M.Ali Kışlalı Radikal’deki yazısında 1970’li yılların başından itibaren yakından izlediği gelişmeler karşısında Türk devletinin dişe dokunacak bir tavır almamış olmasını yadırgadığını söylüyor. Yazının devamı şöyle…
Gazetecilikte hangi yönetici görevimde olursam olayım, muhabir olduğumu hiç unutmam.
Öncelik güvenlik konularıyla dış olaylardadır. Sporu da yakından izlerim.
Türkiye’de ‘tabu’ kabul edilecek konu olmadığını, her şeyin mevcut yasalar çerçevesinde irdelenebileceğini düşünürüm.
‘Ermeni soykırımı’ -sözde kelimesini İsmet Berkan gereksiz buluyor diye kullanmıyorum- iddiaları da ele alınması gereken konular arasındadır.
Radikal’de soykırım iddialarının gerçek olduğunu öne süren görüşler de yer almıştır.
Şimdi dünyada Ermeni tezleri doğrultusunda faaliyet gösteren birçok yazar ve düşünüre, sayıları çok az da olsa, bir grup Türk de katılmış bulunuyor.
Bunları yadırgamıyorum.
Benim yadırgadığım, 1970’li yılların başından itibaren yakından izlediğim gelişmeler karşısında Türk devletinin dişe dokunacak bir tavır almamış olmasıdır.
Uluslararası konularda, Kıbrıs dışında hangi konuda gereken yapılmıştır ki?
Onca diplomatımızın Ermeni terör örgütünce şehit edildiği günleri hatırlıyorum.
Aklınızda kalan var mı?
Bütün bu umutsuz olmamızı gerektirecek geçmişe rağmen, zaman zaman bazı işaretler görmüşüzdür.
Şimdi, 1944 yılından beri arkadaşlığımız süren, Galatasaray ve Siyasal Bilgiler’de aynı sınıflarda okuduğum emekli büyükelçi Ömer Engin Lütem’in yeni kurulan ‘Ermeni Araştırmaları Enstitüsü’ başkanlığına getirilmesinin umut verici olmasını diliyorum.
Dışişleri Bakanlığı’nda parlak bir meslek dönemi içinde, güvenlik konularını da kapsayan müsteşar yardımcılığı da yapan, Ermeni terörü konusunun yabancısı olmayan Ömer, artık atılması gereken adımların daha fazla geciktirilemeyeceği kanısında.
Sebepler çok açık.
Ermenistan devleti ve Ermeni diasporasının Türkiye’ye karşı yürütmekte olduğu kampanya bize çok zarar veriyor.
Türk kamuoyu bile, hamaset dışında, konu hakkında gerekli bilgiye sahip değil.
Batı’da neredeyse soykırım iddiasını kabul etmeyen devlet kalmadı.
Ermeniler durmadan görüşlerini destekleyen makale ve kitap yazıyorlar. Film yapıyorlar.
Sergiler açıyorlar. Dost devlet parlamentolarında kararlar çıkarıyorlar.
Konu 1915 yılında Doğu Anadolu’daki Ermenilere uygulanan ‘tehcir’ -zorunlu göç- ile ilgili olduğuna göre bütün bilgilerin Osmanlı arşivlerinde olması gerekir.
Ama dışarıda pek bu yana bakılmıyor.
Ömer, “Tehcirin bir soykırımı olmadığını bilimsel olarak kanıtlamalıyız” diyor.
Bu yol ne kolay ne de kısa sürede netice alınmasını sağlayabilir.
Önce kendi uzmanlarımızı yetiştirmeliyiz.
Sonra bütün dünyaya sunulabilecek, inandırıcı bilgi merkezini kurmalıyız.
Modern iletişim araçlarından yararlanmalıyız.
Türkiye, görünür gelecekte ne iç güvenlik sorunlarından kurtulabilir, ne de Ermeni meselesi gibi dış kaynaklı sorunlarından.
Konuyla ilgili uluslararası toplantılar düzenlemeden önce, Türkiye’de, yukarıda işaret ettiğimiz, Türk görüşünü paylaşmayan kimilerinin de özgürce tartışmalar yapmak üzere katılacakları toplantılar neden yapmıyoruz?
Radikal’in değerli yazarlarından dostum Gündüz Aktan’ın vurguladığı gibi, neden tehcir sırasında olanların uluslararası kabul edilmiş anlamıyla ‘soykırımı’ kabul edilip edilemeyeceğini hukuki
açıdan irdelemiyoruz?
Konunun ele alınması gereken çok tarafı var.
Ermenistan ile ilişkilerin sadece Karabağ sorununa indirgenmemesi gerektiği de vurgulanıyor.
Ama kanımca öncelik konu hakkında tüm araştırmaların yapılmasında, bu araştırmaları yapabilecek uzmanların yetiştirilmesinde, bu faaliyetlerin süreklilik ve ciddiyet içinde tutulmasında olmalı.
Ermeni Araştırmaları Enstitüsü’nün arkasında ciddi bir devlet desteği var mı bilmiyorum. Ama ciddi desteksiz, ciddi netice alınamayacağını biliyorum.
Yorumlar kapatıldı.