İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kazıkçı Bakkal Panayot Neden Hüngür Hüngür Ağladı? Ya da 6-7 Eylül’de Ne oldu?

6-7 Eylül 1955 bir tarih. Ama yalnızca bir tarih değil. Bir

kavramın, bir zihniyetin, bir devlet politikasının

somutlaşmış hali. Planlı programlı, düşünülmüş bir

hükümet icraatı. Sonrasında, yıllar geçtikçe, o her

zamanki demogojik kalkan işlemeye başlasa da öyle: “bunlar

münferit vakalar.”

Tabii, Vatandaş Türkçe Konuş kampanyaları kadar, Trakya

Olayları kadar, 20 Sınıf İhtiyat Askerlik uygulaması kadar,

Varlık Vergisi kadar, 1964’te 12 bin Rumun sınırdışı

edilmesi kadar münferit bir vakaydı 6-7 Eylül! Üzerinde

düşünülmemesi, yazılıp çizilmemesi, unutulması,

unutturulması, bir daha da hiç hatırlanmaması için daha uygun

bir mekanizma olabilir mi?

Mesela: “Vakayı adiyeden bir olay şu 6-7 eylül. Şu kadar kilise

yakılmış, şu kadar ev, birkaç tecavüz vakası, birkaç da

ölü. Ülkenin uğradığı haksızlıklara dayanamayıp,

tepkisini dizginleyemeyen bir grup vatandaşın sebep olduğu bir

tedhiş olayı.” der, o bir grup vatandaşı kınar ve

vicdanınızı rahatlatırsınız. Bu kadar kolay.

Böylece, bir süre sonra, “Bu memleketin Rumları, Ermenileri,

Yahudileri nereye gittiler? Niçin göçtüler el memleketlerine?”

diye sorulduğunda, “Gittiler efendim, demek ki başka

düşünceleri varmış. Umduklarını bulamayınca da refah

içinde yaşamak için amerikalara, fransalara gittiler.” deme

hakkını bulursunuz kendinizde. Sanki gidenler güle oynaya,

isteyerek gitmişler gibi.

Olayların insani yönlerinin, maddi değerler veya rakamların

tahakkümü altında boğulduğu, göz ardı edildiği bir

çağda yaşıyoruz. Yakılan yıkılan binaların, evlerin

hesabı da önemli tabii, ama kişisel trajedilerin tarihi

yazılmadıkça, geçmiş sadece birtakım soğuk sayılardan

ibaret kabul edildikçe, yaşananlardan çıkarılmasi gereken

hisseler bir yerlerde çarçur edilmeye devam edecek. Kaçınılmaz

bir son bu.

Yenikapılı Panayot bakkalın gerçek hikayesini anlatmıştı

annem yıllar önce. Mahallede kazıkçı bakkal olarak bilinen

Panayot, 6-7 eylül olaylarından birkaç gün sonra pılı

pırtısını toplayıp Yunanistan’a göçmeye karar verir ve

gitmeden önceki son gece dedemin fakir çilingir sofrasına konuk

olur. Hüzün hakimdir ortama doğal olarak. Dedem marangoz Artinle,

bakkal “kazıkçı” Panayot, hem demlenir, hem de dertleşirler. O

zamanlar yedi yaşında bir çocuk olan annemin aklında, Panayot

bakkalın “Hiçbir şeye yanmam, anamla babamın mezarlarını bir

daha göremeyeceğime yanarım.” dedikten sonra hüngür hüngür

ağlamaya başlaması kalmış o geceden sadece.

Anneme, “Sizin eve bir şey olmuş muydu?” diye sorduğumu

hatırlıyorum. “Hayır. Deden hemen bir bayrak asmıştı

pencereye. Girmediler bizim eve.” cevabını vermişti.

İşte 6-7 eylül, Panayot bakkalın anne babasının yıllar

geçtikçe daha bir öksüzleşen aile mezarı demek kimileri

için, bir de o öksüz mezar için dökülen gözyaşları.

Bütün bunların bir daha yaşanmayacağına dair tek güvence,

artık zihniyetlerin değişmiş olması değil, “Rumun, Ermeninin

ve Yahudinin” kelaynak misali bir avuç kalması yalnızca.

İşte bu kadar kaygan bir zemindeyiz.

Yorumlar kapatıldı.