TESEV’in geçen hafta Kafkaslar konusunda Brüksel’de yaptığı toplantının tek sonucu, Türkiye için en büyük tehlike potansiyelinin artık bu bölge olduğunun anlaşılması oldu. Son elli yılda Ortadoğu’da savaşlar patladı, ama bize bulaşmadı. Makendoya’daki son anlaşmadan sonra Balkanlar’da gerilim düştü. AB üyeliğinde ilerledikçe Türk-Yunan ihtilaflarının krize dönüşme şansı da azalıyor.
Oysa Kafkasya’da çatışmalar sürüyor.
Topraklar işgal altında. Her yer göçmen dolu. İsyanlar çıkıyor. Katliamlar yapılıyor.
Kentler ve kasabalar harabeye dönüyor.
Ve bu bölge üstüne üstlük dünyanın en önemli gaz ve petrol kaynaklarına sahip.
Gözlerin Afganistan’da toplandığı şu sırada
dahi Kafkasya’nın dünyanın en önemli jeostratejik noktası olduğu söylenebilir.
Bölge güneyden Araplar, doğudan İran ve hem doğu hem batıdan Türklerle gelen İslam ile batıdan Bizans ve kuzeyden Rusya ile gelen Hıristiyanlık’ın karşılaştığı, savaştığı ve kaynaştığı bir alan. Yüksek dağlar ve vadilerle parçalanmış bir coğrafyada çok sayıda etnik ve dini grubun bulunması da doğal. Bu nedenle güney Kafkasya’nın aslında küçük üç ülkesinin sınırları içinde bile çoğunlukların yanında birçok azınlık var. Hepsi de bağımsızlık ateşiyle yanıyor.
Hasan Cemal’in çok güzel saptadığı gibi ‘trajediye doymayan’ bu topraklarda tarihin halklara getirdiği yük korkunç boyutlarda. Fazladan bu yükü değil hafifletmek, taşınması imkânsız hale getirmeye çalışan bir yakın dış çevre var.
Sorun büyük ölçüde Rusya’nın imparatorluk sonrası duruma uyumuyla ya da uyumsuzluğuyla ilgili. Engebesiz milyonlarla kilometrekarelik ovalara sahip bu ülke için yüksek Kafkas dağları doğal bir güvenlik sınırı olarak algılanıyor. Rusya, çeşitli Türk devletleri, Osmanlılar ve İran ile yaptığı yüz elli yıllık savaşlar sonucu aldığı bu bölgeyi şimdi ‘terk etmek’ istemiyor. Yeniden bağımsızlıklıklarına kavuşan Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan üzerindeki hegemonyasını sürdürmek için ya bu ülkelerdeki azınlıkları tahrik ediyor ya da bu ülkelerin arasındaki sorunları istismar ediyor. Bu çerçevede ‘barış gücü’
bulundurduğu Abhazya sorununun çözümünü engellerken, geçen haziranda Gürcistan’dan çekmesi gereken askerini de orada tutmaya devam ediyor. Yaptığı askeri yardımla Ermenilerin Karabağ’ı ve Azerbaycan’ın yüzde 20’sini işgal etmesini sağladıktan sonra, Azerbaycan’a Rus askerinin dönüşünü dayatmak için de bu sorunun çözümünü zorlaştırıyor. Bu arada bölgenin gaz ve petrol kaynaklarının
sadece kendi üzerinden dünya pazarlarına ulaşmasına çalışıyor.
Kısaca Rusya, SB’nin çöküşünden sonra
ortaya çıkan üç güney Kafkas ülkesinin bağımsızlıklarının güçlenmesini istemiyor.
İran ise nüfusunun yüzde 40’ına varan Azeriler için ‘kötü’ örnek oluşturmasından korktuğu bağımsız Azerbaycan’ın topraklarının
Ermenistan’ca işgalinin sürmesini destekliyor.
Bu durumda üç ülkenin bağımsızlıklarını ve bu amaçla aralarındaki ve içlerindeki sorunların çözümünü destekleyen tek dış çevre ülkesi Türkiye kalıyor. Rusya bu nedenle Türkiye’yi rakip olarak görüyor. Rusya’nın Türkiye paranoyasından kurtulması için gelişmelere doğru teşhis koyması yani imparatorluk döneminin kapandığını kabul etmesi lazım. Bunu yapmadıkça Rusya bölge ve dünya barışı için büyük bir tehdit oluşturacak. Amerika bu gerçeği anladı. Terör krizi içinde olmasına rağmen, en zayıf halka olan Gürcistan’ın Amerikan milli çıkarlarını ilgilendirdiğini ilan etti. Tabii, Sn. Bahçeli’nin ‘jeopolitik özürlü’ dediği AB’den ses yok.
Türkiye’nin Ermenistan’la ilişkileri normalleşmedikçe Kafkasya’da kendisinden beklenen barış ve istikrar rolünü oynaması mümkün değil. Amerika’nın şimdi Azerbaycan üzerindeki haksız ambargoyu kaldırması ciddi bir fırsat oluşturuyor. Türkiye, Ermenistan’a karşı vize uygulamasını kaldırmakla yetinmeyip sınırlarını da açmalı. Karşılığında Azeri göçmenler için bir şeyler sağlamalı. Böylece olumlu adımların karşılıklı atıldığı bir süreç yaratmalı.
Yorumlar kapatıldı.