Yazının tamamı şöyle…
Birçoğunuzun “gene mi?” dediğini duyar gibiyim. Ancak Emin Çölaşan sadece bir vesile. Bugün onun 5 Aralık yazısından alacağım bir bölümden hareketle taşeron tetikçilerin fikirsel pespayeliğinin altındaki mantığı; dayandıkları milliyetçi devletçi ideolojinin kavramsal dünyasını irdelemeye çalışacağım. Önce alıntıyı yapalım…
“Varsayalım ki (sinagogda çekim yapılmasına) izin vermediler, yapılacak çekim stüdyo ortamında gerçekleşmez mi? İlle de gerçeklerde tahrifat mı yapmak gerekir? Yani Ermeni asıllı Etyen Mahçupyan bir parça “Ermenicilik” yapmış ve eseri göz göre göre çarpıtmış. Bu gerçek ortaya çıkıyor… Kendisi ‘bilinçli’ bir kimsedir ve bu çarpıtmayı da ‘bilinçli’ yaptığına inanıyorum.”
Görüldüğü gibi Çölaşan’a göre roman gerçekliğin ta kendisi; ve filmin romana uymaması da gerçekliğin tahrifatıdır. Böyle saçma bir önerme yapılabilir mi? Roman, kurmaca bir metin olarak zaten gerçekliğin tahrifatına dayanır. Çünkü roman sonuçta hayal mahsulüdür ve herhalde hiç kimse hayalin ‘gerçeklik’ olduğunu öne sürecek kadar saçmalamaz. Ne var ki milliyetçi devletçi ideolojinin dumura uğrattığı bazı beyinler bu genellemenin dışındadır. Çölaşan gibiler kendi anlam dünyalarına uyan önermeleri, kaynağı isterse bir roman olsun, gerçeklik mertebesine taşırlar. Onlar için önemli olan, duymak ve görmek istedikleri şeylerin topluma sunulmasıdır. Bunun dışındakiler ise tehlikelidir.
Gerçeklik duygusunun neredeyse tıbbi ölçülerde hasar gördüğü böyle bir algılama içinde, Çölaşan’ın sergilediği türden süfli manipülasyonlar da ‘fikirsel analiz’ haline gelmektedir. Nitekim söz konusu ‘analiz’ benim ‘Ermenicilik’ yaptığımla ve bunun bir ‘gerçek’ olduğuyla sonuçlanmaktadır. Yani gerçeklikle bağlantısı olmayan bir değerlendirmenin uzantısında Çölaşan gerçekliği ‘üretmektedir’. Bu da milliyetçi devletçi ideolojinin belirgin niteliklerinden biridir: Gerçeklik yaşanmış olan değil, kafalardaki ideolojik süzgeçten geçerken yaşananlardan kopuk hale gelen bir tür adlandırmadır. Bu adlandırmanın tersine olan önermeler veya olgular bizatihi tahrifat ve çarpıtma olarak görülmektedir. Doğruluk payesi verilen hayali bir dünya gerçekliğin yerine geçtiği için, ideolojik olarak hoşlanılmayan olgular dışta bırakılmakta; ideoloji ise yeni gerçeklik tespitleri yapmak üzere olgu üretip durmaktadır.
Bu yeni olguların insanları ahlaksızca karalamak üzere kullanılması ise, ideolojik haklılığın uzantısıdır. Milliyetçi devletçi ideolojinin doğruluğu bir nas haline geldiği ölçüde, bu uğurda yapılacak hiçbir ahlaksızlık ‘yanlış’ görülmemekte; haklılık nesnel ölçütlere göre değil, söz konusu ideolojinin yararına göre edinilen bir niteliğe dönüşmektedir. Nihayet bilinç kavramına da tamamen ideolojik bir anlam verilmektedir. Buna göre ‘bilinçli davranış’ pratik dünyanın bir niteliği değil, herkesin kendi ideolojisi doğrultusunda attığı adımlardır. Dolayısıyla Çölaşan türü manipülasyonlar ve tetikçilik uygulamaları da milliyetçi devletçi bilinçliliğin uzantısı sayılmaktadır. Bunlardan gocunmak bir yana övünç duyulur. Ahlaksızlığın girdabında yuvarlanan birçok tetikçi, bu nedenle hâlâ aramızda gurur, hatta kibirle dolaşmayı sürdürmektedir.
Çölaşan ve benzerlerine gerçekte teşekkür borçluyuz; çünkü onlar olmasaydı böylesine köklü bir hastalığın afişe edilebilmesi hiç de kolay olmazdı.
Yorumlar kapatıldı.