Hepimiz bekliyorduk zaten. Bugün olmazsa bile yarın benzerlerinin bir virüs gibi yayılacağını tahmin ediyorduk. Gözümüz yollarda, kulağımız kirişte kalmadan yapımcılar, ‘Biri Bizi Gözetliyor’ benzeri bir programı önümüze sundu bile. Adına
‘Dokun Bana’ demişler. Benzerleri gibi, yurtdışından telifi ödenerek ‘tırtıklanmış’.
Ortada bir Citroen Picasso marka araba, arabanın etrafında yirmi kişi. ‘Kişi’ deyip es geçtiğimiz kalabalığın ellerinde beyaz eldiven var. Eldivenleri, arabada parmak izi kalmasın diye giydirmişler. Belli ki
‘çekirdek aile’ eşrafı, ayçekirdeklerini alıp, televizyon karşısına geçip çocuklarını
‘çıt çıt’ izliyor. İki satte beş dakika ara vererek, ayakta kalan son kişi malı götürüp, Picasso’yu kapacak. Talihe bakın ki bu yarışma, tam da kaçak Picasso tabloları haber bültenlerine düştüğü günlerde gösteriliyor.
Mekân, ‘pop gençliğin’ bol bol geyik yaptığı,
modern tüketim tapınağı Capitol alışveriş merkezi. Barmen kılıklı hakemleri, imajı kel sunucusu, popçusu ve ‘canlı’ seyircisi olan bir yapım. Anlaşılan sponsor ‘sağlam’. Sponsorun ürünü de ‘sağlam’ sunuluyor. Sunum abartılmış araca fetiş muamelesi yapılmış. Kurallar önceden belirlenmemiş olsa katılımcıların, Picasso’nun etrafında tamtam dansı yapacakları şüphesine kapılabilirsiniz.
Aslan Türkler
Daha birinci bölümde, televizyonlardan alışık olduğumuz ‘milliyetçi-muhafazakâr’ söylem, ne alaka şaşkınlıklarımız içinde, mevzuya dahil oluyor. “İngiltere’de 58 saat olan rekor, Amerika’da 126 saatmiş. Türkler bu rekoru kırarmış.” Geçtiğimiz günlerde, palyaço kılıklı lord türkücü “En iyi araba Avrupa’da yapılır ama en iyi arabaya Türkler biner” demişti. Sonuçta yarışmacılar da aynı zihniyeti kendilerine uzatılan ‘frenk’ malı mikrofondan açıkladılar, ‘Türkler rekor kırar.’ Şu gençlerinin sürekli eroin komasında gezdiği iddia edilen, her köşe başında bir psikiatristin olduğu tekrarlanıp durulan, balesine ‘tu kaka’ denilen, ‘robot gibi yaşıyorlar’ diye suçlanılan ama her nasılsa ‘modern’ aracı-gereci haftasında memlekete ithal edilen Batı da kim oluyormuş!
Sonuçta “bir Türk dünyaya bedel”. Yüz yirmi altı saat ayakta mı kalamayacağız! Bu ahkâmlarla başlayan yarışma elli küsur saat sonra sonuçlandı. Yirmi Türk neferi, rekoru kırmak bir yana halüsinasyonlar göre göre, tansiyonları düşe kalka yanmayı bırakmak zorunda kaldılar ve Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk dünyasına rezil oldular.
Murat Belge, “Tarihten Güncelliğe” adlı kitabında, “Toprak zeminli evlerimizde son model buzdolaplarımız var” diyordu. Bu saptaması günlük yaşantımızda ne çok yer ediyor. Son model Mercedes’lerde su katılmamış arabeskler dinliyoruz. Banka koruma memurlarımız Hollywood stüdyolarından fırlamış gibi gıcır gıcır giyiniyor fayat vücut dilleri ‘taşralılıklarını’ ele veriyor. Toplum olarak Japon malı televizyonlarımızdan, İslami kanallardaki Kuran-ı Kerim ayetleri dinliyoruz. Tasarının İtalyan kataloglarından araklanmış koltuklarımızda, besmele çekiyoruz. Ericsson marka cep telefonlar “Gurbette yorgun düştüm be ceylan” melodisiyle çalışır. Levi’s 501 marka kotlarıyla Cuma namazı kılıp, İtalyan patentli Tofaş arabalarıyla elçilik önüne gidip Alcatel telefonlarını kırıyorlar. Abdullah Öcalan, Roma’da tutukluyken üzerinde halay çekilen İtalyan malı buzdolaplarını hala unutulmadı. Fransızlar meclislerinde Ermeni Yasa Tasarısı’nı kabul edince “Fransızca’yı yasaklayalım” diyenler hâlâ hafızalarda. Türk uydusu Türksat, Fransız malıydı ve bunu kimse aklına bile getirmek istemiyordu. Çukurova’nın ‘ithal’ tohumlu pamuğuyla, ‘gavur’ icadı kumaş aslında hayatın her alanındaki mantığımız, yaşamın her anında kendini gösteriyor ve ‘farkında değilmiş gibi’ yaşayıp gidiyoruz.
Yasakla kurtul
‘BeBeGe’ yarışmasına, Türk aile yapısını bozduğu için RTÜK uyarı gönderince, Viyana ile canlı bağlantı yapılmıştı ve sunucu Öykü Sertel “Atalarımız gibi Viyana kapılarına dayandık” diye gururlanmıştı. Sonuçta bu yayının Fransız malı uydu aracılığıyla izlediğimizi aklımıza bile getirmemeliydik. Batının ‘teknolojisine evet ama kültürüne hayır’ diyen zihniyet, şimdi bu ‘batı taklitçilerine’ dersini vermeliydi. “Batının kültürü varsa, bizim de 82 Anayasamız var, yasaklayıp kurtulalım” diye düşünmüş olmalılar. Fazilet Partisi, kapatılmadan bir hafta önce Kanal 7’de yayınlanan İskele Sancak programına canlı telefonla katılan FP Milletvekili Ali Gören, Darwin’i savunanların ‘sapık ideolojiye sahip olduğunu’ iddia ediyordu. Batı’yı reddedip, Doğu’nun erdemlerini sıralıyordu. Aradan 6 gün geçmişti ki Anayasa Mahkemesi FP’yi kapattı. Bu defa Star TV’deki Siyaset Meydanı’na beş Faziletli katıldı. Gece boyunca demokrasinin nimetlerinden bahsedip durdular. Daha geçen hafta İskele Sancak’ta kendileri gibi düşünmeyenlere, kendi partilerinden biri çıkıp ‘sapık’ demişti ve sessiz kalarak bu hakareti onaylamışlardı. Şimdi, ‘Biz Anayasa Mahkemesi ve Cumhuriyet Kurumları gibi düşünmüyoruz diye kapatıldık’ demeye getirdikleri lafları süsleyerek önümüze sunuyorlardı. Siyaset Meydancısı bir milletvekili vardı ki konuşmalarında ‘insani’
olan, çok sesli olan her şeye dikkat çekmeye çalışıyordu fakat hiç inandırıcı değildi. Bu bey, 80’lerin ikinci yarısında ‘Flört fahişeliktir’ diyen Cemil Çiçek’in ta kendisiydi. Hangi dağda kurt öldü bilinmez. Başkalarının yaşam biçimlerine saygı göstermeyen vekiller, nasıl olur da kendilerine saygı gösterilmesini ister. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. O meşhur mantığımız burada da kendini gösteriyor, ‘farkında değilmiş gibi’ yaşamaya devam.
Eşber Yağmurdereli, konuşma yaptığı için cezaevine gönderiliyordu ve iktidarda Necmettin Erbakan vardı. Gün döndü, aynı Erbakan, batı icadı bir mikrofondan bir konuşma yaptı, bu konuşması batı icadı televizyonlarla yayınlandı ve kendi de Yağmurdereli gibi ceza aldı. Tayyip Erdoğan, hapse girdi diye yürütülen kampanyada
‘mazlum’ edebiyatı yapanlar, Yağmurdereli için tek bir cümle bile kurmadı. Ne zaman bir yasa, onlar için uygulansa ‘özgürlükçü’ kesilen bu beyler şimdilerde hangi yüzle Anayasa Mahkemesi’ni eleştirebilir. Hem mahkemede uygulanan kanunları oluşturan TBMM’deki vekiller değil mi? Sormazlar mı, ‘iktidardayken tarikat şeyhlerine yemek vereceğinize uygun yasalar çıkarsaydınız’ diye.
Kimsenin bir parti kapatıldı diye zil takıp oynayacağı yok. Bu, memleket demokrasi adına oturulup ağlanılması gereken bir durum. Ne yazık ki birileri, sadece sahibi oldukları partileri kapatıldığında ‘hukuk devletini’ savunuyor, sadece kendi yandaşlarının eğitim hakkı ellerinden alındığında eleştiriyorlar. Hukuku ve demokrasiyi kendileri için isteyen mızıkçı hallerinden artık ‘gına’ geldi.
“Partime dokunma”
Dokun Bana, bir süre daha devam edeceğe benziyor. Kimse bu program yasaklansın diye saçmalayamaz. Birileri bunu talep ediyorsa kimsenin ‘yassah hemşerim’ diye ortaya çıkmaya hakkı yok. Toplumun ‘televizyonla olan münasebeti’ bu düzlemde devam ettiği sürece daha iyisini beklemek gibi bir lüksümüz var mı bilinmez? Yakın zamanda stüdyolarda Roma arenaları kurulup, aç aslanlara düşünce suçluları atılırsa hiç şaşırmamamız gerekecek. Unutmamak lazım, istesek bile aslan olamayız fakat aç aslan önündeki suçluların sürekli değiştiği kesin. Bugün bana, yarın sana. İnsan hakları savunucuları beş yıl önce ‘Arkadaşıma Dokunma’ diye basbas bağırırken Milli Nizamcılar, Almanya’daki müslümanlardan para toplayıp holding kuruyor, gecekondu bölgelerinde bulgur dağıtıp RP’ye oy topluyordu, şimdi sıra onlarda. ‘Partime Dokunma’ deseler bile iş işten geçti. Artık iki parti kurup iki kere kapatılacaklar. Keşke böyle olmasaydı.
Yorumlar kapatıldı.