İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Varlık Vergisi

“Varlık Vergisi” Türkiye Azınlıklarına çok şey anımsatan iki sözcüktür. Neydi, bunlar?

Bir devletin kendi vatandaşına, farklı kökenden olduğu için uygun gördüğü, ayıplı bir yasa uygulamasıydı. Irkçılığın, acının, çalışma kamplarının, güvensizliğin, göçün diğer ismiydi. Yüzlerce yıllık, kültür, sanat, meslek, birikiminin yok oluşuydu.

Varlık Vergisi yasası 12.Kasım.1942 tarihinde yürürlüğe girdi. Azınlıkları ekonominin dışına iten, mal varlıklarının ve yurt bağlarının erimesine, Türkiye ekonomisinin bir ayağının aksamasına neden olan, şanssız bir uygulamayla son buldu.

Varlık Vergisi, İnönü’nün Cumhurbaşkanı, Ş.Saraçoğlu’nun Başbakanlığı döneminde yasalaşıp, uygulandı. O dönemi, Attilâ İlhan (Bilgi Yayınları “Hangi Atatürk”kitabında) şöyle tanımlar. “İnönü’nün diktası döneminde, Türkiye’nin faşizmle ilişkisi üzerinde yeterince durulmamıştır.”(s.38) “Avrupa’da etkisini şiddetle artıran Naziliğin ve faşistliğin…dönemi etkilediği Saraçoğlu’ndan başlayarak da yüzeysel batıcı faşizan bir dikta uygulamasına geçildiği meydandadır.”(s.44)

Varlık Vergisi Yasası, oylamaya katılan 350 milletvekilinin oy birliğiyle kabul edilmiş, içlerinde tanınmış yazarların da bulunduğu 76 milletvekili oylamaya katılmamıştı.

Varlık Vergisi uygulamasına, zamanın basını da tam destek vermişti. Bu durumu “basının denetim altında” oluşuyla açıklayanlar oldu. Konu uzun yıllar tabu olarak kaldı. Aydınlarımızın bir bölümü, o gün de bu gün de sessizliklerini korudular. Ama bizler, o dönemi ve Varlık Vergisini, aydın olmanın gereğini yerine getirenlerin kalemlerinden öğrendik.

Aşağıda, Varlık Vergisi’yle ilgili “Acı bir kilometre taşı ve kültür kırımı” başlıklı bir makale var. 1998 Kasım’ında Varlık Vergisi’nin yıldönümü nedeniyle tarafımdan yazılmış Agos’ta yayınlanmıştı. Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığı, bu makalemde suç unsuru buldu, Agos toplatıldı, soruşturma açıldı. Ve hakkımızda (meşhur 312.maddeden 2-6 yıla kadar..) dava açıldı. Agos adına sorumlu müdürü Av.Diran Bakar ile yargılandık. Sonuçta, savcının beraat talebi ve yargıçların oy birliğiyle verdiği kararla beraat ettik.

Varlık Vergisi’yle ilgili olarak Devlet Güvenlik Mahkemesindeki savunmam Hytert’in kaynaklar bölümünde bulunuyor. Savunmamı dostum Murat Bebir’le hazırladık. Varlık vergisi konusunda iyi bir araştırma ve kaynak olduğunu söyleyebilirim.Yukarıdaki alıntı da dahil Türk Aydınları Varlık Vergisi ve dönemini nasıl değerlendirdi. Kısaca Varlık Vergisi neydi? Sorularınıza yanıt bulabileceğinizi sanıyorum. Y.Ö.

Acı bir kilometre taşı ve kültür kırımı

1960’lı yıllarda tanıdığım bir Yahudi ailesi vardı. Dost insanlardı. Baba Eskenazi 70 yaşlarında, ezik ama çalışkan, işine, ailesine, dinine bağlı güzel bir insandı. Mısır Çarşısı’nın arkalarındaki çalıştığı dükkanı, erkenden açar herkesten sonra kapatırdı. Kira evinde oturur, aldığı aylıkla kıt kanaat geçinmeye çalışırdı. Bir türlü sağlığına kavuşamayan hasta bir çocuğu onu çok üzerdi. Kendisine özgü Yahudi şivesiyle sık sık,” Allah büyüktür be kuzum, Allah bilir” derdi. Ama Allah’ın zavallı bir kuluydu. Durumuna üzülür, acırdım. Bir gün kızından, babasıyla ilgili bilmediklerimi öğrendiğimde üzüntüm ve acım kat be kat artmıştı.

Eskenazi’nin geçim savaşı için çalıştığı dükkan, “Varlık Vergisi”nde borcuna karşılık satmak zorunda kaldığı (babadan, dededen kalma) kendi dükkanıydı. İşittiklerim bir ülkede azınlık olarak yaşamanın kimi zaman hangi bedellerle mümkün olabileceğinin çarpıcı bir örneğiydi. Eskenazi’ye, Varlık Vergisi’nde 300 bin TL (270 bin dolar) vergi salınmıştı. Az para değildi bu. 15 günlük sürede ve 15’er günlük iki uzatma süresinde de borcunu ödeyememiş. Aşkale’ye çalışma kampına gönderilmişti. Piyasanın Türk esnaflarından birileri dükkanını satın almış, borcunun büyük bir bölümü böylelikle ödenmişti. Daha sonra da “Borcunu ödemekte iyi niyet gösterdiği için” yasa gereği kalanını, evinde kalıp çalışarak ödemesi koşuluyla geri gelmişti.

Eskenazi yine bir sabah işine gelirken, Üsküdar vapurunda hayatı son bulmuştu. Eskenazi’nin cenaze töreninde karmaşık duygu seline kapılmış, duygularım inanç sınırlarını aşmıştı. “Bizden olmayanlara-ötekilere her şey mubahtır” düşünce sistemine karşı bir donanımdaydım. Siyasi felsefem böyle şekillenmişti. Neylersin ki görünen hiç de öyle değildi. O ırkçılığın tokadını yiyen, ne ilk ne de son mağdur olacaktı. Dilerim gittiği yerde rahat etmiştir.

Varlık Vergisi neydi? Ermeni, Rum ve Yahudilerin başına gelen yukarıdaki örneğin binlerce benzeriydi. Ticaretin ve yeni palazlanmaya başlayan sanayinin Agoplar’dan, Yorgolar’dan, Eskenaziler’den Ahmetler’e, Mehmetler’e geçmesiydi. Bunu ben söylemiyorum. Bizzat zamanın devlet büyükleri ” Ticari hayatın Türkleştirilmesi” diye tanımlıyorlardı. Gerçek aydınlar, yasayı uygulamakla yükümlü dürüst bürokratlar, yasanın ırkçı bir karakter taşıdığını bir faciaya dönüştüğünü söylüyorlardı.

Varlık Vergisi 12 Kasım 1942 tarihinde kabul edilmiştir.

Genel bir yasa gibi çıkartılmış, ancak ittihatçı zihniyetin söz sahibi olduğu uygulamada Anadolu’dan sonra İstanbul’daki gayrimüslimlerin de bu ülke ile yaşam bağlarının kopartılması istenmişti. Kısaca Varlık Vergisi faşist bir zihniyet tarafından uygulanan faşizan bir vergi yasasıdır. Azınlıklar açısından felaket boyutlarına ulaşan bir “tahribattır”.

30.Ekim.1988 tarihli Radikal’da 75. yıl nedeniyle ” Cumhuriyet ekonomisinin kilometre taşları” başlığı altında “Varlık Vergisi” de vardı. Şunlar yazıyordu: “1942-1944 arasında ticaret burjuvazisini vergilendirmeyi amaçlayan Varlık Vergisi azınlıklara karşı bir vergiye dönüştü ve unutulmayan ‘acı’ bir tahribat olarak tarihe geçti.” Evet yazıda böyle diyordu. 75 yıllık ekonomimizin acı bir tahribatı olarak tarihe geçen kilometre taşı.

Varlık Vergisinin beraberinde getirdiği başka olumsuzluklar yok muydu? Kuşkusuz vardı. Bir kere Varlık Vergisi, 6/7 Eylül ve 1964 sürgünleri gibi azınlıkları ekonominin dışına atmanın faturası ülke ekonomisine olumsuz yansıdı. Türkiye ekonomisinin bir ayağı koptu. Ekonomi topal kaldı. 2. Dünya Savaşı sonrasında Dünya ekonomik bir yarışa girdi. Biz ise, tabir uygunsa dereyi geçerken at değiştirdik. Bugün bu yarışın çok gerilerindeysek, bunun nedenlerinin içerisinde topal ekonomimizle yarışa start vermemiz de yok mudur?

Esasen Atatürk bunu çok daha önceden görmüş: 1915-1923 sürecinden sonraki ekonomik aksamayı gidermek için Türk-Yunan dostluğunu geliştirmiş: “Serbest Seyahat, İkamet ve Ticaret Antlaşması”nı imzalamış. Rumların Türkiye ekonomisine katkısını sağlamıştır. Yazık ki Atatürk’ten sonra gelen yöneticiler Atatürk’ün imzasını geçersiz kılmışlar, Rumların tüm mal varlıklarını bloke ederek, 20 kilo eşya ve 20 dolarla 1964’de hudut harici etmişlerdir.

Varlık Vergisi’yle ekonomi Türkleştirildi. Devamında gayrimüslimler yurtdışına gitmek zorunda bırakıldılar. “Acı tahribat” bununla sınırlı kaldı diyebilir miyiz.?

Geçen gün bir dost sohbetinde Murat Bebir ” Ekonominin temel alt yapıyı oluşturduğu kabul edilirse sonuçların çok daha büyük boyutlarda olacağı kolayca görülebilir. Bu açıdan baktığımızda özellikle Ermeniler açısından Varlık Vergisi bir kültür kırımıdır. Beş yüz yılda meydana gelen Ermeni burjuvazisi ve bu burjuvazinin bir parçası olan aydın sınıfı yok olmuştur. Ana dili Ermenice olan, iyi eğitim görmüş, birkaç yabancı dili bilen, güzel sanatların her dalıyla ilgili bir sınıf her şeyiyle birlikte yok edilmiştir”diyordu. Katılmamak mümkün mü? Bu giden aydınların, bu kuşağın yerini Anadolu’dan göçen, eğitim olanağı bulamamış, kültür değerlerine sahiplenememiş, feodal yapıdan gelen insanlarımız almıştır. Kısacası bir diyalektik kırılma olmuş, feodal yapı karşıtını yitirmiştir. Toplum geçmişine, geleceğine sahip çıkamaz hale gelmiş. Vakıflar, okullar iyi niyetli ama en azından yetersiz kişilerin elinde kalmıştır. Aradan 50-60 yıl geçmesine karşın bugün bile bu eksiklik, bu acı çekilmektedir. Toplum, yeterince kendi aydınlarını yetiştirememiştir.

Mimar Sinanlar’ın, Balyanlar’ın, Güllü Agoplar’ın, Mınakyanlar’ın, Nigoğos Ağalar’ın, Martayanlar’ın ve daha daha nicelerinin genlerini taşıyan torunları kültür ve sanat birikimleriyle birlikte yok edildi. Bugün, sanatın ve bilimin her dalında, uluslararası üne sahip Ermeni kökenli sanatçılar var, bilim adamları var. Bunlar, hangi ülkede olurlarsa olsunlar, değişik tarihlerde bu ülkeden gitmek zorunda kalanların torunlarıdır. Bu Türkiye için de büyük bir kayıp değil midir?

Yorumlar kapatıldı.