İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

AKTÜEL: Çoğunluğun gözdesi ‘azınlık’ Edi

Haberin tamamı şöyle…

BBG’nin birincisi Edi tam 11 hafta üst üste birinci olarak kendi
kategorisinde bir dünya rekoru kırdı. Bir Ermeni, bir “azınlık”
mensubu olarak tüm Türkiye’den en yüksek oyları toplaması da, bu konudaki
politik tartışmaların kamuoyu nezdinde onaylanmadığının bir kanıtı
oldu. Onu hep kameralar önünde izledik. Peki Edvard Bozukluoğlu aslında kim?
Nerede, hangi koşullarda büyüdü, hayalleri, yetenekleri ne? İşte
bilinmeyen yönleriyle Edi…

Geçen yıl Biri Bizi Gözetliyor basının gözde kalemlerinin derin
ilgisine mazhar olmuştu. 2000 BBG’sinde basın Türk gençliğinin
“umutsuz” durumuna takılmıştı. “Süper light” ve “sığ
sularda” dolanan gençliğimiz konusunda bir hayli tahlil attırıldı. Gel
gör ki, bu yıl benzeri kalemlerden pek ses çıkmadı. Belki de geçen yılın
kopyası bir manzara ile karşılaşacaklarını sanmışlardı. Ama bu yılın
BBG’sinde bambaşka bir karakter vardı: 05 Edi.

Ne Cüneyt gibi şiir yazabiliyor, ne Hacer gibi şarkı söyleyebiliyor, ne
de Volki gibi Tarkanvari dans edebiliyordu. Sinirliydi, kavgacıydı, zaman
zaman da aşırı duygusal. Edi BBG evinin en renkli kişisi olmasını ve
fenomen haline gelmesini tam da buna; bir anti – kahraman olmasına borçluydu.

Neyse o

Bindiği taksiye konvoylarla eşlik edilen, stüdyoya “Alemin kralı
geliyor” ve “Türkiye seninle gurur duyuyor” sesleriyle çağrılan
Edi aslında kendisinin de farkında olmadığı önemli bir toplumsal meseleye
ışık tutuyor. O değişen Türkiye’nin ya da Avrupa Birliği Türkiye’si gençliğinin
ayak sesi aslında. Ermeni asıllı bir baba ile Müslüman, göçmen bir
annenin çocuğu olan Edvard Bozukluoğlu tam 11 hafta boyunca Türkiye’nin 7
ayrı bölgesinden ve Almanya’dan en yüksek puanı alarak birinci oldu. Edi’nin
11 haftalık rekorunu dünya BBG’lerinde bile kıran yok.

Evde dinî kimliğine ilişkin yapılan dedikodulara, “yüzde 99’u Müslüman”
olan bir ülkede milyonların önünde haç çıkartarak dua etmesine, üstelik
ait olduğu kökene ilişkin siyasi tartışmaların ve kızgınlıkların gündemde
daima sıcak tutulmasına karşın, Edi’ye Türkiye’nin en tutucu bölgeleri de
dahil her yerden oy yağdı. Anlaşılıyor ki, Türkiye’de yetişen yeni kuşak
kendini geçmişin tarihi – toplumsal obsesyonlarından kurtarmaya başlıyor.

Edi’ye Ermeni asıllı olduğu için hiç sorun yaşayıp yaşamadığını
sorduğumuzda şöyle cevap veriyor: “Hiçbir sorun yaşamadım. Yarışmaya
girerken de hiç tedirginlik duymadım. Takside ‘evde senin dinin tartışılıyor’
diyorlardı ama ben evde bunları hiç konuşmadım. İnsanlar zaten herşeyi
biliyordu.”

Bu madalyonun bir yüzü. Diğer yüzünde ise sadece Edi’nin karakteri var.
Onca kameraya karşı sadece kendi iyi ve kötüsüyle, sahici biri. Sinirliyse
sinirli, ağlıyorsa ağlıyor, titizse titiz, fanatikse fanatik, Fenerbahçeliyse
Fenerbahçeli. Kendini sansürlemiyor, başkalaştırmıyor, oy kazanmak için
kimseye yaklaşmıyor, dışlanma ihtimaline aldırmıyor, neyse o. Taktik savaşları
gütmeyen, kalbini kıranı ilk etapta eleyen, kalbini kazanana sonuna kadar
sahip çıkan biri. Geldiği gün nasılsa öyle çıktı o evden Edi. Belki de
herkes bunun için oy verdi ona. Türkiye kolektif bir halde Edi’ye ipnotize
oldu, hepimiz onda irrasyonel tarafımızın sansürsüz bir biçimde ete kemiğe
büründüğünü gördük. Tam karşımızdaydı ve belki de hiçbirimizin
cesaret edemediği kadar kendisi oluyordu.

Şimdi 150 milyar lirayla evine dönen 27 yaşındaki genç ne dans ne müzik
yeteneğine, ne de yakışıklılığına güveniyordu. O oraya kendini bulmak için
girmişti. “100 günde bir karakterim olduğunu öğrendim orada. Bundan
hep şüphe duyuyordum” diyor.

Edi’nin hikâyesi

22 Haziran 1974’te bir Yengeç burcu çocuğu olarak Almanya’nın Mannheim
kentinde doğar Edi. Sarışınlığını, boyunu posunu aldığı annesi
Kadriye Hanım Almanya’da bir otelde çalışmaktadır. Kürkçülükle uğraşan
babası Yetvark Bozokluoğlu o sırada Avrupa’yı gezmektedir ve ikilinin yolları
Köln’de bir otelin gece kulübünde çakışır. Müşterilerin bazılarının
genç kadını rahatsız ettiğini gören Yetvark Bey genç kadını kurtarır
ve böylece büyük bir aşk başlar. 1.5 sene sonra şipşak evlenirler.

Kadriye ile Yetvark birbirlerine aşıktır ama tek çocukları Edi’ye rağmen
bir türlü anlaşamazlar. Evden kavga eksik olmaz. Annesi baskın bir kişiliktir,
sözünü esirgemez, tıpkı Edi gibi. Babası bu baskın kişilikte yaşamakta
zorlanır eşini sevmesine rağmen. Çatışma boşanmaya kadar varır. Edi
annesinin yanında İzmir’de büyür, yazları İstanbul’a gelir, kendini
babaannesinin kucağına atar. Annesi 38 yaşında kanserden ölmeden önce
Edi’yi İstanbul’a götürüp babasına teslim eder. O sırada Şişli Lisesi’ne
gitmektedir Edi. Babasıyla çatışmaları sürer, nedeni çok açık değildir.
“Ben anneciydim aslında. Küçükken bir çocuğa sorulan en kötü soru
soruluyordu bana, annemi diyordum, annem melek gibi bir kadındı. Ama annemin
ailesi onu çok üzdü. Para meselelerinden filan üzdüler annemi. Onlarla da görüşmüyorum.”
Annesini kaybettikten sonra ona bütün sevgisini veren babaannesi hem en yakını
hem de en iyi dostudur Edi’nin. Babasıyla anlaşamadığından, ondan para
istememek için bir yandan okurken bir yandan da çalışır. İlk olarak MİLPA’da
işe girer, daha sonra çeşitli işler yapar ve hep kendi parasını kazanır.

Şişli Lisesi’nden sonra üniversite sınavlarında İTÜ İşletme’yi kazanır
ama yine çatışmalardan dolayı buraya gitmez ve Amerika’nın Arizona
eyaletinde yaşayan halalarının yolunu tutar.

“Kalmamı istiyorlardı. Bir kız bulup anlaşmalı evlilik yapacaktım.
Her türlü kursa yazdırıyorlardı beni vizemi uzatmak için. Sonra orada
Arizona State Üniversitesi’ne gittim, marketing pazarlama okudum. Ama sevmedim
orayı, bir kere Arizona çok sıcaktı, deniz yoktu, İstanbul’un şaşaası
yoktu” diyor.

“Babamın güldüğünü TV’den gördüm”

İki senelik ABD macerasından sonra 1997’de Türkiye’ye döner Edi ve sadece
bir hafta sonra Manisa’da askerlik görevine başlar. Acemilik bittikten sonra
İskenderun’a gider ama iki ay geçmeden taburunun Şırnak’a görev emri gelir.
“Taburda sekiz arkadaşım vardı. Bizim tabur Şırnak’ta karakola taşınıyordu.
Ben gayrı müslüm olduğum için beni kestiler. Üsteğmene gittim. Arkadaşlarımdan
ayrılmak istemiyorum ben de oraya gitmek istiyorum, dedim. Genelkurmay’a dilekçe
yazıldı ve ben Şırnak’a öncü gittim. Orası çok iyiydi, herkes rütbesini
çıkarmış gibiydi sanki, herkes askerdi. Orada çok mutlu oldum.”

Askerlik bitiminde eve döner ve yine babayla bir çatışma yaşar Edi.
Babasından kaçmak için Ankara’ya çalışmaya gider ve orada iki yıl kalır.
Aslında amacı sürekli evden uzağa gitmektir. “Dört yılı geçti, ben
babamı ilk defa bu kadar yakından görüyorum. Onunla küstüm. Ağzı ve eli
havadaydı. Ama şimdi anlıyorum onu, o da mutsuzdu tabii. Hiç gülmezdi, ilk
defa bayramda televizyonda gördüm babamın güldüğünü, dişlerini orada gördüm.”

Ankara’dan sonra İstanbul’a gelir ve Serpil Buluç’la tanışır. Hayatının
meleğini bulmuştur. Gazeteci, esmer güzeli, zeki ve tuttuğunu koparan biri
olan Serpil tıpkı annesi gibi güçlü bir kadındır. Ondan sonrasını zaten
hepimiz BBG’den izledik…

Peki Edi şimdi ne yapacak? “Büyük hayaller içinde girmedim BBG’ye, o
evde olmak istiyordum yalnızca. Benden dizi oyuncusu olmaz, aktör olmaz, çünkü
rol yapamıyorum. Ağla deyince ağlayamam ben. Edi uçuk kaçık dizilerde de
oynamayacak. Sunucu da olamam. Dilim biraz peltek, ben ‘s’ özürlüyüm. Ama
reklam filmlerinde oynamak isterim.”

Edi bu işin onu nereye götürüp götürmeyeceğini bilmiyor, “bu işten
ekmek yer miyim bilmiyorum” diyor ve ekliyor: “Ben basit bir insanım,
basit bir karakterim var.”

BBG: İlk BBG’yi izlerken kendimi orada düşünüyordum. “Ben orada şunu
yapardım, bunu yapardım” diyordum. Önce Serpil istemedi BBG’ye girmemi.
“Ya ben ya BBG” dedi. Sonra anlaştık. Serpil’le herşeyi hesapladık;
zaten iki üç hafta ayrı kalırız, biri benim damarıma basar, beni şutlarlar
diye düşünüyordum. Ama dördüncü hafta bitti, birinci oldum, en mutlu günümdü
o gün.

Rakipler: Bana karşı kutuplaşmalar 4. haftadan, ben birinci olduktan sonra
başladı. Rakip gördüğüm için kimseyi elemiş değilim. Görüşme odasına
girdiğim zaman orada düşünüyordum. Evdeki standartımı korumam
gerekiyordu. İnsan anlaşamadığı insanlarla neden aynı evde yaşasın ki!

Agresiflik: Agresif değilim. Şimdi bakıyorum sadece benim bağırıp çağırdığım
yerleri gösteriyorlar. Olayın nedenini vermiyorlar.

Türkiye seninle gurur duyuyor: İnsanlar bende kendilerini bulduklarını söylüyorlar.
Takside “ne kadar da oğluma benziyorsun, benim eşim de senin gibi”
filan diyorlardı. Üzerimde büyük sorumluluk var gibi geliyor. Beni yanlış
anlarlar korkusu başladı. Kameralar gözüme sokuluyor her yerde. Edi’yi yanlış
tanımalarını istemiyorum.

Fenerbahçe: Annem Galatasaraylı babam Beşiktaşlı’ydı. Benim Fenerbahçe
hastalığım Mustafa Denizli’nin o Galatasaray’la Avrupa’da başarılı olduğu
zaman başladı. Neden bilmiyorum, Fenerli oldum. Zaten sarı lacivert en sevdiğim
renklerdir. Her maça giderdim. Rıdvan, Selçuk, Schumacher vardı, Arap İsmail’i
severdim. Ali Şen vardı tabii. Evde her yerde bayraklar asılıdır.
Bayraklardan, güneş vurduğunda evin içi sarı lacivert oluyor. Bana
“Fenerbahçeliliği kullandın” diyorlar. Fenerbahçeli değilim mi
deseydim? Bir ben, bir Serpil, bir Fenerbahçe.

Hayal: Hayatta hep bir sevgilim, bir evim bir de arabam olsun isterdim. Başka
şey istemiyorum, büyük hayallerim yok ama tabii bunlar parayla oluyor.

Aşk: Yengeç burcu olduğum için duygusalım. Hakikaten çok duygusalmışım.
BBG evinde ağlaya zırlaya öğrendim. Bir kızdan hoşlanıyorsam aşırı hoşlanıyordum,
aşığım diyordum kendi içimde ama bunu ona söylemezdim. Birlikte olduğum
insanlar bir elin parmağını geçmez. Aşk çok zor bir şey işte. Ben aşkımı,
sevgimi sıkı yaşarım. Sevdiğime tezahüratım vardır.

Kıskançlık: Over kıskancım diyelim. Ucundan paranoyaya giriyor.

Serpil: Edi Bozukluoğlu’nun sevgisinin dışında insanlar Serpil’i de
seviyor. Bu sevgiye sahip çıkmaz mıyım! Böylesine akıllı, herşeyi bilen
olağanüstü bir insanı bir daha nereden bulacağım? Kaçırdın mı bir daha
bulunmaz. İleride Fransa’yı gezmek istiyorum, İtalya’ya da gideceğim ama
Serpil’i götürmeyeceğim. Çünkü o İtalya’yı çok seviyor… Belki geri
gelmek istemez. Ben de işte böyle İtalyanlar gibi giyiniyorum onun için.

Müzik: Neşeliysem club dinleyip dans ederim, hüzünlüysem Zerrin Özer
dinlerim.

Araba: Benim için önemli. Formula 1 yarışlarını hiç kaçırmam. Uzun
yola gitmeyi severim çünkü araba kullanırken çok iyi düşünürüm.

Para: Şu anda parayı ne yapacağımı bilmiyorum. Hatun’la (Serpil) konuşup
karar vereceğiz.

İş: Şimdiye kadar çalıştığım bütün mağazalarda hep satış
birincilikleri aldım. Çok iyi satıcıyımdır, işimin hakkını veririm.

Yorumlar kapatıldı.