Murat Belge
Birkaç gündür, Türkiye’nin ‘taşralaşma’ süreci üstüne bir şeyler yazıyorum. Şu anda yaşanmakta olan bazı güncel olayları da bu sürecin verdiği genel karakter içinde değerlendirmek mümkün.
Örneğin bugünlerin medyada çokça yer alan bir konusu, Suudilerin yıktığı kale. Haberin ilk verilişinde (bu ‘ilk veriliş’ler genellikle ‘giriş taksimi’ oluyor ve konuyu hangi kelimelerle, nasıl bir ruh hali içinde işlememiz gerektiğini belirliyor) Suudilerin ‘Taliban kafasıyla’ bunu yaptığı söylenmişti. Suudiler buna cevap vermek için ‘Ermeni meselesi’ni ortaya çıkarmışlar. Daha sonra Suudilerin Bosna’da Osmanlı eserlerini yıktığı söylendi.
En son, ‘Kâbe’yi de biz yaptık’ dedik. Olay bu minval üzere gidiyor.
Hangisi iyidir, ‘iyi’si var mıdır, bilmem ama, Suudilerin yaptığı ile Taliban’ın yaptığı tam aynı şey gibi görünmüyor. Taliban, malum ‘put’ mantığından giderek, kendi egemenliği olan bir yerde böyle şeylerin kesinlikle ayakta durmayacağı mesajını veriyor. En ilkel biçimiyle bir ‘İslam enternasyonalizmi’ var burada. Suudiler ise daha bildik, ‘milliyetçi’ kalıplara da uygun bir iş yapıyorlar. Ülkelerini, sevmedikleri ‘Osmanlı’ yapılarından arındırıyorlar; böylece kazanacakları boş ‘arsa’lara da modern otel kurup turizm gelirlerini yükseltmeyi umdukları anlaşılıyor. Bu da bildiğimiz Üçüncü Dünyalı ‘modernizm’ kalıplarına uygun.
Bunu ve Taliban’ın Buda heykellerini amaçları bakımından ayırt etmek mümkün de birini öbürüne tercih etmek zor.
Eski bir yapı ne kadar güzel bir şey. İnsan zekâsının, ama aynı zamanda insan emeğinin ürünü. ‘İnsanlar bu zaman bunu yapmış’ diyerek onu seyretmek, yapılışındaki incelikleri saptamaya çalışmak, yapılış sürecini zihinde yeniden-kurmak, özelliklerini hesaplamak… Bunlar, bizi insanlıkla, insanlığın tarihiyle bağlantılandıran şeyler. Kamboçya’da veya Meksika’da, nerede olursa olsun, kıvançla bakıyor insan, insanlığın ortak tarihinin ürünlerine.
Onun için birilerinin kalkıp, Suudilerin yaptığı gibi, böyle bir eseri ortadan kaldırmaları, her şeyden önce kendilerine verilmiş bir ceza. Kendi elleriyle kendilerini bir güzellikten yoksun kılıyorlar. Ceza da bu zaten: şu bu ilkel ideoloji uğruna bunu yapmak, ancak o güzellikten zevk alamama cezasıyla yaşamanın sonucu olabilir.
Öte yandan, işin bu yanını da fazla abartmamalı. Çünkü bu dünyada birileri, hemen, ‘İyi, cezalandırıyorsam kendimi cezalandırıyorum. Ben bu binayı sevmiyorum, yıkacağım, sen karışma’ der. O kadar da keyfi olmamalı bu. Bunun da hukukta yeri olmalı; ‘tarihi eser’ yok etmenin cezası ve müeyyidesi olmalı. Bütün bu konular, sonunda ciddi bir ‘global hukuk’ eksikliğine dayanıyor.
Yazının başında, ‘medyada çokça yer alan’ bir konu olduğunu söyledim. Suudilerin bu davranışının; ‘Türkiye’de çokça tartışılan’ türü bir cümlecik kurmaya elim varmadı. Çünkü öyle bir şey olduğundan hiç emin değilim. Evet, kızacak birini aramaya alıştırılmış halk kastedilen mesajı hemen alır, ‘Vay, Suudiler bizim eserlerimizi yıkıyormuş! Vay, Türk düşmanları!’ derler. Belki bir kısmı, ‘İşte, 28 Şubat bunun için gerekliydi!’ de der.
Ama bu özgül bağlamda değil, genel olarak, insanların tarihi eserlerle ilişkisi üstüne düşünürler mi? ‘Bize, ha?’nın ötesinde, milletler; yaşadıkları ülkelerde, kendilerinin yapmadığı tarihi eserlere karşı nasıl bir tutum benimsemelidirler? Bunu düşünen olur mu?
Bunu düşünenler olsaydı, Türkiye bugün bu durumda olmazdı. Göreme’de kiliseye girip, gözleri oyulmuş aziz tasviriyle karşılaşma gibi bir korkunçluğu ve bunun binlerce, binlerce benzerini yaşamak zorunda kalmazdık. Suudiler ve bu çeşit barbarlıktan sorumlu herkes elbette kınanmalı. Ama, ‘biz ne yapıyoruz?’ sorusunu sormayı unutmadan.
Dünyada her şeyi tek-yanlı görmek de bir ‘taşralı’ özelliğidir.
Yorumlar kapatıldı.