İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Cengiz Çandar: PATRİK,AB VE DİNLERARASI BARIŞ…

HaberTürk’deki yazısında Cengiz Çandar, Brüksel’de düzenlenen ‘Monoteist Dinler: Yahudilik, Hristiyanlık, İslam arasında İşbirliği ve Barış içinde Birarada Yaşama’ Konferansı hakkındaki görüşlerini sıralıyor.

Brüksel’de ‘Monoteist Dinler: Yahudilik, Hristiyanlık,
İslam arasında İşbirliği ve Barış içinde Birarada Yaşama’ Konferansı
AB hükümeti yerine geçen Avrupa Komisyonu’nun Charlemagne binasında yapılıyor.
Bu, başlıbaşına bir ‘ironi’; zira Charlemagne, Avrupa’nın tarihte bundan önceki
son ‘birleşmiş’ halinin temsilcisiydi. Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’nun
büyük hükümdarı. Adı üzerinde Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu,
‘Katolik Avrupa’nın birliğini ifade ediyordu. İslam’sız, Ortodoksluğun dışlandığı
ve daha sonraları Yahudilik üzerinde ‘engizisyon’u işletecek olan ‘Katolik
Avrupa’.

Aradan yaklaşık bir 1000 yıl geçtikten sonra, Avrupa, yeniden bir ‘büyük
birleşme’ hareketi halinde ve bu kez Ortodokslar, Protestanlar; Hristiyanlığın
Katoliklik dışındaki büyük parçaları olarak bu hareketin içindeler. Keza
Yahudiler ve Müslümanlar da…

Charlemagne binasında dün başlayan toplantı, İstanbul’daki Ekumenik
(Cihanşumül) Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos ve Avrupa Komisyonu Başkanı
Romano Prodi’nin ortak inisiyatifi. Amaç, 11 Eylül sonrasında Müslümanlar’a
karşı oluşabilecek ‘Haçlı ruhu’nun Avrupa’da önüne geçmek ve
‘Medeniyetler Çatışması’ ihtimalinin yerine ‘dinlerarası barış ve işbirliği’ni
oturtmak. Özellikle, Türkiye’yi, İslam Dünyası’nı ve Müslümanlar’ı yakından
ilgilendiren bir toplantı.

Avrupa Komisyonu’nun kendisini böyle bir ‘yükümlülük’ içinde görmesi
ve Patrik Bartholomeos ile birlikte inisiyatif alması, Türkiye’nin ‘AB ufukları’
bakımından da gayet anlamlı. Ayrıca, AB’nin bir ‘Hristiyan kulübü’ olduğu
yolundaki malum itirazları bertaraf edecek ve ‘Medeniyetler Çatışması’
tezini Avrupa’nın ‘demokratik projesi’ içinde imkansızlaştırmayı hedef
alacak nitelikte bir girişim.

Brüksel’deki bu toplantının bir de ‘deklare edilmemiş’ bir özelliği
var. 11 Eylül’den sonra Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, tüm ‘kartları’nı
Amerika’nın yanına yerleştirdiği, NATO ile ‘özel ilişkiler’ geliştirdiği
ve geniş anlamda Rusya’yı ‘Avrupa sistemi’nin içine yerleştirmeyi
hesaplarken, Moskova’daki Rus Ortodoks Patriği Aleksi’nin desteğiyle hareket
ediyor ve ‘zımni’ biçimde Rusya ve Hristiyanlık için ‘tehdit’in İslam ve Müslümanlar’dan
geldiğini ima ediyordu. Çeçenler’in şahsında Putin’in ‘anti-terörizm’ tavrının
gerisinde üstü kapalı bir ‘anti-İslam’ yaklaşım söz konusuydu.
Moskova’daki Rus Ortodoks Patrikliği ile İstanbul Patrikhanesi, Bizans’ın
tarihe gömülmesinden beri Ortodoksluk üzerinde gizli-açık bir çekişme içindeler.
Bu çerçevede, Patrik Bartholomeos’un girişimi, yine bir başka ‘ironi’ ile, Türkiye’nin
ve İslam Dünyası’nın çıkarlarına hizmet ediyor.

Fener Patrikhanesi’ne bağlı bütün Ortodoks kiliselerinin başları, bu
arada Amerikan ve Avrupa Yahudi topluluklarının hahamları, Vatikan
temsilcileri Brüksel’de. ‘Dinlerarası barış ve işbirliği’ amaçlı AB onay
belgeli Brüksel toplantısında İstanbul’daki Ermeni Patriği Mesrop Mutafyan
da var. Lübnan’daki Ermeni Katolikos’u Aram da.

İslam Dünyası’nın temsili hayli zayıf. Türkiye’den katılacak olan
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, bir son dakika mazeretinden ötürü
gelemedi. Yerine mesajı geldi. Bu arada, Müslüman din adamları ve şahsiyetler
arasında en ön planda sayılabilecek olan Suriye’nin Sünni Müftüsü Şeyh
Salah Kuftaru, Kahire El Ezher’den Şeyh Fevzi el-Zafzaf, Fas Kültür ve İslami
İşler Bakanı Alavi M’Daghri ve bu arada İran’dan ‘ekselans’ unvanlı bir din
adamı Muhammed Mescid Camei varlar. Suriye’deki Alevi diktatörlük rejimiyle sıkı
ilişkilerini koruyabilmiş olan Sünni Müftü Salah Kuftaru ve diğer
‘establishment’ din adamları İslam Dünyası’nı ne derece temsil
edebilmekteler; bir büyük soru işareti.

Ancak, bu görüntü büyük ölçüde İslam’da ‘kilise’ benzeri bir
dini/siyasi kurumun bulunmamasıyla da ilgili elbette. İslam’ın Şiiler hariç,
ruhbanları yok. O yüzden, İslam Dünyası’nı din adamlarının temsil
edebileceği yanılgısı, Hristiyan din adamları ve siyaset adamlarına da yayılabiliyor.

Aslında İslam Dünyası’nın ‘yapısal sorunları’, 11 Eylül sonrası daha
da derinlerde. Müslüman topluluklar, yaşadıkları ülkelerin
anti-demokratik, nefes aldırmaz rejimlerinin de yol açtığı durağanlık,
ekonomik geri kalmışlık, uluslararası ekonomik adaletsizliklerin pençesinde
çok kırılgan bir ruh haleti ve depderin hayal kırıklıkları içinde
muazzam bir düşünce fukaralığına da ister istemez düşmüş durumdalar. Sürekli
‘irrasyonellik’ üretiyorlar.

İslam Dünyası’nın parlak beyinlerini, bu genellemeden ayırmak gerekiyor
ama siyaset ile inanç tahteravallisinde gidip gelen Müslüman kamuoyu önderleri
de, 11 Eylül sonrası bu ‘genelleme’nin içine girmekten kendilerini kurtaramadılar.
En aklıbaşında ve dünyaya açık zannedilenleri bile ‘küreselleşme’ ve
‘kabilecilik’ tercihini, çeşitli nedenlerden ötürü ikincisinden yana
kullanmaya kendilerini adeta mecbur saydılar. Aksi halde, Usame bin Laden gibi
birisini açıkça veya üstü kapalı biçimde ‘Müslüman Che Guevara’ yani
bir ‘kahraman’ gibi algılamak yanılgısına düşerler miydi?

Bazıları, Usame’nin ‘günahı’nı da Amerika’nın üzerine yükleyip, işin
içinden sıyrılmayı tasarladılar. Bunu kimisi ‘en başından’ yapıp, ‘zor
sorular’ı savuşturmak istedi; kimisi de geçen hafta Usame kasedi yayınlandıktan
sonra Pakistan’ın Quetta şehrindeki Rahim Han isimli bir Müslüman gibi tepki
verdi. Şöyle diyor Rahim Han: "Usame Afgan değil. Buraya ait değil.
Amerika’nın bir casusu. Şu anda Usame’nin Washington’da George Bush’un yanında
olduğuna kalıbı basarım." İlk bakışta pek ‘cahilce’ ve gayet
‘irrasyonel’ gözüken bir tepki, değil mi? Değil aslında. Kasetin ‘Amerikan
montajı, Hollywood-CIA ortak yapımı’ olduğuna, hem de Türkiye gibi iyi-kötü
Avrupa sistemiyle irtibatlı, Amerika ile yarım yüzyıllık yakın ilişkilerdeki
bir ülkede bile ‘kalıbını basan’ kimi ‘kamuoyu önderleri’nin bulunduğu bir
İslam Dünyası’nda, herhangi bir Pakistan vatandaşının öyle bir tepkisi hiç
şaşırtıcı değil.

11 Eylül’ün İslam Dünyası’nda dışa vurduğu ya da ortaya çıkarttığı
‘düşünce fukaralığı’ ve kimilerinin gitmeleri gereken yönün tam tersinde
‘reaksiyon’a kapıldığı uluslararası ortamında, ‘dinlerarası işbirliği
ve barış içinde birarada yaşama’ projesinde İslam Dünyası’nın çok zayıf
temsiline de şaşırmamak gerekiyor.

Müslümanlar’ın ‘Haçlı ruhu’ ihtimaline karşı hakkını hukukunu
korumanın, Patrik Bartholomeos ve AB Komisyon Başkanı Romano Prodi’ye düşmesi,
belki de 11 Eylül sonrasının en hazin tecellisi, en büyük ‘ironi’si…

Yorumlar kapatıldı.