HİLAL KÖYLÜ Radikal2’de yayımlanan yazısında “Din Öğretiminde Yeni Yöntem Arayışları Uluslararası Sempozyumu”ndan yola çıkıyor. Yazının tamamı şöyle…
Önce Ermeniler, sonra Museviler. Rumlar, daha sonra da Müslüman çocuklar. Kendi Tanrıları için yazılmış şiirler, şarkılar söylediler. Hep birlikte oluşturdukları korodan bir Tanrı daha yarattılar işte. Belki sevginin, belki kardeşliğin Tanrısını. Belki Müslümanların, kimbilir belki de ‘gavur’ların. Yoksa önce Tanrı’yı mı kopyaladılar?
Din öğretiminde yolu bağnazlıktan geçen her deneyimi yaşamış olan Türkiye, “Çocuklara Tanrı’yı nasıl anlatalım. Dini fanatiklerin, şekilcilerin elinden kuratarabilir miyiz” sorularına yanıt ararken, kendini birdenbire Cezayirlilerin, İngilizlerin, Almanların, Norveçlilerin ve Hollandalıların ortasında buluverdi. Sorunlar farklı farklıydı ama herkes din öğretiminde evrensel değerleri yakalama peşindeydi. Tanrım! Ne çok acı çekilmişti din kavgaları, mezhep çatışmaları yüzünden. Ve yine Tanrım! Bu acıları çocukların çekmemesi için ‘ortak önlem paketi’ oluşturulmaya çalışılıyordu. Paketin içinde Türkiye de vardı. Yaşasın!
Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü görevine gelerek, dinde tabuların yıkılabileceğinin umudu olan Mualla Selçuk ‘gavur’un da, Müslümanın da bulunduğu bir sempozyumda söylemeyi başardı: Dünya barışa muhtaçsa, dinlerarasında da barışa ihtiyaç var. Ders kitaplarımız, eğitim programlarımız neden yenilenmesin?
‘Din Öğretiminde Yeni Yöntem Arayışları Uluslararası Sempozyumu’ için en doğru tercih İstanbul’du. ‘Müslümanı, Yahudisi, Rumu’ ile meşhur bu dünya kentinin, dinlerarası barışa imza atmaması için hiçbir neden yoktu. Ermeni, Rum, Musevi ve Müslüman çocuklar bu kentte Tanrı’ya ilahiler, İstanbul’a da ‘katibim’ şarkısını söylemeyi başarıyorlardı. Bu melodiyi bozmaya kimsenin ama kimsenin hakkı yoktu. ‘Bölücülerin’ bile.
Katile dikkat
“Bunu bozmaya kalkanlar Cezayir’de katil çocuklar yarattılar” uyarısıyla dinlerarası barışın aciliyetine dikkat çekmeye çalışan Cezayirli profesör Khairallah Assar, ilk aşamada yapılması gerekenleri söylemekten çekinmedi:
Ders kitaplarını değiştirin. Cezayir’de aşırı İslamiyetçiliğin propagandası haline dönüştürülen ders kitapları, yalnızca geçtiğimiz yıl 30 bin kişinin hayatına mal oldu. Gençler ders kitaplarından hoşgörüyü değil, adam öldürmeyi öğreniyor. Adam öldüren, omuzunda kendisini gözetleyen Tanrı’nın yardımıyla dünyayı ele geçireceğini zannediyor. Siz yapmayın. Bırakın çocuklar sorgulasın. Çocuk, Tanrısını sorgulayacak ki, din çatışmalarının gereksizliğini kavrayabilsin.
Tanrım! Türkiye’de Kuran’ı, Muhammed peygamberi okulda tartışmak mümkün mü? Olur mu bu, yapılır mı hiç! Türk ilahiyatçılar bu çelişkiyi yaşarken, koyu bir Hıristiyan olan İngiliz ilahiyatçı Dr. John Shepherd “Bal gibi olur” diyebilme cesaretine sahipti işte. Türklere, Tanrı’ya yakınlığın onu sorgulamakla güçlendiğini anlatmaya çalışıyordu. Türk ve Müslüman bir öğrencisi ile yaşadığı deneyim onu cesaretlendirmişti:
“İngiltere’de Müslüman öğrencilerim var. Onlara Muhammed peygamberin tıpkı İsa gibi mükemmel olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Diyorum ki, kimse hata yapmadan doğruya ulaşamaz. Onların da hataları olmuş olamaz mı! Okudukları dini metinlere sorular sorsunlar ki, onlarla barışabilsinler. Bu sorgulama Tanrının varlığına ulaşsa bile kimseye zararı olmuyor. Annesi hergün namaz kılan bir öğrencim, bir gün annesine ‘sen müslüman olduğumuzu söylüyorsun ama bana hiçbir şey anlatmıyorsun. Kuran’da senin bilmediğin çok şey var’ deyivermiş. İşte, çocukların Kuran’ı ezbere okumalarının onlara öğreteceği hiçbir şey yok.”
Tanrım! Türk ilahiyatçıların içine düştükleri çelişki büyüyor. Hadisler, Kuran sorgulansın, üstüne Tanrı’ya da soru sorulsun. Sorulara yanıt aransın. Böyle bir eğitim sistemi nerede görülmüş?
“Anahtar sözcük: Çeşitlilik” diyerek, din öğretiminde tek bir kitabın, tek bir peygamberin ötesine geçilmesinin, bizimkilerin ‘toplumsal refah’ dileklerinin şartı olduğuna Hollandalı öğretim üyesi Cok Bakker dikkat çekti. İlginçtir, Bakker’in örnekleri de Türklerle ya da Müslümanlarla doluydu:
“Müslüman ve Hıristiyan çocukları ayrı ayrı sınıflara koyup, onlara din öğretmeye kalkıştığınızda kültürden, tarihten kopmaları için nasıl bir baskı ile karşı karşıya olduklarını anlamakta geç kalmayacaksınız. Bunu biz yaşadık. Çocuk; arkadaşıyla aynı sınıfta oturup, kendisinden farklı şeyler dinlemek istiyor. Hem başka bir dini tanıyor, hem de arkadaşını. Tabii, arkadaşının da kendisini dini ile birlikte okulda tanımasına fırsat verilmesini istiyor. İşte size barış ortamı. Mezhepleri, dinleri ayırmanın hiç faydası yok.”
Türkiye için din öğretiminde izlenecek yol belli: Bağnazlıkla yoğrulmasına izin vermeden Müslümanlığı tüm diğer dinlerle birlikte çocuklara öğretmek. Onlara sorgulama ve seçme fırsatı tanımak. ‘Din kardeş’liğinin, dinler kardeşliğinden çok daha gerilerde kaldığını hiç ama hiç unutmamak.
Bakalım, daha ne kadar beklememiz gerekecek bunları hayata geçirebilmek için. Oysa birileri çoktan kopyalamaya başladı. Senin Tanrın, benim Tanrım. Hepimizin Tanrısı değil mi yoksa!
Yorumlar kapatıldı.