mahkeme kararı olmadan tazminatın hukuken mümkün olmadığını, Lozan Antlaşması’nın zaten tazminat imkânını bertaraf ettiğini düşünmek istemiyor.
Ama Balkan ve Kafkas savaşları sırasında Türk ve Müslüman toplumlara yapılan korkunç etnik temizliklerin her biri soykırımsa ve savaş sonunda yapılan antlaşmalar tazminat hakkını ortadan kaldırmıyorsa, Türkiye’nin böyle bir hesaplaşmadan bir zararı olur mu dersiniz?
Yorumlar kapatıldı.