Kimlikler Çatışması (4)
Türkiye’nin modernleşme tarihi giderek daha kalıpçı ve kolaycı yaklaşımlar üretiyor. Bugün hem İslamcı hem laik medyada ayrışmayı, çatışmayı besleyen; doğrudan manipülatif çabalar fazlasıyla ortalıkta. Özellikle laik medyadaki birçok yazar kendi yayın yönetmenlerinin zımni rehberliği altında ahlaksızlıkla düzeysizlik arası bir çizgide günlerdir tutunmaya çalışıyor.
Böylece laik kesimdeki bir başka yaygın kimliğin de açığa çıkmasına şahit oluyoruz. Bu kimliğin demokratlığın özeleştiri ve şeffaflık gibi maske düşürücü unsurlarından hayli rahatsız oldukları bilinen bir olgu. Ancak sözünü ettiğimiz kişiler liberal de değiller: Bu ideolojinin ne iç tutarlılığına ne de ahlaki kaygularına önem atfettikleri söylenemez. Bu kişiler düpedüz oportünist bir zihniyeti yansıtıyor ve toplumsal iktidar hiyerarşisi içinde kendilerini güç odaklı bir kariyer anlayışının nesneleri olarak sunuyorlar. Güç odakları onları kullanırken, onlar da kullanılmanın verdiği iç aşağılanmayla, başkalarını manipüle etmenin megalomanisi arasında salınıp duruyorlar.
Bu kişileri hepimiz tanıyoruz. Onları daha fazla konu etmenin bir anlamı yok. Buradaki ilginç nokta söz konusu oportünist yaklaşım sahiplerinin hepsinin kendilerini ‘liberal’ olarak tanımlaması. Tabii bu durumu ayıklamak ve kendilerini temize çıkarmak liberallere düşüyor; ancak liberalizmin oportünizmi kuşatacak özelliklere sahip olabileceğini hatırlamakta da yarar var.
Liberalizm özellikle Türkiye’de birbirine bağlı olarak yaşayan iki tür oportünizmin koruyucu ideolojisi gibi çalışıyor. Bunlardan biri çok daha kolay gözlemlenebiliyor. Liberalizmin birbirine bağımlı olmayan, kendine yeterli bireylerin salt kendi değer ve tercihleri doğrultusunda davranmasını meşru kılması; ortaya herkesin kendi ahlak anlayışıyla hareket edebileceği relativist bir dünya çıkarıyor. Bu ideolojinin gidebileceği en üst ahlaki nokta, kendinize yapılmasını istemediğiniz şeyleri başkalarına da yapmamanız. Ama ya diğer kişilerin kendisine yapılmasını istemedikleri sizinkileri aşıyor ve size göre yapılabilir olan onlara göre uygunsuz kalıyorsa? Liberalizmin bu duruma çözümü insanları mümkün olduğunca felsefi açıdan tekilleştirmek ve aralarına koruyucu bir hukuk mesafesi koymak. Ama bu hukukun ‘doğru’ ve ahlaki olduğunu kim söyleyecek? Velhasıl liberalizm meşru bir toplumsal ahlak çerçevesi üretmekte zayıf kaldığı ölçüde, kendi kişisel çıkarını ahlaksızca maksimize eden kişilere de korunak sağlamış oluyor.
Oportünizmin ikinci ayağı daha zor fark edilen; ancak daha sistematik zarar veren bir bakışı yansıtıyor. Liberalizm bireyler arası mekanizmalara ihtiyaç göstermeyen, sivil toplum dinamiğini zorunlu saymayan; toplumu her bireyi devletle ilişkilendirerek yaratan bir yaklaşımı ifade ediyor. Herkesin kendi çıkarına göre davranmasının yeterli olduğu bu kendiliğindenci sistemde, kuralları ihlal edenleri engellemek sadece devletle mümkün. Ancak bireylerin devlet üzerindeki güçleri son derece sınırlı ve devletin tahakküm etme durumunda bunu önleyecek hiçbir sigorta yok. Bu nedenle bütün liberal literatür devletin liberalleşmesi üzerinedir. Liberaller gözlerini devlete dikerler ve onu teorik olarak olması gereken hale dönüştürmeye çalışırlar. Dolayısıyla gerçek liberal dünyada esas özne birey değil, devlettir. Siyaset devletin dönüşümünü içerir ve iktidar devlet üzerinden aranır.
Bu durum oportünizmi yaşatan ikinci bir korunak sağlar. Bizim oportünistlerimiz hep devletin kenarına çöreklenirler ve otoriterliğe göz kırpıp dururlar. Çünkü otorite rantı artırır ve gizler. Liberalizm ise bütün bunlara çanak tutar; çünkü devleti özne haline getiren yaklaşımlarla otoriter yönetim mantığı arasındaki mesafe son derece kısadır.
Yorumlar kapatıldı.