İddialara göre Atatürk’ün evine bombayı Oktay Engin adında bir hukuk öğrencisi atmıştı. Daha sonra valilik ve Emniyet Gn. Md. Yardımcılığı görevlerinde bulunan Oktay Enginle Yeni Şafak’tan Nasuhi Güngör’ün 21 Ocak 2001’da yaptığı söyleşi.
6- 7 Eylül 1955 olayları nedir?
Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atıldığı ve evin imha edildiği haberi, bir akşam saatinde İstanbul’a bomba gibi düştü. Sadece bir pencere camının kırıldığı bombalama olayının İstanbul Ekspres Gazetesi tarafından abartılarak ve yüzbinlerce adet gazete basılarak verilmesi, ortalığı birbirine kattı. İstanbul’da yaşayan Rum vatandaşlarının işyerlerine, evlerine ve ibadethanelerine yönelik saldırılar, sonuçta ortaya gerçekten kanlı bir bilanço çıkardı.
Bu olayların nasıl geliştiği o günden bu yana tartışıldı.
Önce bazı sol görüşlü isimler aylarca gözaltında tutuldu. Ardından 27 Mayıs’la birlikte bu kez Menderes ve arkadaşları Yassıada’da 6-7 Eylül olaylarının sorumlusu olarak da yargılandı. Bu konuda belki de en net sözleri, bir dönem Özel Harp Dairesi’nde görev yapan Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu ortaya koydu:
“6-7 Eylül de bir Özel Harp işiydi ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı…” (Tanksız Topsuz Harekat, Fatih Güllapoğlu, s.104 )
Olayların bir de Yunanistan’da yaşanan boyutu vardı ve iki isim öne çıkıyordu; Oktay Engin ve Hasan Uçar.
İddia şuydu: Atatürk’ün evinin bombalanması aslında Türk gizli servisinin işiydi. Selanik Konsolosu M. Ali Balin, Hasan Uçar’ı azmetirmeye çalışmış, ancak başarılı olamayınca devreye Oktay Engin adında bir hukuk öğrencisi girmişti. Selanik’te Türk hükümetinden burslu olarak okuyan Engin, Hasan Uçar’ı “bombalamaya azmettirmişti.”
Bu suçlamanın doğrudan muhatabı olan Oktay Engin’i emeklilik günlerini geçirdiği Ankara’da bulduk ve aradan geçen 46 yıl sonra bir kez de biz soru yağmuruna tuttuk. İşte Oktay Engin ve 6-7 Eylül olayları.
İsterseniz önce sizi tanımakla başlayalım Sayın Engin.
Batı Trakya Gümülcine doğumluyum. Orta ve lise tahsilini Yunan Gimnasium’undaki ilk Türk olarak tamamladım. Daha sonra Selanik Üniversitesi’nde hukuk okumak için sınava girdim. Burada ikinci sınıfı tamamlarken, malum 6-7 Eylül hadiseleri meydana geldi ve ardından hapis ve Türkiye derken tahsil hayatıma bir süre ara vermek durumunda kaldım.
Atatürk’ün evi yerle bir edildi haberi İstanbul’u birbirine kattı ve olaylar başladı. Ardından siz elçilikte çalışan Hasan Uçar’la birlikte Selanik’te yakalandınız. Suç isnadı neydi tam olarak?
Suç isnadı “Yabancı mala zarar vermek ya da verdirmek suretiyle Yunanistan’ın başka bir ülkeyle ilişkilerini bozmak”tı. Ama asıl ilginç olan bizim yargılanma şeklimizdi.
‘Oktay Engin’i ya da Hasan Uçar’ı savunacak herhangi bir avukat çıkarsa derhal barodan ihraç edilsin’ diye yazı yazıldı ve ilan edildi. Bu ilanın ertesi gününde iki avukat da istifa etti. Zaten avukatlar tehdit ediliyordu. Bu yüzden biz tam beş buçuk ay avukatsız kaldık. En sonunda Atina’dan bir hukuk müşaviri gelip bizden vekalet aldı.
Bizi ya açık mahkemeye çıkarın ya da tahliye edin diye mahkeme heyetine başvuruda bulunduk. Kesinlikle mümkün olmadığı ve “tehlikeli olmadığımız” yolunda karar verildi. Daha sonra bizim Dışişleri’nin girişimlerinin de etkisiyle “kefalete dahi lüzum görülmeden” tahliyemize karar verildi ve tutuksuz olarak yargılamaya devam edildik. Zaten Yunanistan bir iç savaştan yeni kurtulan bir ülkenin atmosferini taşıyordu. Bu nedenle Yunanistan’da o dönemde, hele bir Türk’e yönelik hukuk aramak pek mümkün değildi. Ki köylerde yer yer çatışmalar devam ediyordu. Bu nedenle Yunanistan hükümeti hukuk dahil her şeyi kontrolü ve baskısı altında tutuyordu.
Nasıl bir soruşturma sonrasında suçlanıp tutuklandınız. İsterseniz onu biraz açalım.
Önce bizim elçilikte görevli Hasan Uçar’ın olaylardan kısa bir süre sonra 12 Eylül 1955’te yakalandığını duyuyoruz. Bir hafta sonra yani 18 Eylül’de de beni tevkif ettiler. Önce ‘Bombayı sen attın’ diye suçlama başladı. Allah’tan ben o gün olay yerinin çok uzağında bir yerde ve pekçok insanla birlikteydim. Bunu nice zorluktan sonra ispat edince, bu sefer ‘Bombayı sen atmadın, ama sen azmettirdin’ suçlaması başladı. Yani biz aslında 6-7 Eylül olaylarının ardından kabaran intikam duygularının kurbanı olduk. Beni sorguya çekenler arasında ‘Benim İstanbul’da akrabalarım var. Biliyor musun onların hali ne oldu?’ diyenler bile oldu.
Aradan 46 yıl geçti. Biz tekrar soralım. Sizin bu olayla, doğrudan ya da dolaylı hiçbir ilginiz olmadı mı ?
Kesinlikle hayır, asla olmadı.
Bir düşünce, gençlik heyecanı, ne bileyim yaşadığınız baskılara tepki ?
Hayır, asla.
Peki niçin Hasan Uçar’ın ifadesinin alınmasının ardından siz de yakalandınız ?
Hasan Uçar, gerçekten doğru dürüst tahsili bile olmayan gariban bir insandı. Benimle münasebet kurmaları ise Hasan Uçar’ın büyükelçilikte çalışmasına benim vesile olmamdır. Başka bir sebep yok.
Yine de sizin seçilmeniz oldukça ilginç.
Babam herkesin tanıdığı bir milletvekiliydi. 120 bin Türk’ün tanıdığı bir insandı. Celal Bayar’ın Yunanistan’a geldiğinde ziyaret ettiği bir insandı. Benim konumum şu bakımdan önemli; O dönemde Yunanistan’da hukuk tahsili yapan tek Türk öğrenci benim. Yunan makamları bunu çok önemsiyordu. Çünkü Batı Trakya Türkleri’nin hukukunu koruyacak bir kişinin yetişmesi onları tedirgin ediyordu.
Sizinle ilgili iddialara temel teşkil eden bir konu var. Batı Trakya Türkü bir öğrenci, o kadar hassas bir konumda, nasıl olup da Türkiye hükümetinden burs alıyordu. Yani bu farklı ilişkiler çağrıştırmıyor mu sizce ?
Onu ifade etmeye çalışıyorum. Rahmetli Enver Ziya Karal, Gümülcine’ye geldi ve babamla görüştüler. Babama en önemli meselenin Türkler’in hukukunu koruyacak kişiler yetiştirmek olduğunu anlattı. Kendisi bu konularda Ankara’ya rapor veriyordu. Beni kastederek “Oktay güzel yetişiyor, Yunan lisesinde okuyor ve Yunancası da çok iyi. Onun hukuk tahsil etmesi çok önemli” dedi. Beni zorlaya zorlaya ikna ettiler. Enver Ziya Bey bu raporu, Celal Bayar’a veriyor, o da Atina’daki başkonsolosluğa iletiyor. Böylece Yunanistan’da yüksek tahsil yapmak isteyen Türk öğrencilere burs verilmesinin yolu açılıyor. Mesele bundan ibarettir. Ben de Selanik’e gittim ve imtihanı kazanarak hukuk okumaya başladım. Yani Türkiye’nin ısrarı ile bu tahsile başladım.
Sonuçta bu da önemli bir irtibat sayılmaz mı?
Yani bizim bilmediğimiz pekçok ülkede Ankara kendi geleceğini düşünerek bu türden yatırımlar yapmıştır. Yapacaktır. Bu Kıbrıs’ta da öyle olmuştur.
Ben hukuk okurken, o zaman Cumhuriyet gazetesinde bulunan Şahap Balcıoğlu Yunanistan’a geldi. Ben de ona oradaki durumla ilgili bilgi verdim, yardımcı oldum. Kendisini kontrol etmek için Yunan istihbaratı eleman görevlendirdi. Ancak biz bu engellemelere rağmen onu yeterince bilgilendirdik.
Bunlar sizin üzerinizde ciddi bir baskı oluşturmadı mı ?
Efendim, Yunan tarafı benim hukuk tahsilimden o kadar rahatsız oldu ki, bana Yunan Edebiyatı Bölümü’ne geçmem karşılığında Türkiye’nin verdiği bursun iki mislini önerdiler. Elbette reddettim.
6-7 Eylül olaylarından önce, herhangi bir konuda istihbari ya da benzeri alanda Ankara’nın sizden bir talebi oldu mu ? Ya da bu türden bir irtibat kurdunuz mu ?
Şöyle ifade edeyim; Henüz lise son sınıftayken, Celal Bayar, Yunan kralı ve kraliçesi ile Gümülcine’ye geldi. Her iki tarafa da Türk cemaati adına hediyeyi benim vermem uygun görüldü. O sırada Türk Haberler Ajansı adına Kadri Kayalar, -rahmetli oldu- heyette bulunuyordu. Ben de kendisine özellikle eğitim alanında Yunanlılar’ın yaptıkları haksızlıklardan söz ediyordum. Ekonomik alanlardaki baskıları da anlattım. Kadri Bey, “Acaba bize bunları yazamaz mısınız? ” diye teklifte bulundu. Ben de ücretsiz olmasını şart koşarak bunu yapmaktan memnuniyet duyacağımı ifade ettim. Böylece lise son sınıfta Türk Haberler Ajansı’nın Yunanistan muhabiri oldum.
Haberlerinizi nasıl ulaştırıyordunuz ?
Çoğunlukla İstanbul’dan gelen Türkler aracılığı ile haberlerimi yolluyordum. Böylece bazı haksızlıkların günü gününe duyulmasını sağladım. Bu birkaç yıl sürdü.
Bütün bunlar sizin örneğin Yunan istihbaratı tarafından takip edilmenizi sağlamadı mı ?
Elbette, hem de sürekli olarak. Özellikle Selanik’te tahsilimi yaparken artık isimlerini öğrenecek kadar beni yakından izliyorlardı. Kaldığım otele gelip benim ne zaman gelip gittiğimi öğreniyorlardı.
O zaman şöyle demek mümkün mü? Sizin istihbari bir bağlantınız olmasa bile, attığınız her adımı Ankara ile uyumlu olarak hesapladığınız söylenebilir.
Elbette, ben Türkiye’nin bir parçasıydım. Hem ruhen, hem de kafa itibarıyla. Türkiye’ye zarar verecek en küçük bir hareketten ödüm kopardı. Benim gönderdiğim yazıların mahiyeti buna uygundu. Aksi de düşünülemez zaten.
Peki Selanik’teki patlama öncesinde herhangi bir vesileyle Yunan makamları tarafından sorgulama ya da tutuklanma gibi bir olay gerçekleşti mi?
Hayır, hiçbir zaman.
Tekrar olaylara dönelim. İlginç iddialar var. Mesela, dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in bir kurye aracılığı ile sizlere çanta ile bomba ulaştırdığı şeklinde.
Bu saçma iddia o zaman ve sonrasında gündeme geldi. Koskoca bir Başbakan bir kuryeye çanta ile bomba vererek yollayacak. Bunun ne kadar akıl ve mantık dışı olduğu ortada. Bu senaryo biz tutuklu iken birkaç gardiyan ve tutuklu üzerinden yayılmıştı. Sonra ben son derece önemli bir konumdayım, hukuk okuyorum, üzerimde ciddi beklentiler var. Niçin böyle bir hadiseye karışayım şu veya bu şekilde. Bula bula alet edilecek beni mi bulmuşlar?
Bir kere Yunan tarafının kendi raporlarına göre patlayan bomba son derece iptidai bir yapım. Bir devlet bunu yapsa böyle mi yapar ?
Acaba bombanın ilkelliği ve sadece bir camın kırılması, Atatürk’ün evine ciddi bir zarar verilmemesi için düşünülmüş olamaz mı?
Size o sıralardaki konsolosluğun ve Atatürk’ün evinin konumunu aktarayım. Yani öyle ciddi bir koruma ya da güvenlik hattı filan yok. 50 cm boyunda bir duvar, isteyen atlayıp istediğini yapabilir. Patlama bu kadar küçük çaplı, ama gelin görün ki İstanbul Ekspres Gazetesi, bunu “Atatürk’ün evine hain saldırı” diye üç-dört baskıyla abartarak verince İstanbul’da yer yerinden oynuyor.
Olaylarda adı hep geçen İstanbul Ekspres Gazetesi sahibi Mithat Perin geçenlerde vefat etti. Kendisini tanıyor muydunuz ?
İki yıl önce beni aramış, telefona kızım çıkmış. Kendisini şahsen tanımıyorum. “Babanızla görüşmek isterim” demiş. Ancak tekrar arayacağını söylemesine rağmen aramadı ve görüşemedik.
Yani başınıza gelen bunca olayın en önemli sorumlularından birisiyle, ‘Bu adam kimdir’ diye merak edip görüşmediniz mi?
Hayır, hiç görüşmedim, sadece bürokraside kendi işime baktım. Aslında Gökçin Sipahioğlu var, gazetenin yazıişleri müdürü. Bütün rezaletin sorumlusu o. Zaten Mithat Perin’in cenazesinde “Başlığı ben attım, onun haberi bile yoktu” dedi.
Benim tutuklanmamdan sonra, bütün büyük gazeteler, Hürriyet, Yeni Vatan “Yunan senaryosu sonucunda Türk genci yakalandı” diye haber yazdılar. Bu değerlendirmeler 27 Mayıs olayına kadar sürdü. Ondan sonra hava birdenbire değişti.
Sizin azmettirdiğiniz iddia edilen Hasan Uçar’ın ifadeleri…
Onu hapisteyken çok sıkıştırdılar. Mukavemetini belli bir aşamadan sonra kırdılar. Ancak dediğim gibi okuma yazmayı bile sonradan öğrenmiş bir zavallıydı. Biz işkence görmedik, ama müthiş bir tecrit yaşadık ve son derece pis şartlarda hapis kaldık. Çıktığımda konuşmakta bile güçlük çekiyordum. Bütün amaç benim mukavemetimi kırıp istedikleri senaryoyu yazdırmaktı. Üzerimizde müthiş bir psikolojik baskı yürüttüler. Ama istediklerini alamadılar.
Yorumlar kapatıldı.