Girmemek lazım böyle tartışmalara, biliyorum ama insan bazen kendini
tutamıyor. Elimden geldiğince takip etmeye çalıştım şu ‘Salkım Hanımın
Taneleri’ filmi etrafında dönen, tartışma demeye bile dilimin varmadığı sığlıkları.
Nedir konuşulmaya çalışılan şey?
Herhalde kimse varlık vergisini savunmuyor. Gerçi varlık vergisinin o dönemin
şartları içinde ne kadar gerekli bir vergi olduğunu söylemeye çalışanlar,
İsmet Paşa’dan falan alıntılar yapıp bu imayı dile getirenler olmadı değil.
Ama yine de ben kimsenin ortaya çıkıp ‘Varlık vergisi doğruydu’ dediğini -çok
şükür henüz- işitmedim.
Peki o zaman ne konuşuluyor? Romanda Yahudi olan karakterin Ermeni’ye çevrilmesi
eleştiriliyor. Peki ama size ne kardeşim bundan? Romanın yazarı, eserinin
sinemaya bu biçimde uyarlanmasını kabul ettiğine göre kime ne söz söylemek
düşer?
Başka ne söyleniyor? Bu filmle Türk düşmanlığı yapıldığı, Ermeni
propagandasına yardım edildiği… Neyin Türk düşmanı, neyin dostu olduğunu
bildiren hassas bir teraziniz mi var? Bu ülkede yaşanmış gerçeklerden yola
çıkan ya da ondan esinlenen bir film var karşımızda. Tarihsel roman,
tarihsel film her zaman her yerde tartışılmıştır. Ama tartışırken
kullandığımız argümanların daha aklı başında, daha düzeyli olması
gerekmiyor mu?
İttihat Terakki’den başlayıp Cumhuriyet tarihi boyunca, evet bugün bile,
ticaret ve sanayinin Türkleştirilmesi için uygulanan sistemli politikaların
bir uzantısı olan varlık vergisini ve 6-7 Eylül olaylarını konuşamadıkça
nereye varabiliriz.
Vardığımız yer, sığlıktır, başka bir yer değil. Günler ve geceler
boyunca o sığ sularda debelenir dururuz.
Alın şimdi karşımızda yeni bir potansiyel sorun var: Atom Egoyan’ın henüz
bitirmediği filmi ‘Ararat’.
Daha ortada film yok. Film hakkında sadece kulaktan dolma bazı söylentiler
var. Ama Türkiye’de ortalık yıkılıyor.
Kampanyalar başlatılıyor, elektronik postalar atılıyor, protesto
mektupları yazılıyor. Hepsi ne için? Henüz ortada bile olmayan ve ‘Türk düşmanı’
olduğundan kimsenin kuşku duymadığı bir film için.
Dün Ertuğrul Özkök, "Gelin" diyordu, "filmin dünya galasını
Ağrı Dağı’nda yapalım."
Ağrı Dağı’na gitmeye gerek yok. Filmi, İstanbul Sinema Festivali’ne
davet edebilirsiniz.
Haluk Şahin, bu filmle ilgili olarak ortaya çok doğru bir ölçü koydu:
Bakmamız gereken şey, filmin Türklerin hoşuna gidip gitmemesi değil ırkçılık
içerip içermediği.
‘Geceyarısı Ekspresi’, kimi sahneleriyle ırkçı bir filmdi. Filmin bu yönü
yıllar sonra yönetmeni Alan Parker tarafından da kabul edildi, özür
dilendi.
Şimdi değerli bir yönetmen olduğunu bildiğimiz Atom Egoyan’ın filmine
de aynı gözlükten bakmak gerek. Filmde ırkçılık var mı, yok mu?
Hiçbir sinema filminin ya da romanın ‘Dengeli olmalıyım, iki tarafın da
bakış açısını eserime yansıtmalıyım’ gibi bir kaygıya sahip olması
beklenemez. Eserinde bu dengeyi aramayanlar sırf bu nedenle kınanamaz. Ama bir
filmin ya da romanın ırkçılık yapması da kabul edilemez.
Gelin görün ki, daha ortada bir film yokken, biz kendi içimizdeki ırkçılığı
günyüzüne çıkarttık bile. Gerek ‘Salkım Hanım’ tartışmasında ve
gerekse Egoyan’ın filminde, aramızda yaşayan on binlerce Ermeni vatandaşımızı
utandıracak, onları aşağılayan ifadeleri kullandık bile.
Sığ sular, sanılanın aksine derin sulara göre çok daha hoyrattır.
Yorumlar kapatıldı.