31 Mart bazı çapulcuların, aşırı dincilerin, mollaların, mürtecilerin ayaklanması değildir. Daha ciddi ve yukarıda planlanmış bir senaryodur İttihatçılar daha çok burjuvazinin temsilcisi ve toplumun yanındalar. Kemalistler ise bürokrasiden gelen ve devlet çıkarını düşünen insanlar Rejimle ilgili her problemi dinle ilgili bir problemmiş gibi göstermek, sonunda dincilere hak etmedikleri bir gücü atfetmek oluyor
Neşe DÜZEL
* Ahmet Altan’ın ‘İsyan Günlerinde Aşk’ romanı genelde tarihe yaklaşımımız konusunda, özelde de 31 Mart Vakası hakkında tartışmalar yarattı. Altan, yakın tarihimizde, yalanlardan oluşmuş ‘kara delikler’ bulunduğunu ileri sürdü. Yakın tarihimizde çok yalan var mı?
Bize sunulmuş olan baskın tarihin çok fazla gerçeklikle alakası yok. Gerçi tarih dünyanın her yerinde kazananların açısından yazılıyor ama bu yazılan tarih başka yerlerde sorgulanıyor. Türkiye’de ise bu sorgulama işi çok geç başladı ve yavaş gidiyor.
* Ahmet Altan’ın romanı yayımlanmadan önce toplumun ortak bilincinde 31 Mart, bir mürteci ayaklanması olarak şekillenmişti. Altan bu görüntünün çarpıtılmış bir görüntü olduğunu ileri sürdü. Altan’a göre, 31 Mart aslında din motifleri olan bir askeri ayaklanma. 31 Mart bir askeri ayaklanma mı, yoksa bir halk ayaklanması mı?
İkisi de değil. 31 Mart Olayı’nda din motifi vardır, irticai kesim bu işte malzeme olarak kullanılmıştır, asker de askerle çarpışmıştır, kışlaları koruyan darbeci yanlısı askerlerle, o kışlaları ele geçirmek isteyen ordu birlikleri arasında sokak çatışmaları olmuş ve İstanbul’da birkaç yüz asker ölmüştür ama 31 Mart ne askeri ayaklanmadır, ne de halk hareketidir. 31 Mart bizim tarih anlatımımızdaki gibi çapulcuların, aşırı dincilerin, mollaların, hocaların, mürtecilerin ayaklanması değildir. 31 Mart Vakası çok daha ciddi ve yukarı düzeyde önceden planlanmış olan bir senaryodur. 31 Mart’ta yapılmak istenen bir karşı devrim darbesidir.
* Nasıl bir karşı devrim bu?
31 Mart vakası, imparatorluğu Anayasası’yla, hukukuyla, kapitalist ekonomi ve liberal siyasi düzeniyle modern bir devlet haline getirmeyi amaçlayan 1908 devrimine karşı bir harekettir. Bu, yeni anayasal düzene, padişahın yetkilerinin kısılmasına karşı çıkmaktır. Meclisin üstünlüğünden, kabine teşkilinde liberal demokratik yöntemlerin uygulanmasından vazgeçilmesini istemektir. 31 Mart, mutlakiyetçi düzene, meşrutiyet öncesi döneme geri dönme arzusudur.
* Hepimiz 31 Mart ayaklanmasını okullarda okuduk. Niye kimse bize bunları anlatmadı, bu olayda askerlerin de birbirleriyle çarpıştığını söylemedi?
Biz, 31 Mart’ı bütün askeri yönetimler ve daha devletçi bir bakış açısından tekrar tekrar yazdığımızda, tabii ki askerin askerle çarpışmasının bu hikâyede yeri olmayacaktır. 1909’dan beri tarihimiz bunu dinci bir olaymış gibi gösteriyor. Buna bir dinci ayaklanma diye damga vurmuşsunuz. Dinci ayaklanma olunca, bu, bürokrasiden tamamıyla ayrı, devletin mekanizmasının dışında gelişmiş bir hareket demektir. Eğer askerin askerle çarpışmasını hikâyenize koyarsanız, kafa karıştırırsınız. Onun için koymuyoruz ve ne kadar askerin öldüğünü de söylemiyoruz. Biz 31 Mart Olayı’nı üstelik sadece İstanbul odaklı anlatmak istiyoruz. Halbuki kanıtlar gösteriyor ki, hareket bütün Anadolu’ya yayılmak istenmiş ve planı önceden hazırlanmış, her yere ajanlar gönderilmiş. Böylece ‘Bakın her yerde isyan çıktı, halk memnun değil’ denilerek, 1908 öncesi düzene dönülmek istenmiş. Nitekim 31 Mart’ta İstanbul’da yaşanan olaylarla eşzamanlı olarak Selanik, Erzincan, Erzurum, Mersin, Adana’da da ayaklanmalar olur.
* Peki buralarda neler yaşanır?
Buralarda üst düzey komutanların yanı sıra alaylı subaylar da bu karşı darbenin içinde yer alırlar. Adana’da, 31 Mart’tan birkaç gün sonra Ermeni mahallesi yakılır ve olaylarda 20 bine yakın sivil ölür. Bunu devlet yanlısı tarihçiler ‘Ermeniler ayaklandı’ diye yazıyor. Oysa Ermeniler saldırıya uğruyor.
* 31 Mart’ı kimler örgütledi peki?
Anayasal yollarla iktidara gelemeyeceğini anlayan bir siyasal grubun Anayasa dışı yollarla iktidara gelme mücadelesidir 31 Mart. Kâmil Paşa ve çevresinin İttihatçılara karşı bir hareketidir bu. İngiltere yanlısı sadrazam Kâmil Paşa, oğlu Sait Paşa gibi üst düzey yöneticilerin, Meşrutiyetle kaybettikleri siyasal güçlerini kurulu anayasal düzeni devirerek tekrar ele geçirme ve iktidara gelme çabasıdır. Hareketin içinde Prens Sabahattin, Rıza Nur ve Ahrar Fırkası da vardır. Mesele, Abdülhamit’in padişahlığı meselesi değildir. Padişah kim olursa olsun mutlakiyetçi düzeni kurmaktır bütün mesele.
* Konuşmamızın başında size yakın tarihimizde çok yalan var mı diye sormuştum. Niye bir toplum tarihi konusunda yalan söyler?
Bir nedeni, geçmişte yapılan işlerden utanç duyulduğu için hiç bahsetmemek veya bahsetmek zorunda kalındığında bir şekilde çarpıtmak. Suçu hep bir başka tarafa atma ve kendimizi suçsuz gösterme arzusu bizim tarihimizde çok yaygındır. Diğer neden de tarih sonuçta kazananların tarihidir. Kaybedenleri resmin dışına itmek, onların meşru pozisyonlarının olduğunu inkâr etmektir amaçlanan. Türkiye’nin yakın tarihinde özellikle bazı konularda çarpıtmalar vardır. 1908 öncesinden başlayıp bugünlere kadar gelen bir tartışma vardır mesela bu ülkede.
* Nedir bu tartışma?
Kaba hatlarıyla daha özgürlükçü rejimden, daha sivil yönetimden ve daha devlet dışı mekanizmalardan yana olan bir kesimle daha otoriter, daha devletçi olan bir kesim arasında yaşanan bir çarpışmadır bu. Türkiye’de bugüne kadar devletçi proje baskın çıktı ama bu demek değildir ki, belli dönemlerde daha özgürlükçü olan kesim hiç iktidara gelmedi. Türkiye tarihinin çok zikzakları vardır. Mesela biz Türkiye’de sanki çokpartili hayat 1946’da başladı gibi bir tarih yazıyoruz ama, aslında liberal, demokratik parlamenter düzene, çokpartili hayata Türkiye 1908’de geçti. Çağdaş tarihimizin başlangıcı 1923 yılı olarak alındığı için, tarihçiler olarak bizim büyük sıkıntımız var.
* Nasıl bir sıkıntı bu?
Öyle ki, 1923’le başlayan dönemde yapıldığını iddia ettiğimiz birçok şey aslında 23’ten önce yapılmış ya da yapılmak istenmiş. Mesela çokpartili hayat, anayasal ve liberal düzen, kapitalist ekonomik sistem, Medeni Kanunu’yla ve kadın haklarıyla modern bir sosyal yaşam… Öyle ki, Türkiye’de kadın hakları cumhuriyet rejiminin sağladığı olanaklarla olmuş ve yeşermiş bir şey değil. Cumhuriyet öncesinde var bu. ‘ Biz Müslüman bir toplumduk. Kadınlar hayata katılmazdı’ söylemi bir yalandır. 1908 sonrasında kadınlar sosyal hayatın içindeler. O günlerde bugünkünden daha çok kadın dergisi var. Çünkü 1908 burjuva hareketinde ‘herkese eşit hak’ iddiası var ve kadınlar 1908’de üniversiteye kabul ediliyorlar. Mesela 1890’larda güçlü bir modernist edebiyat hareketi de vardı ama 1920’li yıllarda bu modernizmden vazgeçildi. Biz bütün bunları görmezden geliyoruz. Çünkü bunlar bizim kurulu tarih anlatımımıza ters düşüyor.
* Cumhuriyet tarihine mi?
Evet.
* Türkiye’nin modern tarihi ne zaman başladı sizce peki?
1908 yılı Türkiye’nin modern hayata geçişinin kapılarının açıldığı dönemdir. Bu kapılar belli dönemlerde tekrar kapatılmaya çalışılıyor ve bazen de kapatılıyor. 31 Mart Vakası mesela 15 günlük bir tersine dönüştür. 1912’deki darbe bir 6, 7 ay geri dönüştür. 1918 sonrası Vahdettin işbaşına geçtiğinde de tamamıyla geriye dönüşün temelleri atılmaya çalışıyor. Sonra 1923’le birlikte de aslında meclis üstünlüğünün olmadığı tekpartili düzenden bahsediyoruz. Bu da bir şekilde 1908 sonrası düzene ters bir düzen demektir. Meclis var ama meclisin üstünlüğü yok. Bu ince ayırımlara girdiğiniz zaman zikzaklarla dolu bir Türkiye tarihi yazmak gerekiyor. Bu zorluğa katlanmayınca da standart tarih versiyonunu süsleyip devam ettiriyoruz işte.
* Ahmet Altan, Türkiye’nin bugünkü siyasi yapısının tarihi yalanların üstüne kurulduğunu söylüyor. Bugünle tarihimiz arasında böyle kuvvetli bir bağ var mı sizce?
Var, çünkü insanlar kendilerini gerekçelendirmek zorundalar. Kendinize meşru bir zemin yaratmak, güç kazanmak için geçmişten destek arıyorsunuz. Mesela ‘Türkiye’de eski zamanlardan beri bir devletçi gelenek vardı’ denir ve devletçi bakış açısına böylece destek ve meşruluk sağlanmak istenir. Oysa Türkiye’de devletin böyle baskın olması 1920’lerden sonra, hatta 30’larda olan bir şeydir. Bizde her yere kolu yetişen, her şeyi kontrol eden bir devlet sonradan yaratılmıştır.
* Biz yakın tarihimizi bütün açıklığıyla biliyor muyuz?
Hayır, bilmiyoruz.
* Neden bu ülkenin tarihçileri, 31 Mart Vakası çocuklara yanlış ya da eksik öğretiliyor diye seslerini yükseltmediler?
Bu ülkenin tarihçileri acaba hangi ciddi konuda seslerini yükselttiler ki, 31 Mart Vakası’nın yanlış yorumu hakkında seslerini yükseltsinler. 31 Mart çok önemli ama. Çünkü 31 Mart’ta irticacıların ayaklandığını okuduğumuz için hepimizde irticacıların bir gün yeniden ayaklanabileceği endişesi oluştu.
Yanlış anlaşılmak pahasına söyleyeyim, bu bizim sahte kuşkumuz ve korkumuzdur. Türkiye’de böyle irticai bir ayaklanma tehlikesinin çok güçlü olduğu söylemi, baskın tarih anlatımının işine geliyor. Ama bu korkuyu, tehlikeyi varmış gibi söyleye söyleye hakikaten sonunda başımıza getirebiliriz. Çünkü rejimle olan her problemi, hep dinle ilgili bir problemmiş gibi göstermek, sonunda dincilere hak etmedikleri bir gücü de atfetmek oluyor.
* Eğer gerçeği bilseydik belki de irticacıların ayaklanacağı konusunda bu kadar endişeli olmazdık. Eğer bizde tarihten destek alan böyle bir endişe yaratılmamış olsaydı belki 28 Şubat da bu kadar kolay gerçekleşmezdi. Bu görüşe katılıyor musunuz?
Mümkündür. 31 Mart’a hep din ayaklanması
diye gönderme yapılır. Menemen Olayı’na, 1925’teki Şeyh Sait İsyanı’na da öyle. Menemen Olayı sonuçta dini bir protesto olarak patlıyor ama başlangıcı, 1927’den itibaren tarımda yaşanan kuraklıık, bunun arkasından gelen büyük ekonomik kriz, iflaslar ve tekparti rejiminden duyulan hoşnutsuzluktur. Fakat iktidarın o zaman da bunu olduğundan büyük bir dini olaymış gibi göstermesindeki sebep, kendi meşruiyetini sağlamaktır. ‘Ben sizi dini tehlikeye karşı koruyorum, bana destek verin’ demektir.
* Sizce Altan’ın kitabının açtığı tartışmadan önce bu toplum 31 Mart Olayı’nı bütün ayrıntılarıyla aydınlık bir şekilde biliyor muydu?
Bilmiyordu. Çünkü bunun ne anlama geldiği üzerine bir tartışma yapılmadı Türkiye’de. Bu konuda tek güvenilir kaynak 30 yıl önce basılmış Sina Akşin’in kitabı. Akşin, 31 Mart’ın irticai bir şey olmayıp, sonuçta çok daha kapsamlı değişik bir darbe teşebbüsü olduğunu üstü kapalı anlatıyor. Benim bu konudaki kitabım ise Türkçeye çevriliyor, yakında basılacak.
* İttihatçıların Cumhuriyet üzerindeki etkisi nedir sizce?
Çok büyük etkisi var. İttihat Terakki göz ardı edilemeyecek bir siyasal güç. Mesela arkasında İttihatçı desteği olan Terakkiperver Fırka kurulduğunda, İsmet Paşa hükümeti hemen iktidardan düşüyor. O zaman Kemalist yönetimin imdadına Şeyh Sait Ayaklanması yetişiyor. Bu ayaklanma Terakkiperver Fırka’yla bağdaştırılıyor ve parti kapatılıyor. İttihatçılar, 1920’li yıllara bir şekilde damgasını vuruyor. Mesela bir Hüseyin Cahit Yalçın, 1926’da asılan Maliye Nazırı Cavit Bey, sonradan siyasi kariyerine son verilen Rauf Orbay da, Kâzım Karabekir de çok önemli şahsiyetler. Biz tarihi yazarken, Atatürk’ün eli çok rahattı ve 1923’ten itibaren her istediğini yapabiliyordu gibi bir tarih anlatıyoruz. Oysa yapamıyor, büyük ölçüde İttihatçılar engel oluyor. Mesela 1924’te Kemalistlerin istemediği liberal, demokratik bir Anayasa çıkıyor. Takrir-i Sükûn Kanunu nedeniyle uygulanmıyor ama o ayrı mesele.
* Kemalistlerle İttihatçılar hangi yönleriyle farklılar?
İttihatçılar daha burjuvazinin temsilcisi ve o sınıftan gelen insanlar. Kemalistler ise büyük ölçüde devlet bürokrasisinin orta ve üst kademesinden gelen ve devlet çıkarını düşünen insanlar. Toplumla devlet ikileminde devlet tarafındalar. İttihatçılar ise büyük ölçüde toplumun yanındalar.
* Tarihçiler bize niçin bütün gerçekleri anlatmadılar?
Bu biraz tarihçilik mesleğinin Türkiye’de gelişmesiyle ilgili bir sorun. Tarihçiler kendilerini devletin bakış açısını destekleyici uzmanlar olarak gördüklerinden, devletin tarihine karşı kendilerini sorumlu hissediyorlar. Devlet politikasına ters düşmemeye ya da devletin baskın tarih anlayışı dışında bir şey söylememeye gayret ediyorlar.
* Tarihçilerin sorumlu olması gereken şey yaptıkları iş değil midir? Bilim ahlakı bunu gerektirmez mi?
Gerektirir ama bu ideal bir durum. Bütün alanlarda insanlar değişik nedenlerle bilimsel ahlaklarını üçüncü plana atabiliyorlar. Tarihte bu daha rahat yapılıyor. İşin trajedisi bu zaten.
* O zaman tarihçiler mesleklerine ihanet etmiş olmuyorlar mı?
Tabii ki. Çok vahim bir ihanet bu. Ama mesleklerine ihanet eden sadece tarihçiler değil ki bu ülkede.
* Bugün tarihçiler bize bütün gerçekleri açıkça söyleyebilirler mi?
Söyleyemezler.
* Yakın tarihimizle ilgili tüm gerçekleri, hiçbirini saklamadan, dürüstçe anlatmak isteyen bir tarihçinin başına Türkiye’de ne gelir?
İşsiz kalmak da gelebilir, akademik dünyada yükselmemek, araştırma parası alamamak, bazen belli kütüphaneleri kullanamamak da gelebilir. Devlet yanlısı bir profesör, herkese açık olması arşivlere çok rahat girer, siz giremezsiniz.
Sezgilerimizle de olsa, yakın tarihimizin birçok yalanı içinde barındırdığını biliyoruz. Ama tarihçilerimizin yalanlar konusunda epeyce suskun olduğu ülkemizde, sahteyle gerçeği birbirinden ayırmak, somut olaylarda bize öğretilmiş olan yalanları tek tek saptamak kolay olmuyor. Sadece tarihçiler
ve o konunun meraklıları biliyor işin gerçeğini. Ahmet Altan, ‘İsyan Günlerinde Aşk’ isimli yeni romanında, 31 Mart ayaklanmasının bizim bildiğimiz dinci ayaklanmadan daha başka bir şey olduğunu gösterdi ve bu ülkenin bütün bir yüzyılını etkileyen 31 Mart olayının tartışılmasına ve toplumun bu yalanla ilgilenmesine yol açtı. Bugünkü siyasi yapımızın ve 28 Şubat’ın zihni zeminini oluşturan 31 Mart Olayı’nın gerçek yüzünün ortaya çıkması, bugüne de ışık tutuyor. ODTÜ Tarih Bölümü Başkan Yardımcısı Doçent Aykut Kansu ile 31 Mart olayının gerçeklerini, neden bu konuda yalanlar söylendiğini, bugünle olan ilgisini, İttihatçılarla Kemalistlerin ilişkisini, tarihçilerin neden bize gerçekleri anlatmadığını konuştuk. Doktorasını Amerika’da MIT’de yapan Aykut Kansu’nun İngilizce yayımlanmış kitapları ve çok sayıda araştırması var. Kansu’nun ‘1908 Devrimi’ kitabı İletişim Yayınları’ndan çıktı.
Yorumlar kapatıldı.