İlk öpüşmemizin tadını hiçbir zaman unutamayız. O ilk temas, dudakların ıslaklığı, kalbimizin yerinden fırlayacakmışçasına çarpışları, kesilen soluğumuz… Hafiften bir utangaçlık, masum bir tebessüm. Bu fotoğraf hiç unutulabilir mi?
Anılar… Her an bizimledir onlar. Hayatımızın her saniyesi, ilerisi için bir anıdır aslında. Ama bizim anılarımız, seçilmiş anlardır. Heyecanlar, sevinçler, üzüntüler, utanmalar… Her biri beynimize çizik atar, oraya yerleşir, bizimle yaşarlar. Zamanlı zamansız ortaya çıkar, boy gösterirler. Her şeyiyle onlar bizim anılarımızdır. Devletlerin milletlerin de anıları var. Onlarca, yüzlerce yıllık geçmişlerden seçilmiş.Bunlar nesilden nesile taşınır. İçinde oluştukları nesiller için ayrıca kişisel anılardır. Tıpkı 6 eylül 1955 günü gibi…
50’li yıllarda İstanbul… Boğaz’ıyla, Haliç’iyle, Tatavla’sıyla ve tabii ki Pera’sıyla. Yozlaşma başlasa da dimdik ayaktalar. İki yüzü var İstanbul’un: Bir tarafta 30’lu yıllardan taşınan kültür, edalı kızlar, tavırlı erkekler. Gündüzleri esnafın sesi, akşamları tokuşturulan rakı kadehlerinin tınıları, topikçinin tatlı seslenişi… Bir dönemin sonuna doğru peşpeşe akan görüntüler. Bir tarafta Ermeni’si, Rum’u, Türk’ü her alanda beraber, işinde ortak, oyununda taraf, masasında konuk. Ancak klasik söz: “Eskisi gibi değil.” Diğer tarafta her geçen gün artan kopuklaşmalar, kutuplaşmalar var. Bir de siyasetçilerin tavrı ekleniyor. 6 eylül olayları gökten zembille inmedi. Altta kaynayan korların patlayarak ortaya çıkmasıydı. Bir sürecin son noktası, bir diğer sürecin satırbaşıydı.
O gün de diğerlerinden farklı gözükmüyordu aslında. Kepekler indirildi, erkeklerin bir kısmı da balıkpazarına girdiler. Aziz Nesin de bir dostuyla Çiçek Pasajı’ndaydı. Saatler ilerledi ve aniden(!) bir haber geldi. Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve saldırılmıştı.ç Bir grup provakatör ve eşlikçisi bunu fırsat bildi. Bahanenin altında yatan şey ise şuydu: Yıllardır kendi memleketinde, kendi malını alıp satan, içkisini içen, yanında çalıştığı gavura duyulan hasetti. Oysa o gavur en az onun kadar ve fazlası bu vatanın evladıydı. Bir anda dükkanlara girildi, çılgınca bir yağmalama başladı. Yağmacılar o gece insanlıklarını unutmuşlardı. Aziz Nesin bir kitabında olayı anlatırken şöyle diyor: “… o gece insanların gözü dönmüştü. Yanımda bulunan arkadaşım Müslüman değildi. Müslüman değildi ve Eyüp’te oturuyordu. Onu evine götürmeye çalışırken metrelerce kumaşın, yerlerde sürünen eşyaların üzerinden geçtik. Bir grup kendini bilmez sünnetli olup olmadıımızı sordu. Tabii ki arkadaşımsünnetsizdi. Bir şekilde bu soruyu alt edip binbir korkuyla arkadaşımı evine ulaştırdım.”
7 Eylül sabahı güneş olağan doğdu. Gece alınması gereken tedbirler, sabah alınmıştı. Ortalık sahkinleşiyordu. Bir gecede onlarca dükkan yağmalanmış, ev basılmış, tonlarca mal sokağa dökülmüştü. Ama değişen çok şey vardı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Cumbalı evlerin perdeleri bir bir kapandı. Dükkanların kepenkleri indirildi, tavlalar rafa kalktı. Pera’nın sahipleri değişti. Anadolu’da başlayan kontrolsüz göç Pera’yı sardı. Her an yeni bir 6 Eylül endişesi ve göç ile değişen dengelerden dolayı azınlık nüfusu (özellikle Rumlar) hızla azaldı. Azınlıkların haddi bildirilmişti. Bir grup kendini bilmezin ve siyasi hataların bileşkesi bu sonucu doğurdu. Bu süreci en iyi olayları yaşamış biri anlatabileceğinden Anna Zograpoli’ye kulak veriyoruz: O dönemde bir değişim yaşanıyordu. Ama halk tabanda genelde beraberdi. Tavanın tabanda değiştirdiği bir grup azdırdı olayları. Bu bir kıskançlığın, ezilmişliğin azınlıklara karşı dışavurumuydu. Bizi o gece Türk dostlarımız kurtardı. Hemen bayraklar asıldı evlere. Geceden sonraysa her şey ters döndü. Dostlarımızdan ayrıldık, evlerimizi, dükkanlarımızı bıraktık. Bu, defterde kapkara bir sayfa oldu. Azınlıkların ticarete, sanata, kültüre katkısı büyüktü. Bazen düşünüyorum; bu olay olmasaydı İstanbul bu hale gelir miydi? Belki de gelirdi, ama çok daha yavaş bir süreçte. İnanın Beyoğlu’na çıkamıyorum. Kahve olmuş evimi görünce gözlerim doluyor. “
6 Eylül olayları böyle özetlenebilir. Bu olaydan herkesin, özellikle siyasilerin çıkartabileceği çok ders vardır. Siyasetçilerin sorumluluğunu ve dengeleri nasıl tuttuklarını gösteriyor. Bir gafın sonuçlarının ne denli büyük olabileceğini görüyoruz. Bu olayın da yaraları sarılmadı. Anılarda çok sağlam bir yeri var. Bir kırgınlık, gücenmişlik var. Bu noktada çok şey söylenebilir. Ancak ben bu yazıyı İsviçreli bir politikacının sözleriyle bitirmeyi seçiyorum: “Bir ülkede azınlıkların durumuna, yapabildiklerine, haklarına bakın. Elde edeceğiniz veriler o ülkedeki demokrasi düzeyini göstermesi açısından çok önemlidir. Azınlıkların değerini bilen bir ülke, kendi halkının da değerini biliyordur.”
Yorumlar kapatıldı.