İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yıldırım Türker : Edi’nin farkı

Yazının tamamı şöyle…

Farklılık meselesi popüler arenada en çok tartışılan konuların başında
gelir. Geçen yılın keşfi olan ‘Biri Bizi Gözetliyor’ yarışmasının da bu
konuda ne kadar kışkırtıcı olduğunu görüyoruz. Yarışmanın kamusal
alanda tetiklediği hayli muğlak ahlâki tartışmaları elimizin tersiyle
itiverdiğimizde bize kalan, bu yarışmaya karşı dile getirilen tepkilerle örülü
bir farklı olma nümayişi. Elbette kimse yarışmayı tasvip etmiyor, kimse böyle
bir eğlenceyi kendi toplumuna yakıştırmıyor; böylelikle popüler duyarlılıktan
farklı, aykırı bir konum benimsenmiş oluyor. Sevmiyorum, seyretmiyorum.
Farklıyım.

Oysa o yarışmanın armağanı kimi fotograflar çoktan aile albümümüze
girdi. Kasedi çok satan bir şarkıcıdan sonra bir de delikanlı yükseldi
semalarımızda.
Yarışmanın mantığı üstüne çok söz üretildi. Batıdan alınmış
formatın Türkiye’de de tuttuğu, artık tartışılmaz. Sahiciliğin, en çıplak
insan halinin cazibesi üstüne kurulu, gerçeğe en yakın gerçeklik oyunu. Seçilmiş
insanların en aslına yakın portreleri. Oylamaya tabi tutulmak için gözetlendiğini
bilen insan ne kadar aslına yakın olursa o kadar aslına yakın bir gerçeklik
elbet.
Seyircinin röntgenciliği pişkince kışkırtılırken, bir hiçten yıldız
üretilerek en cazip rüya yeniden parlatılmış oluyor. Basit ev hallerinden;
yumurtayı rafadan sevmek, sabahları aksi kalkmak, konuşurken sıkça abi
demek gibi özelliklerden bir yıldız yaratılıyor. Bir hiçten. Üstelik
orada, o çatı altında hepsi birbirine benzemeye çalışan, aynı orta sınıf
ahlakının vasatisinde buluşmuş genç insanlar, en çok eğlenir, en çok
konuşur, en çok şarkı söyler, en çok pozitif, en çok uzlaştırıcı
olmaya çalışıyor. Orada en ufak bir farklılığın gerilimine yer yok.
Mamafih yarışma da tam bunun üstüne kurulu. Sanki lalettayin seçilmiş sıradan
insanlar, star niteliği sergileme imkânı bulup sivriliyor. Seyredenleri
gibiler. Ne eksik ne fazla.

Hayat taklidi yaparken popüler kültürün armağanı bütün kalıplar
kullanılıyor. Kalpler kırılıyor, yanlış anlamalar diyarında bolca iç geçiriliyor.
Gözler yaşarıyor. Herkes birbirine, beni yanlış anladın, diyor. Arada
Allah’a, Fenerbahçe’ye, vatanseverliğe, Atatürk severliğe sığınılıp, sığ
suda kürek çekme seanslarıyla iyi hal psikolojisi parçalanıp, hayat
felsefesi kırpıntıları konfetiler gibi kafalardan aşağı boca ediliyor.

Neonlu bir cehalet. Işıl ışıl bir sıkıcılık. Gecikmiş bir ‘Okulu kırdık,
ne mutlu bize’ hali. Orada olanların gösterebilecekleri ilginç, farklı bir
hayat yok. Çünkü onların kendi hayatları da yok. Kameraların önünde hiç
utanmadan 24 saat geçirebilmelerinin sırrı da zaten burada. Hayatı olmayanın
sakınacak nesi olsun.
Sonunda yanlış anlaşılma korkusu en şiddetli dile getiren; edepsizliğinden
iki gömlek bir de dürüstlük çıkarıvermiş şahsiyet, kazanıyor. Edvard
Bozukluoğlu, yeni yıldızımız olarak dergilerin kapaklarında, magazin
programlarında boy gösteriyor.

‘Memlekette iyi şeyler de oluyor’cular coşkuyla konunun üstüne atılıyor.
Artık tüyü teleği epeyi ağarmış da olsa şahinler şahini Coşkun Kırca,
"Ermenistan’la ve Ermeni diasporasıyla bilinen anlaşmazlıklarımıza rağmen,
Türk kamuoyu bir Ermeni kökenli gence, sık sık haç çıkarmasına rağmen,
tam bir hoşgörüyle bakmaktan da ötede, coşkulu sempati gösterilerinde
bulunabiliyor" diye ürkütücü bir heyecan sergiliyor. Ermeni kökenli
Edi, Türk milletinin azınlıklara karşı derin hoşgörüsü, yüce
muhabbetinin nişanesi oluveriyor. Heyecanlı başlıklar atılıyor: Çoğunluk,
azınlığı seçti.

Oysa, ne şık bir öteki olma halidir, ikide bir ıstavroz çıkarıp ispenç
horozu gibi dolanmak. Brezilya dizilerindeki hırçın, gururlu yakışıklılar
gibi. Uzak bir dine bağlı ama delikanlının hası. Bu topraklara asla ihanet
etmemiş, etmez de. Nitekim askerlik hikâyesini bilmeyen kalmamış. Agos
dergisinin bile hazin bir gururla söyleştiği Edi, anlatıyor: "İskenderun’da
askerliğim boyunca kiliseye gittim ben. Beni doğuya gidecekler arasından
elediler orada, Genelkurmay’dan emir gelmiş. ‘Burada inşaatta çalışamayacağım,
gerçek askerlik yapmak istiyorum’ dedim. Beni öncü birlikte yolladılar Şırnak’a.
20 kişiyle gittim. Arkadan bizim takım geldi. Gittim canavar gibi gönüllü
dilekçemi yazdım, imzamı da attım. Askerde beni çok seviyorlardı.
Komutanlarım alnımdan öptü beni Şırnak’ta." Edi, savaşın bağrına
gönüllü gitmiş bir Türk delikanlısı işte.

Tatlı tatlı anlatıyor. Ermenice bilmiyor, biraz da utanıyormuş.

Sarışın olduğu için kendini Ermeni’ye de pek benzetemiyormuş. Ermeninin
böylesine can kurban.

Edi, farklıymış. Oysa tam da farklı olmadığı; farklı olmadığına
ikna edebildiği için kazandı. Sıkça öfke nöbetleri yaşadığı, ter ter
tepinip yanlış kullandığı sesiyle yanlış anlaşıldığını haykırdığı
için. İkide bir kişiliğinden ve ilkelerinden taviz veremeyeceğini haykırdığı
halde kişilik ve ilke adına hiçbir şey sergilememeyi başardığı için
kazandı. İlkelerinin ilkesiz militanı. Çağdaş Türk delikanlısı. "İnsanlar
bende kendilerini bulduklarını söylüyorlar. Taksim’de ‘ne kadar da oğluma
benziyorsun, benim eşim de senin gibi’ filan diyorlardı. Üzerimde büyük
sorumluluk var gibi geliyor. Beni yanlış anlarlar korkusu başladı. Kameralar
gözüme sokuluyor her yerde. Edi’yi yanlış tanımalarını istemiyorum."
Yanlış anlaşılacak bir şey yok. Açıkça dile getiriyor hayallerini:
"Hayatta hep bir sevgilim, bir evim bir de arabam olsun isterdim. Başka şey
istemiyorum. Büyük hayallerim yok, ama tabii bunlar parayla oluyor." Ne
muhteşem bir farklılık, değil mi?

Gerisi, delikanlılık. Aynı boktan, aynı sıkıcı delikanlılık hikâyeleri.
Aynı dangalak züğürt tesellisi. Aynı yoksul ama gururludan büyük feylesof
çıkarma temrinleri. Dini, takımı, kadını. Uğruna canını vereceği üçleme.
Dürüst, samimi, vatanı için canavarlar gibi savaşan, dinine aslanlar gibi
bağlı delikanlı.

Haydi cool, kitsch , bize tercüme kavramlar. O gecekondu tanımları kültür
haritamıza şıpınişi yerleştiriverdik. Ama dürüstlük, samimiyet, Türkçenin
tarihinde pek mi çiçeği burnunda kavram adlarıdır? Neden onlar da eğreti
sahne sanatlarına dönüştü. Harbi delikanlının dürüstlük adına
sahnelediği, sert bir tonlama, hoyrat bir tavır.

Bu toplumun otorite tarafından ağır yaralanmış, tepkisini sinsice yalan
yanlış seçimlerine yansıtmış bir haletiruhiyenin pençesinde kıvrandığını
söylemek pek mi dramatik sopranoluk olur. Ama neden hoyrat, edepsiz bir üstten
tavır görünce bu toplum hemen bir kahramana yol açıp önünde eğilir? Bu tür
erkekliğin ancak bir şaka olduğu sürece katlanılası olduğunu düşünüyorsanız
hapı yutmuşsunuz. Çoğunluğun gönlünde kimseye eyvallahı olmadan gönlünce
asıp kesen bir erkek resmi var. Durmadan sıkılan, ha dedi mi öfkelenen, öfkelendi
mi kasıp kavuran erkeklere olan açık-gizli hayranlık, otorite karşısındaki
bastırılmış hisleri yansıtıyor.

Gözetleme üstüne kurulu hayatların dürüstlükten, samimiyetten anladığı
bu kadar oluyor. Arada ıstavroz çıkarmakla da farklı olunmuyor.

Yorumlar kapatıldı.