İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kimlikler Çatışması

Zaman Gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan´ın Kimlik Çatışması başlıklı köşe yazılarını yayımlıyoruz. Yazar 11 Eylül´den sonra Türkiyenin karşı karşıya kaldığı kimlik çatışmalarını irdeliyor bu yazılarında…


Kimlikler Çatışması (1)

Medeniyetler çatışması tezi son yıllarda moda olan popüler sosyal bilimciliğin örneklerinden biriydi. Sıradan okuyucuya hitap eden kapsamlı ancak yüzeysel jeopolitik analizlerden hareketle, rahatlatıcı büyük sonuçlara ulaşan bir yaklaşım.

Birçoklarının neredeyse bir manipülasyon veya entelektüel bir şarlatanlık olarak bile değerlendirdiği bir önerme. Ne var ki bu konuyu tamamen gözardı da edemiyoruz. Çünkü Türkiye’de yaşamanın getirdiği deneyimler bize bu tezin belirli versiyonlarının geçerli olduğunu hatırlatıp duruyor. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte yürütülen devlet politikasının mikro çapta bir medeniyet algılaması kavgasına dayandığını biliyoruz. Geçmişe yönelik neredeyse bütün siyasi saptamalarımızın bu kavganın gölgesini taşıdığının farkındayız. Günümüzde bile hâlâ başörtüsü meselesini çözememiş olmamızı, bazı üniversite rektörlerinin akli dengelerini sorgulatacak ölçüde kafayı bu konuya takmış olmalarını başka nasıl açıklayabiliriz?

Süreklilik taşıyan bu kavganın artık bir alışkanlıktan öte, bir ihtiyaç olduğunu söylemek mümkün. Herhangi bir olayı anlamak için fazla bir entelektüel çabaya pek gerek duymayıp elimizdeki kadim çatışma referansına sarılıyoruz. Bu açıklama biçimi bizi rahatlatıyor, tutarlı yapıyor ve en önemlisi bizi bizim tavrımızı taşıyan başkalarıyla bütünleştiriyor. Diğer bir deyişle bu kolaycı yol bize kimlik veriyor. İkiz kulelerin ve Pentagon’un vurulmasından sonra Afganistan’da başlatılan harekat bu referansı daha da pekiştirdi. ABD’nin ‘ya benden yanasın ya da düşmanımdan’ şeklindeki söylemi uluslararası arenada epeyce çiğ ve basit kalırken, bu bakışın pek revaçta olduğu ülkemizde aydınlar bir anda kimliksel bir gerilimin içine girdiler. Bir kez daha ortalıkta entelektüel kalmazken, herkes savunması gereken konuma doğru savruldu. Aydın kimliği yaratmakta zorlanan ülkemizde bütün tartışma ‘kimlik aydını’ kategorisinin karşılıklı atışmasına dönüştü.

Bu toplumsal kopukluğun temelinde çağdaşlık kavramının Cumhuriyet yönetimi tarafından yüzeysel bir şekilde algılanması ve zaman içinde bizzat bu yüzeysel çağdaşlığın bir iktidar kimliği haline gelmesi yatıyor. Türkiye çağdaşlığı salt Batı normları içinde aradığı ölçüde, kendi tarihsel mirasını kurtulunması gereken bir yük gibi algıladı. Ne var ki medeniyetlerin çatışması nasıl kuramsal bir önerme olmaya mahkumsa, bir medeniyetin aynen benimsenebileceği de sadece hayalci bir beklentiydi. Oysa Türkiye Osmanlı’nın son yıllarındaki din ve sekülarizm tartışmalarıyla zaten epeyce ‘aydınlanmakta’ olan bir toplum devralmıştı. Ancak bu potansiyel kullanılamadığı gibi, yeni medeniyetin ancak eskilerin senteziyle oluşacağının idrak edilememesi tepkisel bir muhalif kimliğin doğmasıyla sonuçlandı. Öte yandan yeni medeniyetin üyesi olmak isteyenler de bunu yeşertecek kadim toprağı reddetmek durumunda kaldılar. Türkiye Batılı değil, ancak Batı taraftarları yetiştirdi. Çağdaşlık, çağdaş olduğunu sandığımız sembollerle sınırlı kaldı.

Böylece karşılıklı olarak medeniyet şifrelerimizi yitirdik. Bugün ne laik ne de İslami kesimden kimse bir medeniyetin taşıyıcısı değil. Bizler sadece kimliklerimizi taşıyoruz ve bunları da ancak çatışmanın içinden tanımlayabiliyoruz. Dolayısıyla bunları bilen insanlar olarak bugünkü tartışmalara biraz daha mesafeli ve hoşgörülü olarak katılmak gerekiyor. Terörün kınanması önemli ama içinden kınamak gelmeyenleri anlamak da önemli. Aynı şekilde ABD’nin hoyratlığını vurgulamak kadar, bu hoyratlığı onaylayanların psikolojik yapısını kavramak da önemli.

Çatışan kimliklerin içinden ‘medeni’ tartışma yapmak zordur. Karşılıklı kimliksel mahpusluk hali toplumları çoraklaştırır. Bu kısır döngüyü bile bile yaşamaktan vazgeçme zamanımız hâlâ gelmedi mi?

Haberin orijinali için

Yorumlar kapatıldı.