İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Lraper: Türk-Ermeni İlişkilerinde Tarih ve Kültür

TÜRK-ERMENI ILISKILERINDE TARIH VE KULTUR

ISTANBUL, 28 Kasim 2001 (“Lraper” Kilise Bulteni) —
Kültür Bakanlığı’nın desteği ile Cumhuriyet Kültür ve Tanıtım Vakfı’nın düzenlediği “Türk-Ermeni İlişkilerinde Tarih ve Kültür Sempozyumu” 27 – 28 Kasım 2001 tarihlerinde Ankara’da yapıldı. Milli Kütüphane Toplantı Salonu’unda gerçekleşen sempozyumu Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin ve üyeler, Kültür Bakanlığı Müsteşarı Fikret Üçcan, Kütüphaneler G.Müdürü Gökçin Yalçın, Kültür Bakanlığı Halk Kültürü Araştırma Geliştirme Merkezi Genel Müdürü Seyhan Livanelioğlu da izlediler.

Sempozyuma Ermeni Patrikliği’ni temsilen katılan Patriklik Genel Sekreteri Dikran M. Zenginyan, Patrik Mesrob II Hazretleri’nin mesajını açılış oturumunda okudu. Sempozyum süresince katılımcılar Türk-Ermeni ilişkilerinin tarihsel, kültürel, siyasi ve sanatsal boyutları hakkında görüşlerini açıkladılar. Sempozyum’un kapanış konuşmasını yapan Vakıf Başkanı Oktay Sanan “Batı ülkelerinde politikacılar oy kaygıları ve diaspora kimlik arayışı içinde hareket ediyor, bu tür eylemler bizleri de Türkiye Ermenilerini de üzmektedir. Türk ve Ermeniler tarih boyunca birlikte yaşamışlardır. Bundan sonra da iki taraf zaman ve enerjisini birbirini suçlayarak harcamak yerine birlikte çözüm üretmeli ve bölgede işbirliğine gidebilmelidir. Bu tür didişmeler yalnızca Batılı ülkelerin çıkarına hizmet ediyor” dedi.
Patrik Hazretlerinin sempozyuma gönderdiği mesajın içeriği şöyleydi:

“Değerli Katılımcılar;

Günümüzde “Türk-Ermeni İlişkileri” dendiğinde maalesef birçoklarının belleğinde olumsuz bir imge canlanmaktadır. Son yüzyılda doğan bu olumsuz imgenin, en az binbeşyüz yıl ile ölçülebilecek bir birlikteliğin getirdiği kültürel alışveriş zenginliğini gölgelemesine izin verilmemelidir. İşte bu noktada bu sempozyumun ne kadar isabetli olduğu ortaya çıkmaktadır. Gerçekte Türk ile Ermeni kelimeleri bir arada telaffuz edildiğinde akla gelmesi gereken kavramlar “Tarih” ve “Kültür” olmalıdır.

Anadolu Kültürü’nün zenginliğini coğrafyamızda yaşamış Roma, Süryani, Rum, Ermeni, Türk, ve diğer bir çok kültürün karşılıklı etkileşimlerine borçluyuz. Bu çeşitliliği reddetmektense özümsemek en büyük erdemimiz olacaktır. Farklı olmanın ve kalmanın hak olduğunu tanımak, karşısındakinin farklı kimlik ve inançlarına saygı göstermek kadar büyük bir olgunluk olabilir mi? Bu nedenle herhangi bir ülkede özellikle okul kitaplarında, yazılı ve görsel basında yanlış ve kışkırtıcı bilgilendirmelerden kaçınılmalıdır. Unutulmamalıdır ki, geçmişte olduğu kadar bugün de bu tür kışkırtmalar hiç umulmayan, hiç arzulanmayan sonuçlar doğurmuştur. Belirtmeme izin verdiğiniz taktirde, şu kadarını söyleyeyim ki, ülkemizde de özellikle Ermeniler’e karşı gazete ve televizyonlarda yapılan kışkırtıcı yayınlar sonrası okullarımıza, kiliselerimize bomba ihbarları olağan hale gelmiştir.

Sultan II. Mehmet’in 1461 yılında İstanbul’da önceden var olan Ermeni Kilisesi yönetimini Patriklik mertebesine yükseltmesiyle birlikte her iki toplumun da tarihinde yeni bir sayfa açılmıştır. Bu tarihten sonra İstanbul tüm Ermeni toplumu için bir çekim noktası olmuştur. Osmanlı Ermenileri öte yandan İmparatorluğun siyasal ve kültürel hayatına sayısız edebiyatçı, tiyatrocu, mimar, devlet adamı hatta paşalar vermiş, eserler bırakmıştır. Buna paralel olarak Ermeni kültüründe İstanbul Ermenisi (Bolsahay) olmak bir kimlik olmuş, hatta Batı’ya göçedenler gittikleri yerlerde de bu kimliklerini korumuşlar, Bolsahay dernekleri kurmuşlar, dillerini kullanmışlar, İstanbul ile bağlarını kaybetmemişlerdir.

Bugün bu ekol üyelerinin sayısı iyice azalmış olsa bile İstanbul’daki Ermeni cemaati ve Patriklik makamı tarafından fedakarlıklarla yaşatılmaktadır. Bugün İstanbul’da 18 Ermeni azınlık okulu, Patrikliğimize bağlı 38 kilise, 20 kilise korosu, 1 hastane, 2 yetimhane, 1 yaz kampı, 17 dernek ve spor klübü , yayımlanan 11 gazete ve dergi bir yandan cemaatin kültürel, dini, sosyal ve eğitsel hayatını sürdürmeye çalışırken, diğer yandan ülkemizin sosyal, kültürel ve bilimsel hayatına da şüphesiz katkıda bulunmaktadır. Ancak bu kültürün temeltaşı olan ve Osmanlı İmparatorluğu-Türkiye Cumhuriyeti tarihi çizgisinin en köklü kurumlarından olan Patrikliğimiz’in yönetmeliğine dair Cumhuriyet döneminde hala yasal bir düzenleme getirilememiş olması bir boşluk yaratmaktadır. Ayrıca bu kurumların tek maddi dayanağı olan cemaat kaynaklarıyla oluşturulmuş vakıflarımızın 1974 tarihli bir Yargıtay kararı ile yeni taşıınmaz mal edinememeleri ve geriye dönük olarak 1936 sonrasında edindikleri taşınmazlara da bedelsiz el konulması onarılması güç zararlar vermekte olup, bugün Devlet’e vatandaşlık bilinciyle bağlı olan Türkiye Ermenileri’nin haklı tepkisine yol açmaktadır. Böylesine bir uygulamanın hem tarihsel-kültürel birlikteliğimize, hem de ülkemizdeki sevindirici demokratik gelişmelere yakışmadığı düşüncesindeyiz. Bu nedenle yasama, yargı ve yürütme organlarının bu yanlışı yeni düzenlemelerle düzelteceğine inanıyoruz.

Değerli Dostlar,

Bugünlerde üç semavi dinin kutsal günlerini birlikte yaşıyoruz. Her üç dine de mensup dini liderler iftar sofralarında dinlerarası hoşgörünün en güzel örneklerini veriyorlar. Medeniyetler ve dinler çatışması gibi tehlikeli benzetmelerin yapıldığı bugünlerde böylesi anlamlı bir birliktelik tablosu dünyanın çok az yerinde kendiliğinden oluşabilir. Bu kutsal tablonun baki kalması en büyük arzumuzdur.

Bu sempozyumu düzenleyen Cumhuriyet Kültür ve Tanıtım Vakfı yetkililerine, Kültür bakanlığı’nın ilgili birimlerine ve sempozyuma katılan tüm değerli bilim adamlarına ve uzmanlara İstanbul’dan sevgi, saygı ve selamlarımı sunar, başarılar diler, ülkemizin bereketli, devletimizin payidar, insanlarımızın huzurlu ve mutlu olmaları için Yüce Allah’a dua ederim.”

Yorumlar kapatıldı.