Vatan hainliği kampanyaları kendiliğinden oluşan, kolay yönetilen projeler değildir. Medyanın bir bölümünü sağlama almanın yanında, sadık ‘koç başlarına’ ihtiyacınız vardır. Bunlar türlü yalan ve manipülasyonla konuyu sıcak tutmakla, namusluluk görüntüsü altında ahlaksızlığı meşru kılmakla görevlidirler. Onları hepimiz gayet iyi tanırız. Örneğin ‘bir filmden hareketle senaristin ihanetle suçlanması’ ya da ‘kullandığı kaynaklar bahane edilerek entelektüel bir grubun zan altında bırakılması’ türünden projeleriniz varsa; bu tür yazarlara müracaat yeterlidir. Medyamız artık kanıksadığımız, hatta yokluklarında neredeyse özlemini çekeceğimiz bir taşeron tetikçilerden hiçbir zaman vazgeçemez. Bu kurum, medyamızın o denli asli parçasıdır ki, çoğumuz gazeteyi elimize aldığımızda ilk bu isimlere bakarız. Çünkü bu yazarlar bize derin devletin ve diğer derin şeylerin tutumunu, bakışını, tercihlerini, yani halihazırdaki siyasetini yansıtır.
Öte yandan taşeron tetikçilik müessesesi kendi içinde manevi hiyerarşiye uygun bir yapı arz eder. En tepeye çıkmayı ancak ömrünü bu işe ve kimliğe adamış, özverili kişiler becerebilir. Günümüzde taşeron tetikçilerin üstad–ı azamı ise tabii ki Emin Çölaşan’dır. Onun ‘gazetecilik’ yapması için artık yatağından bile çıkması gerekmiyor. Memleketteki tüm derin bilgiler bir vantuzla çekilmiş gibi ona yöneliyor. Sıradan insanların ulaşamayacağı her detayı, sanki mıknatıslı minik kuşlara binmişçesine Çölaşan’ın manyetik alanına doğru uçuyor.
‘Salkım Hanım’ tartışması alt kademedeki asistanlar tarafından pişirildikten sonra, tabii ki Çölaşan’ın gündemine de girecekti. Kendileri konuyla ilgili iki yazı yazdılar. Bazı incelikleri anlamayanlar için tamamen ahmakça iki yazı. Ama Türk entelektüel hayatında ‘Emin Çölaşan’ı okumak’ diye bir mesele vardır. 14 Aralık’taki ikinci yazıda bildirildiğine göre Erivan Radyosu ‘Salkım Hanım’la ilgili yorum yapmış ve ardından da benim ‘Kutsal toprak, kötü insan’ adlı köşe yazım okunmuş. Doğrusu bu haber beni çok sevindirdi. Çünkü söz konusu yazımda toprağı insana yeğleyen, toplumu millet kavramının altında ezen kaba milliyetçiliği eleştirmiştim. Dolayısıyla o yazı rahatlıkla bir Ermenistan Cumhuriyeti eleştirisi olarak da okunabilirdi. Yoksa resmî Ermeni görüşü de nihayet bir ilerleme mi kaydetmekteydi?
Ancak birkaç ay önce kulağıma gelen bir olayı hatırlamam, işin püf noktasının farklı olduğunu idrak etmemi sağladı: Derin kaynakların bildirdiğine göre ben Erivan Radyosu’nda program yapıyormuşum… Türkçemizdeki o anlamlı kelimeyi kullanırsak, tabii ki dangalaklığın da bir sınırı olmalıdır; ama ideolojik manipülasyonlar böyle bir sınır tanımazlar. Eğer dangalaklık büyükse, o zaman da bunu alıştıra alıştıra vermek üzere mahir kalemleri araya sokarlar. Taşeron tetikçilik müessesesinin esas işlevi de budur. Ancak Çölaşan gibi kendini ‘mesleğine’ adayan tetikçileri bekleyen bir tehlike vardır: Bunlar zaman içinde kişiliklerini bilerek ve isteyerek yitirir, kendilerini yüzsüzleştirir, bilinçsiz bir ideolojik araca dönüşmelerini ileri bir bilinç olarak algılarlar. Hakikiliğin böylece yitmesi ise tetikçinin manipülasyon gücünü azaltır. Belki de bu nedenle Ayşe Arman birkaç ayda bir Çölaşan’la röportaj yapar.. onun gerçekten de bir ‘insan’ olduğunu bize empoze etmeye çalışır… (30 Aralık 2001)
Yorumlar kapatıldı.