Türk ve Ermeni sanatçılar ortak bir sergiye hazırlanıyor. Empati temalı serginin proje ve organizasyonunu yapan Emin Mahir Balcıoğlu (50) 1978 yılında Asala tarafından Madrid’te şehit edilen Türk diplomat Beşir Balcıoğlu’nun oğlu.
Aynı saldırıda teyzesi Necla Kuneralp’i de kaybeden Balcıoğlu, yaşadığı korkunç acıyı kalbinin derinliklerine gömmüş, Ermeniler ile Türkler arasında barış kurulabilmesi için uğraşıyor. Balcıoğlu’yla babasını, sonsuz acısını, projeyi, barışı ve sevgiyi konuştuk.
Geçmişi hatırladığınızda aklınıza ilk gelen neler?
-1973’te Asala’nın eylemleri başladı, bu sırada babamın neslinden birçok değerli diplomatımızı toprağa verdik. Babamı da Madrid’te kaybettik. Babam o sırada emekliydi ve olaydan altı ay kadar önce, annemi kaybetmiştik. Ben 26 yaşındaydım. Madrid Büyükelçisi olan eniştem Zeki Kuneralp, babama bir mektup yazarak, yanımıza gel, senin için bir hava değişikliği olur demişti. Babam da bana sordu ne yapayım diye. Ben de çok iyi olur, biraz soluklanırsın dedim. Gitti. Gemide İspanya’ya doğru yol alırken bana bir mektup yazmış. Madrid’e vardığında mektubu postaya atıyor ve teyzem Necla Kuneralp ile müzeye gitmek için yola çıktığında ikisi birden vuruluyor. 13.00 haberlerinde televizyonu açtığımızda olayı öğrendik. Çok ama çok kötüydü. Allah kimseye yaşatmasın.
Zamanla acınız hafiledi mi?
-Hayır. Diplomatlarımızın vurulduğu her olaydan sonra TRT’de babamın ölüsüyle karşı karşıya kaldık. Bu sürekli olarak tekrar tekrar gösteriliyor ve biz her seferinde olayı yeniden yaşıyorduk. Kanlar içinde, parçalanmış bir şekilde babam karşımıza çıkıyordu. Olay rüyalarıma giriyor, ruhum parça parça oluyor, günlerce kendimi toparlayamıyordum.
Ermeniler’e yönelik duygularınızda bir değişim oldu mu?
-İlk zamanlar bir parçalanma yaşadım ama asla bu işi bir millete mal etmedim. Rahmetli babamın da bunda payı büyük çünkü, bize tarihe yönelik olarak düşmanlık değil sevgi ve hoşgörü aşılamıştı. İşin kötü yanı televizyonda, yazılı basında Asala konusu işlenirken bu işin ayrıntısına girilmiyor, sadece yüzeysel olarak Ermenilerin yaptığı bir eylem olarak gösteriliyordu. Oysa yapan Ermeniler değil, bir grup kemikleşmiş, yüreği taşlaşmış adamdı. Ağca Papa’yı vurdu diye tüm Türklerin suçlu gösterilmesi gibi bir şeydi bu. Böylesi yüzeysel şekilde olayı işlerseniz, milletler arasındaki meselelerin, kinin ve nefretin derinleşmesine yol açarsınız.
Empati projesine bu nedenle mi başladınız?
– Bir anlaşmazlığı giderme sürecinde, asıl anlaşmazlığı teşkil eden konuyu bir kenara bırakıp, insani ilişkilerin kurulabileceği başka alanlarda bir diyalog oluşturmak gerekiyor. Ben dünyayı çok geziyorum ve birçok insanla tanışma fırsatı buluyorum. Daha önceleri yolu hasbelkader İstanbul’a düşmüş olan Ermeniler’in, ilk günler sokakta dolaşırken her an saldırıya uğrama korkuları varmış. Çünkü bizi tanımıyorlar. Sonra görmüş ve anlamışlar. Ermenilerle bizi birbirimize bağlayan başka ortak avantajlarımız da var. Yemeklerimiz, yaşam tarzımız, şarkılarımız hep içiçe. Bugün adamlar Ermenistan’dan kalkıp İstanbul’a balık yiyip rakı içmeye geliyorlar.
Yani hareket noktanız bu ortak kültür ve kader birliği oldu…
-Ben ne yapabilirim diye düşündüm ve iki tür girişimin olabileceğine karar verdim. Birincisi, tarihi eserlerimizi karşılıklı olarak restore edip dünya kültürüne açabiliriz. Onlar Türk-Osmanlı eserlerini onarsın biz de Ermeni eserlerini. Bu konuda İstanbul Ticaret Odası Van’ın Akdamar Adası’ndaki dünyaca ünlü kiliseyi restore etmek için proje yaptı. Bu, karşılıklılık esasına göre yapılabilecek bir girişim. Ermeni sanatçılarla ortak hazırlamayı düşündüğümüz projenin teması ise empati. Çünkü, sorunun çözüm noktası, herkesin acı çektiğini birbiriyle özdeşleşerek anlamasında yatıyor. Evet Ermenilerin büyük bir kısmı, Birinci Dünya Savaşı sırasında doğup büyüdükleri topraklardan göç etmek zorunda kaldı. Savaşın acımasız koşulları içinde yakınlarını kaybetti.
Sizin aileniz de atayurtlarından çıkarılmıştı.
-Evet, biz de aynı acıları çektik. Benim ailem 400 yıl boyunca yaşadığı Girit’ten Anadolu’ya geçti. Köylerini, dağlarını, denizlerini terketmek zorunda kaldı. Üstelik örneğin benim ailemin acısı daha taze. İşte, empati yani kendini başkasının yerine koyarak, onun duygularını anlamak bu aşamada önemli. Ermeni sanatçılarla Türk sanatçılar, birbirini diğerinin yerine koyarak düşünecekler, hissettiklerini eserlerine aktarıp sergiye katacaklar.
Ermeni sanatçıların bu projeye tepkileri ne oldu?
-Ermenilerle yapılan toplantılarda karşılıklı olarak anladık ki, bir imparatorluğun çöküşü herkes için çok acı verici olmuş, büyük bir travma yaşanmış. Oturup konuşunca herkesin bir hikayesi olduğu ortaya çıktı. Kimisinin büyük amcasını Rumlar vurmuş, kimisi büyükbabasını kaybetmiş. Biz hikayelerimizi dostça bir ortamda anlatmaya başladığımızda, ‘yapma ya size de mi yapıldı bunlar’ diye şaşkınlık içinde kaldılar.
Bu projeden nasıl bir sonuç almayı umuyorsunuz?
-Sonuçta benim bu projeden beklentim, bu yakınlaşmalar olacak, belki çok büyük engellerle karşılaşacağız. Her iki taraftan bu işe girişmiş olan insanlar vatan hainliğiyle bile suçlanacak. Fakat herşeye rağmen, bu proje sonunda nefretin biraz daha azaldığını göreceğiz. Tarihe, birlikte ortaklaşa yeni bir yorum bile getirebiliriz. Bu sergi serbest çalışma şeklinde olacak. Her tür objeden yayarlanmak mümkün. İlkbaharla birlikte bu serginin açılışını yapmayı hedefliyoruz. Birliktelikleri yüzyıllar öncesine dayanan, aynı kaderi paylaşmış bu iki milletin önüne yeni bir bahar açacağına inanıyorum.
SABANCI MÜZESİ’NİN KURUCUSU
Emin Mahir Balcıoğlu (50) İtalya’da Torino Politeknik Okulu’nda mimarlık okudu. Doktorasını ODTÜ’den aldı. ODTÜ ve Liege Üniversitesi’nde dersler verdi. Ağa Han Mimarlık Ödülleri komisyonunda ve ve Venedik’te Arsenal bölgesinin yeniden yapılandırılması projesinin yönetiminde çalıştı. Ağa Han Kültür Fonu’nda yöneticilik ve koordinatörlük, New York’taki Türk Kültür Enstitüsü’nde başkanlık yaptı. 1997’de Sabancı Üniversitesi’nde danışman olarak çalışmaya başladı. 1998’den beri de üniversiteye bağlı Sakıp Sabancı Müzesi’nin kurucu müdürlüğü görevini yürütüyor. 1990’da TMMOB Mimarlar Odası Dış İlişkiler Komitesi’nde görev aldı. Bu arada SANART, Türkiye’de Görsel Sanatları Destekleme Derneği’nin başkanlığını da yürüttü.
Sergi ilkbaharda
Türk ve Ermeni sanatçıların birlikte hazırladığı empati konulu sergi, serbest çalışma şeklinde olacak. Çağdaş plastik sanatlarda resim ve heykel gibi ana alanlar arasındaki çizgiler inceldi. Dolayısıyla bu sergiye katılan sanatçılar da her türlü objeyi kullanarak, enstalasyonları ve performanslarıyla empati temasını, yani karşılık olarak birbirini diğerinin yerine koyarak anlama çabasını işleyecekler. İlkbaharda açılması amaçlanan bu proje, aynı zamanda Türk-Ermeni Barış Komisyonu’nun desteklediği bir çalışma. 9 Temmuz’da Cenevre’de kurulan bu komisyonda, Türk ve Ermeni tarafında çok sayıda diplomat, akademisyen, tarihçi ve emekli asker görev alıyor.
Yorumlar kapatıldı.