Antalya yakınlarında bir yerde tatil yaparken elime geçirdiğim Milliyet gazetesinde ‘Şirince’ye Kıymayın’ başlıklı bir haber gördüm. Şirince’ye gitmişliğim yoktur ama oradaki eski Rum evlerinin restorasyonundan haberim var. Bunları yapan Sevan Nişanyan’ı da eskiden beri tanırım. Gazetedeki haberde Sevan-Müjde çiftinin on küsur yıldır restore ettikleri (birinde kendileri oturuyor) ve pansiyon haline getirdikleri altı binanın ‘kaçak inşaat’ olduğu gerekçesiyle yıkılacağı bildiriliyor.
Bu, 6 Haziran’ın gazetesindeki haberdi. Neyse, 7 Haziran tarihli Milliyet’te ‘Yıkıma Ecevit Freni’ başlığını gördük ve biraz rahatladık. ‘Biraz’ diyorum, çünkü böyle işler hiç belli olmaz. Vaktiyle Orman Çiftliği’ni kurarken Atatürk’ün de getirttiği makineleri bir an önce geçirebilmek için gümrük memuruna rüşvet verdiğini işitmiştim. Bu ‘şer zincirleri’nin üst kısımlarında oturanlar, araya başbakan bakan girince geri çekilmeyi bilirler; ama en alttakini kimse zaptedemez -o gelir yıkar ya da alacağını alır.
Gene de hiç değilse ‘bu pazartesi’ evler yıkılmayacak. Bu iyi, ama Türkiye’de rehavete kapılmaya gelmez.
Dün de bu konuya değinirken, böyle bir haberi bir tatil bölgesinde okumanın habere özel bir kekrelik kattığını söylemiştim. Bunu şöyle açıklamaya çalışayım: insanlar yüzlerce, binlerce yıl kırda kentte kendilerine barınak yapmışlar. Bunu yaparken bugünkü tanımına uygun bir estetik kaygı gütmemişler. Mümkün olduğu kadar işlevsel davranmışlar. Ama bütün o binlerce bireyin katkısıyla, doğrudan doğruya geleneğin kendi içinde anonim bir estetik oluşmuş. Hele kırsal bölgelerde, doğayla uyumu içinde bu evlere baktığımızda bizi mest eden bu iddiasız, sade, kendiliğinden güzellik.
Türkiye’de, şöyle böyle altmışlardan bu yana, bunu yok etmekle meşgulüz. Anlatmaya çalıştığım o geleneksel anonim üsluba karşı, betonarmenin modernist anonim üslupsuzluğunu koyarak dört bir yanı inşa etmeye başladık. Konutumuz da böyle artık, turistik amaçla, ‘güzel’ olsun diye yaptığımız ve herhalde koyacak ad bulamadığımız için anlamsız ‘tesis’ kelimesiyle andığımız o acayip bloklar da.
Kaldığım yerin yakınlarında bunlardan bol bol vardı. Bunlar, Türkiye gibi bir ülkede herhangi bir şeyin olabileceği kadar serbest.
Hele ‘güzel’ olsun diye yapıldığını anladıklarınız adamakıllı tahammülfersa.
‘İnşa edilen binalar, binaya benzemelidir’ diye bir yasa çıkarılabilir mi acaba?
Milliyet’in haberinde söz konusu olan Şirince Köyü ‘sit alanı’ ilan edilmiş. Niye? Çünkü orada betimlemeye çalıştığım o estetik ölçülerde yapılmış evlerden hâlâ var. Amaç o evleri korumak. Peki, bu iş nasıl yapılıyor. O evlere el sürmeyi yasak ederek!.. Damı göçtü, bakıp seyrediyorsunuz. Kimden izin alınacak, ne yapılacak belli değil. Bir zaman sonra o bina iyiden iyiye yıkılıp gidiyor. Sevan Nişanyan’ın restore ettikleri ise ‘kaçak inşaat’ kategorisine giriyor ve ol sebeple yıkılıp gidiyor. Demek, öyle veya böyle, sonuç aynı. Bu anlayışla, bu üslupla ‘sit alanı’ yasası çıkarmak, o alanı dümdüz etmek anlamına geliyor.
Ama her tarafta betonarme çirkinlik, her türlü sakil sınai malzemeyle yapılmış barakalar, taraçalar, saçaklar, akla hayale gelmedik nesneler, bir yağmur ormanı bereketiyle, üredikçe ürüyor. Sarmaşık gibi arsız, her yeri sarıyor ve sardığını kurutuyor. Arada biri çıkıp iyi bir şey yapmaya kalkışınca bizden daha ‘nitelikli’ olduğu anlaşılan bu zıpçıktıya nefretle saldırıyor, kendini ve yaptığını hırsla yok ediyoruz. Dönüp barakalarımızda, taraçalarımızda, memnun mesrur, oturuyoruz.
Yorumlar kapatıldı.