Bir kısırdöngüdür yaşamak . Bazıları hariç…
Doğduğu anda minicik elleri üçbeş tel saçı. Gözlerinde gözlere çarpan bir isyan. Çok ağlıyorlar, çok bağırıyorlar. Geldikleri, alıştıkları ortamlarına dönmek için. Kanada’da binbeşyüz bebek üzerinde yapılan bir araştırmada görüldü ki, ağlayan bebekler ana rahmine yaklaştırıldıkları zaman ağlamaları kesiliyor. Uzaklaştırıldıklarında tekrar başlıyor sonra yeniden ağlamaya başlıyor. Değişime alışmak insanoğlu için doğduğu andan başlayarak zor. Ancak bir başka gerçek de insanoğlu her şeye alışıyor. Er ya da geç.
İnsanoğlunu en çok zorlayan gerçek değiştiremeyeceği etkenlerin varolması. Doğa olaylarını önceden kestirebilse de değiştiremiyor bazen kestiremiyor bile. Yıldırımın Tanrı, şimşeğin kral olduğu dönemlerde bu gerçeği kabullenmek felaketleri de katlanılır kılıyordu. E sonra.. Toplumsallaşma, birlik beraberlik gücü getirirken farklı unsurlar önüne geçilemez oldu. Bu defa salgın hastalıklar, savaşlar felaket oldu. Zaman geçti, çağlar değişti insanoğlunun önüne geçemeyeceği birçok şey çıktı. İnsanoğlu mutlaka Tanrı’ya ihtiyaç duyacağı şeyler gördü ve yaşadı.
İkiz kulelerden sonra dünya bir daha mı değişiyor? Neden olmasın? Bir isim koymak bir milad mı belirlemek gerekiyor ki? Değişim an ve an yanımızda. Aynaya baktığımızda, oğlumuza ya da annemize döndüğümüzde… Pentagon değiştirilemeyecek güçlerinden biriydi yani binyıl için. Sileni kim olursa olsun varolan gerçek, bu imge de kayboldu. Değişim sürüyor. Değişim an ve an her yerde. ABD’nin kilit adamı ilk hedefine dönüşüyor. Bugünkü sevgiliniz yarın ki düşmanınız oluyor. Değişim devam ediyor.
21. yüzyılın Tanrı’sı henüz yaratılmadı. Bu bir doğum sancısı. Terminatör filmlerinin çizdiği üzerinde dumanlar tüten kentler bir yolun sonu. Evrimini sosyo kültürel olarak sürdüren, mükemmel insanı yaratmaya yönelik serüvenin devamı diğer bir yolun sonu. Yani paylaşan, gelişen, doğayla barışık, paylaşan, hoşgörülü, bla, bla, bla. İkiz kuleler sonrası gösteriyor ki insanlık birinci yolu seçiyor.
Bu yol yanlış yol dersek o halde suçlu kim? Halklar, siyasiler, silah tüccarları, bilgisayar yoksa Hollywood. Hangisi? “e” seçeneği hepsi ve dahası. Bu düğümü hep birlikte attık. Şimdi kim çözecek diye aranıyoruz. Uygarlığın gelişimini acaba yanlış mı öğrendik? Bizim öğrenmeye başladığımız noktadan bugüne kadar ki süreç uygarlıktan uzaklaşma süreci olabilir mi? Kriterlerimize göre değişir. Değişimi ve gelişimi insanın içinde ararsanız galiba uzaklaşma sürecindeyiz. Dışında ise, bütünüyle izafi.
Emile Zola’nın Meyhanesi’nde söylediği gibi insan her şeye alışır öyle ya da böyle. Yeni dünya düzenine de alıştık deprem ile yaşamaya da. Şimdi global savaşa da alışacağız, terörün öcülüğüne de, palavra senaryolara da. Zaten bir filmin içinde oynadığımızı biliyorduk ama istediğimizde çıkarız sanıyorduk. Artık görüyoruz ki filmin sonunu izlemek zorundayız.
Elimizde uydusu ay olan koskocaman bir kör düğüm var. Ya bu düğümü 7 milyar insan birlikte çözeceğiz ya da koltuklarımıza iyice yerleşip filmin bir an önce bitmesini bekleyeceğiz.
Yorumlar kapatıldı.