HER ilde bir Muhakemat Müdürlüğü bulunur. Lehte ve aleyhte açılacak davaları, devlet adına takip eder. İstanbul’da bu müdürlükte 98 avukat görev yapar. Özveriyle çalışanların, trilyonluk davalar karşısında ne kadar düşük ücret aldıklarını söylemeye gerek yoktur.
Bu bilgileri verdikten sonra ‘‘Türk Silahlı Kuvvetleri’ne tahsisli arazide şüpheli bir durum var’’ (26.6.2001) başlıklı yazımız üzerine ayrıntıya girmek gerekiyor. Geçmişte askeri amaçla kullanılmak üzere TSK’ya tahsis edilen 45.5 dönümlük Boğaz manzaralı kıymetli bir araziye karşı Ermeni Vakfı tescil davası açıyor ve kazanıyor.
Konuyu gündeme getirmemiz üzerine İstanbul Muhakemat Müdürü Av. Nebil Bilge aradı, ‘‘Güzel bir yazı. Ama…’’ diye konuştu.
Bilge, ‘‘Muhtemelen bilgi kaynağınızın, sizi yanlış ve yanlı yönlendirmesi -bilgilendirmesi- sebebiyle emekli Hazine avukatı Necati Zeybek’i ve dolayısıyla bir zamanlar mensubu bulunduğu camiayı ağır töhmet altında bıraktığında, sizi bilgilendirmek, konuya açıklık kazandırmak gereği duyulmuştur. Dava sonucunda mahkemece verilen tüm yasal yollar tüketildikten sonra kesinleşen kararın hukuka uygunluğunun anlaşılması, dayandığı hukuk kurallarının bilinmesine bağlı olduğu açıktır. Bu kuralları bir yorum katmaksızın aşağıda bulacaksınız’’ dedi.
Okuyoruz:
OSMANLI’YI BİLMEK
1- 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun halen yürürlükte bulunan 44. maddesinde ‘‘…. eşhası hükmiyenin gayrimenkule tasarruflarına dair olan 16 Şubat 1328 tarihli kanunun neşrinden sonra tapuya verilmiş defter ve müesseselerin hesap defterleri ve buna benzer vesikalarla anlaşılacak olan yerler o suretle vakıf kütüğüne kaydolunurlar….’’ denilmektedir. (1328 tarihi, 1912 milat yılına denk gelmektedir.
2- 1328 tarihli Osmanlı zamanında çıkarılan yasa o tarihlerde ortaya çıkan bir zorunluluktan kaynaklanmaktadır. Osmanlı tebaasından olan azınlıklar, cemaatin ihtiyaçlarının giderilmesinde kullanılacak olan gayrimenkule ancak namı müstear veya mevhum adlarla tapuda tescil ettirmek suretiyle sahip olabilmekte idiler.
Öteden beri yaygın şekilde kullanılan bu fiili duruma son vermek, hukuka uygun hale getirmek maksadıyla 1328 tarihli ‘Eşhası hükmiyenin emvali gayrimenkuleye tasarrufu hakkında kanun’ çıkarılmıştır. Bu kanun cemaat veya azınlık vakıflarına ait olmakla beraber namı müstear veya mevhum adlara kayıtlı gayrimenkullerin bir beyanname ile tapu idaresine beyan edildiğinde, cemaat veya vakıf adına tescil edilebilme imkánı tanımıştır.
3- Dava aşamalarında davaya bakan mahkemece bilirkişiler marifetiyle davaya konu gayrimenkulün gerek 1328 (1912) tarihli kanuna ve gerekse Vakıflar Kanunu’nun 44. maddesine dayalı olarak verilen beyannamelerde Ortaköy Meryem Ana Kilisesi ve Trakmanças ile Hripismeyan mektepleri ve mezarlığı vakfına ait gayrimenkuller arasında yer aldığı tespit edilmiştir.
YASALAR NE DİYORSA
4- Bu yasalar gereği mezkür Ermeni Cemaati Vakfı’na aidiyeti tespit edilen bu gayrimenkul, miras ve gaiplik kurallarına tabi olarak Hazine dahil hiç kimse tarafından sahiplenilemez. Zira miras ve gaiplik ancak gerçek kişilerle ilgili bir düzenlemedir.
5- 1950 yılında, kadastro çalışmaları sırasında gayrimenkul, kilise vakfının tapuya verdiği beyannameye rağmen gerçek olmayan malikler adına tespit görmüş, bunlar gaip farz edilerek Hazine adına tescil edilmiştir.
6- Nihayet vakıf tarafından açılan dava sonunda bütün bunlara istinaden gayrimenkul sahibi aslisine avdet etmiştir.
7- Bu davada Hazine vekili müvekkili, Hazine’nin lehine olabilecek bütün argümanları eksiksiz kullanmıştır. Geçerli bir neden olmaksızın Hazine adına tescil görmüş bu yerin Boğaziçi Köprüsü koruma alanına tefrik edilerek, Askeriye’ye tahsis edilmesi o yerin mülkiyet durumunda bir değişiklik veya Hazine lehinde bir hak yaratmaz. Hazine vekilinin müvekkili, idare ile bilgi alışverişi yapamamasından ötürü ileri süremediği tek husus bu olmakla beraber, bu husus davada kullanılmış dahi olsaydı sonucu değiştirmeyecek, hatta hiçbir etkisi olmayacaktı. Zira her ne şekilde ve kimin mülkiyetinde olursa olsun askeri maksada tahsisli yerlerin özel mülkiyetten çıkacağına dair bir yasal düzenleme olmadığı gibi, bu biçimde bir düzenlemenin yapılması dahi düşünülemez.
8- Son olarak ve üzülerek şunu da belirtmek isterim. Bağımsız yargının verdiği kararların savunulmaya ihtiyacı olmamakla beraber, kendimizi bu pozisyonda hissetmekten hem fevkalede rahatsızlık ve hem de derin üzüntü duymaktayız.”
İşte bir bürokratın açık ifadesi… Ermeni meselesini sık sık gündeme getiren tahrikçi devletlere karşı kullanacağımız önemli bir argüman…
Ayrımcılık yok
ANAYASAMIZIN 10. maddesi şöyledir:
‘‘Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.’’
Ermeni vatandaşlarımız da Anayasa’nın güvencesi altındadır. Bu kararda Türk mahkemeleri, Ermeni vakıfları lehinde karar verirken, Anayasa’nın 10. maddesi en çarpıcı bir şekilde ifadesini bulmuştur. Türkiye’nin azınlık mensuplarına ayırım yapmayan gerçek bir hukuk devleti olduğunu göstermiş, iyi bir sınav vermiştir.
Açıkçası hukuk, Hazine’den yana değil, Ermeni Vakfı’ndan yana karar vermiştir. Ne denirse densin, bazı çarpıklıklara karşın Türkiye’nin sağlam bir devlet altyapısının bulunduğu, hak-hukuk bilen bir devlet olduğu ortaya çıkmıştır.
Bu da Türkiye’nin alnını ağartan bir durumdur.
Yalçın Bayer
Yorumlar kapatıldı.