Yazının tamamı şöyle…
Milliyetçi Hareket Partili Ahmet Çakar’ın
‘Salkım Hanımın Taneleri’ filminin TRT’de gösterilmesi üzerine yaptığı çıkışı, ettiği hakaretleri Türkiye açısından sıradan bir olay gibi görmek mümkün. Nitekim, filmin dayandığı romanın yazarı Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu bulduğu her ortamda Çakar’a gereken cevapları verdi, iyi de etti.
Ancak bence Çakar’ın tutumunu sıradan görmemek lazım. Çünkü her ne kadar Çakar bugüne kadar örneğini belki binlerce kez gördüğümüz türden bir çıkışı yapmışsa da, yaptığı tipik bir davranış olsa da, yine de karşı çıkılması gereken bir tavrı sergiliyor sonuç olarak.
Türkiye’de kafası biraz olsun çalışan, ağzı veya kalemi biraz olsun laf yapan biriyseniz daha hayatınızın başında iki seçenekle karşı karşıya kalırsınız: Ya yaygın efsaneleri yenileyerek ve yineleyerek bütün hayatınızı geçireceksinizdir ya da yılmadan usanmadan gerçeklerin peşinde koşacaksınızdır.
Türkiye’de gerçek bilginin peşinde koşmak kadar zor çok az şey vardır. Artık yaygın inanç haline gelmiş efsaneler her köşe başında karşınıza çıkar. Özellikle de
yakın tarihin olayları ve yorumlanış biçimlerinde bu efsanelerden kurtulmanıza imkân yoktur.
Evet sağa sola serpiştirilmiş ya da bazen toplu halde bir yerde duran gerçek bilgiler de vardır ama onlara ulaşmayı öğrenene kadar gençliğiniz çoktan tükenir, orta yaşa adım atmış olursunuz.
Öte yandan efsanelerin getirdiği bir kolaycılık da vardır. Size hazır bir hap sunarlar, dinler ve inanırsınız. Oysa gerçek çoğu zaman bu efsanede anlatılandan ya çok daha basittir ya da çok daha karmaşık. Ama hiçbir zaman o efsanedeki gibi değildir.
Geçenlerde bir yerde genç bir kızın itirafına denk geldim.
6-7 Eylül olaylarına ilişkin gazete kupürlerinin de yer aldığı bir sergiyi gezmeye gitmişler toplu halde. Hepsi de üniversite öğrencisi olan bu kızlar 6-7 Eylül olaylarını hayatlarında ilk kez o sergide, ilgisiz bazı kupürlere bakarken öğrenmişler. Tesadüfen yanlarında yaşlı bir adam da varmış, kızların bilgisizliğini görünce “Ben” demiş, “Yaşadım o günleri.”
Ve başlamış anlatmaya. Genç kız bundan sadece 45 yıl önce yaşanan bu olayları 20 küsur yaşında deyim yerindeyse sokak ortasında öğrenmiş yani.
Aynı şey ‘Salkım Hanımın Taneleri’ roman ve filminin konu aldığı Varlık Vergisi için de geçerli. Bu haksız verginin neden icad edildiği ve nasıl bir acımasızlık içinde uygulandığına dair bilgi edinmek isteseniz kaç kitap bulabilirsiniz? Beş tane değil.
Hadi size bir soru daha: Azınlıklar Geçici Komisyonu isimli bir komisyonun adını duyan, yaptıklarını bilen kaç kişi var? Bu konuda bir yayın var mı?
Yakın tarihimiz de, güncel tartışmalarımız da efsanelerle dolu. Bir komplo teorisinden bahsetmiyorum, birilerinin işi gücü bırakıp sabah akşam efsane ürettiğini, böylece kafalarımızı bulandırdığını söylemiyorum. Söylemeye çalıştığım şey, gerçeklerden kaçma, gerçeklere karşı ilgisiz durma eğilimimizin bizi efsanelerle karşı karşıya bıraktığı.
Komşumuz, okulda sıra arkadaşımız Rumlar nereye gitti? Neden gitti? Bu soruları sormayınca, gerçek cevapları aramayınca, efsanelerin içine giriveriyoruz, tarih diye pehlivan tefrikalarının bilgilerini konuşuyoruz.
O yüzden Ahmet Çakar gibiler ortaya çıktıkları anda eleştirilmeli. Ancak o sayede insanları gerçekleri araştırmaya ve herkesin anlayabileceği dilden yazılmış kitaplar üretmeye teşvik edebiliriz. Öbür türlü gerçek bilgiler yerine efsanelerle idare ederiz.
Yorumlar kapatıldı.