Bir sinema filminin böylesine yaygın bir milliyetçi refleks dalgasıyla sonuçlanması, üzerinde durulmaya değer bir olgu. Çünkü bu etkiyi yaratanın filmin kendisi olmadığı apaçık. Aksi halde gösterime ilk girdiği zaman yeterince tepki çekmeliydi. Düşünün ki ‘Salkım Hanımın Taneleri’ adlı bu film, TRT’de gösterilmeden zaten bir milyona yakın seyircinin önüne çıkmıştı ve bunların büyük bölümü Anadolu seyircisiydi. Ancak küçük bir aydın dalaşması dışında film hiçbir kitlesel etki veya itiraza neden olmamıştı. Dolayısıyla geçtiğimiz ay içinde yaşananların kendi kendisini tetikleyen bir tür kalıtımsal milliyetçilik olduğu söylenebilir. Öyle ki birinin milliyetçi duyarlılık bahanesiyle yazdıkları, bir başkasının da konuya girmesine ve milliyetçiliği pekiştirmesine neden oldu. Milliyetçi duyarlılığa çağrıda bulunulan bir ortamda, sağduyunun korunması da giderek zorlaştı; ve nihayet toplu cadı avlarının bilinçaltı çekiciliği medyayı kuşattı.
Tabii bu tespitler medyanın bir bölümü için. Gerçekte basiretini koruyan, konuya objektif bir perspektifle yaklaşan ve ahlaki duruşundan ödün vermeyenlerin sayısı her zamanki gibi diğerlerinden fazlaydı. Ne var ki kaba milliyetçiliğin yarattığı manevi baskı atmosferi birçok kişinin dengesini bozdu. Aksi halde örneğin Necati Doğru gibi ‘kıdemli’ bir kalemin gülünç yazılar yazması; hele gemlenemez bir saldırganlığa esir düşmesi kolay kolay açıklanamaz. Milliyet gazetesinin saygınlığıyla tanınan bir köşe yazarı ise, filmde Salkım Hanım’a tecavüz edildiğini ve bunun ensest olduğunu ifade etti. Oysa filmde Sabit Paşa’nın söz konusu eylemi Nora’ya yönelikti; ve zaten Salkım Hanım da Sabit Paşa’nın karısıydı. Düşünün ki bu köşe yazarı kitabı okumadığı, filmi görmediği halde kendisini bu konuda yazmak zorunda hissetmişti. Niçin? Yoksa kaba milliyetçiliğin aorası, tutuşan kuru çıralar misali, bütün gizli devletçilerin aklını başından mı almıştı?
Gerçekten de bir anda soldan sağa tüm devletçiler kalıtımsal bir refleksle savunmaya geçme ihtiyacı hissettiler. Aklı imha eden bir hezeyan, sıradan bir sinema filmini onların gözünde salgın hastalık yaratacak bir virüse dönüştürdü. Devletçiliğin kaba milliyetçilikten beslenmesi nedeniyle de, etnik kimlik meselesi konunun tek işlevsel ölçütü haline getirildi. Kısacası Türkiye basınının bir bölümü kendi kendisini tahrik edip, kamuflaj altında tuttuğu ‘kaba milliyetçi/devletçi’ ruhun nasıl gerçek bir kimlik olduğunu ortaya koydu.
Sonuçta salt benim Ermeni kimliğimden hareketle, Ermeni milliyetçisi olmam gerektiği yargısına o denli kapıldılar ki yazdıkları şeylerin ne denli saçma sapan olduğunu bile fark edemediler. Kendi milliyetçiliklerinin kabalığı, benim ve her ‘milletten’ birçok kişinin bizzat milliyetçiliğe karşı olan pozisyonlarını anlamalarını engelledi. Oysa ‘Salkım Hanımın Taneleri’ sadece gayrımeşru bir devlet tasarrufunu ele almaktaydı. Bu tasarrufun gayrimüslimlere yönelik olması ise filmi değil, olsa olsa söz konusu tasarrufun sahiplerini milliyetçi yapmaktaydı.
Kendi milliyetçiliğini kutsayıp başkalarının milliyetçiliklerini lanetlemek milliyetçiliğin nasıl şiddet üreten ve kendi şiddetinden beslenen bir hastalık haline gelebileceğinin göstergesidir. Dolayısıyla mesele ‘hangi milliyetçilik’ meselesi değildir. Mesele hastalıktan kurtulmak isteyip istememe meselesidir.
Yorumlar kapatıldı.