Kimlikler Çatışması (3)
Siyasetin kimliklere indirgendiği ortamlar ‘karşı taraf’ın homojen olarak algılanmasına yol açar. Son tartışmalarda da böyle oldu ve ne olduğu tam da belli olmayan ‘liberal’ ve ‘İslamcı’ kategorileri bolca kullanıldı. Öte yandan laik kesimden bir grup aydının ise kendilerini liberallerden ayrımlaştırdıklarına tanık olduk. Üstelik bu gruba ‘sosyalist’ demenin de pek mümkün olmadığı açıktı. Bu karmaşa bir yeniden değerlendirmeyi hak ediyor.
Her şeyden önce liberal kelimesinin olur olmaz her yerde kullanıldığını gözlemliyoruz. Örneğin özgürlüklerden yana olan biri kendisine ‘liberal’ diyebiliyor. Ancak özgürlükçülük zaten yeterince açık bir kavram; bu kişinin liberal sıfatına ihtiyacı yok. Aynı şekilde devletin küçülmesini savunanlar da otomatik olarak liberal addediliyorlar. Gerçi liberallerin kategorik olarak böyle bir ilkesel talebi var; ama bu devletin küçülmesini savunan herkesi ideolojik anlamda liberal yapmıyor.
Sorun Türkiye’de neredeyse bütün kavramların felsefi temellerinden kopuk olarak kullanılıyor olmasından, işlevlerinin gündelik siyasetin manipülasyonlarıyla sınırlı tutulmasından kaynaklanıyor. Genel bir çerçeve çizmek açısından günümüzün laik dünyasında bugün üç farklı zihni pozisyonun olduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan ikisi, yani liberalizm ve sosyalizm modernizmin çocukları. Aralarındaki kavga ne boyutta olursa olsun, felsefi açıdan büyük benzerlikler taşıyorlar. Her ikisi de bilginin doğadan insan zihnine uzanan bir süreçte oluştuğunu; bunun güvenilir bir bilgi yarattığını, yani tek tek hepimizin sahip olduğu bilgilerin dışımızdaki gerçekliğin en azından bir parçasını aynen yansıttığını veya ona doğrudan tekabül ettiğini varsayıyor.
Bunun anlamı ister sosyalist ister liberal olsun, bireyin doğruya ulaşmak veya kanaat oluşturmak için başka kimseye ihtiyacının olmamasıdır. Liberal birey kendi ilkeleri, istekleri ve tercihleri doğrultusunda davranır; herkesin de böyle davranabilme hakkını savunur ve gerisine karışmaz. Sosyalist birey ise kendi doğrularını diğerlerine empoze etme hakkını kendinde görür; ve çatışmadan galip çıkmayı kendi fikirlerinin doğrulanması olarak algılar. Dolayısıyla birbirine zıt gibi duran, ama iş gerçeklik ve doğrularla ilgili olarak ele alındığında son derece yakın iki pozisyondan söz ediyoruz. Çünkü her ikisinde de anlaşılması güç bir ‘kendinden emin olma’, ‘kendine yetme’ hali bulunmaktadır.
Oysa laik kesimin üçüncü zihni pozisyonu olan demokratlık felsefi temel açısından yukarıdaki iki ideolojiye son derece uzaktır. Modernizmin eleştirisiyle beslenen, diğer bir deyişle postmodern dünyanın çocuğu olarak siyasallaşan bu yaklaşıma göre; insan hiçbir zaman gerçekliği var olduğu biçimiyle kavrayamaz. İnsan zihni var olan ve olabilecek olan namütenahi zihin türlerinden sadece biridir; ve kendi algılamasının doğru olduğunu savunmasını sağlayacak hiçbir dışsal ölçüte sahip değildir. Dolayısıyla insan kendi öznelliğine mahkumdur ve ne denli derinleştirirse derinleştirsin bilgisine tartışılmaz bir nesnellik atfedemez. Bu nedenle demokratlar, ne sosyalistler gibi doğa yasalarının uzantılarını, ne de liberaller gibi evrensel doğruları vazederler. Demokratlar kendi dışlarına çıkarak, insanlığın etik birikimi üzerinde birlikte yaşanabilir bir toplumsal öznelliğin çerçevesini oluşturmaya çalışırlar. Çünkü kimsenin doğruyu bilmediği bir dünyada, doğrular ancak birlikte yaratılabilir.
Bu nedenle demokratlar liberallere benzemez. Liberallerle ittifak daima geçici, soğuk ve mesafelidir. Liberal dünya ortaklığın, paylaşmanın olmadığı bir dünyadır. Demokratlar ise birlikte olmaya mahkum olduğumuzun bilincindedir. Demokratlar için ittifak arayışı bir zorunluluktur ve kurulan her ittifak değerlidir.
Yorumlar kapatıldı.