William Saroyan’ın “Bir Yılan ile Nasıl Yaşanır” adlı öyküsünü çok zaman önceleri çevirmiştim. Çok sevdiğim bu öyküyü herkes ile paylaşmak istedim diyor Arman Artuç
Nazarların Levon’un Genç Amerikalılara Eski Ülkeden Tavsiyesi (1)
Nazarların Levon, birgün Aram’ın(2) Van Ness Caddesi’ndeki evine, özel bir konuda danışmak üzere gitti. Ancak Aram eve henüz gelmemişti ve lağım (3) suratlı yaşlı adama beklemesi gerektiği söylendi.
Aram’ın iki küçük oğlunu ve iki küçük kızını camla çevrili verandanın muşamba zemininde oturmuş bir oyun tahtası üzerinde oynarken gördü. Aynı zamanda küçük bir kalemle bir not defterine skoru tutuyorlardı. Yaşlı adam da onların yanına oturdu ve seyretmeye başladı.
Bu büyük tahtanın merkezindeki metal bir ok vardı. Ok döndürüldüğünde, eğer parlak bir yıldızın resminin bulunduğu yerde durursa, o oyuncu on puan kazanıyordu. Ama tam yıldız resminin yanında, küçük yeşil bir yılanın resmi vardı ve eğer iğne orada durursa oyuncunun skorundan on puan eksiltiliyordu.
Skorları tutan, Aram’ın ilk doğanı, on onbir yaşlarında bir erkek çocuğu idi.
“Yıldız” diye haykırdı kızlardan biri, Aram’ın ikinci doğanı… Ancak skorları tutan, kızkardeşine, okun tam aradaki çizgide olduğunu ve yıldızdan çok yılana yakın olduğunu söyledi.
Skoru deftere yazmak üzere küçük kalemi alırken “Yılan” dedi. Kızkardeşinin elindeki deftere ve kaleme vurmasıyla, onları düşürmesi bir oldu. Ve kavga etmeye başladılar.
“Bitlis’deki evimizde çok büyük kara bir yılan yaşardı. O bizim ailenin yılanıydı.” dedi Levon Ermenice…
Kavgacılar dinlemek için durduklarında, o devam etti: “Hiçbir aile münasip bir yılanı olmadan, tam değildi. Bir ev yılanı olmadan tam değildi, çünkü duvarların arkasında sürünen yılan evi bir arada tutardı.”
Kavgacılar artık rahatlamışlardı. “Yılanımızın büyük bilgeliği vardı. O Bitlis’deki en yaşlı ev yılanıydı.” diye ekledi.
Skorları tutan, kavga sırasında kalemin düştüğü köşeye yakın bir yerde, göbeğinin üzerine yere yayıldı. “Sen yılanı hiç gördün mü?” diye sordu.
Hikayeci önce küçük yeşil kaleme, sonra da oğlana bir göz attı: “Evet, yılanı gördüm. Onun evimize olan kapısı, benim uyuduğum odanın taş duvarının en tepesindeydi. Tam bir yılanın geçebileceği büyüklükte bir kapıydı, bir fincan tabağı kadar filan… Akşamları yatağıma girer girmez, yılanın kapısına bakardım ve onu orada aşağı doğru bana bakarken gördüm.”
“Onun ne kadarını görürdün?”
“Sadece kafasını. Çünkü gece vaktiydi ve o da yatacaktı.”
“Hiç onun tamamını gördün mü?”
“Evet.”
“Ne kadar büyüktü?”
“Fincan tabağı kadar, çok duyarlı bir surat ve çok büyük gözler… İngilizlerin küçük gözleri değil, Ermenilerin büyük gözleri… Ve tabii Kürtlerin. Ve ciddi bir surat, John D.Rockefeller’inki gibi. Ama farklı bir dil. Aslında bundan tam emin değilim, çünkü gazetede sadece John D.Rockefeller’in yüzünün resmini gördüm, dilinin değil.”
“Yılanın dilini hiç gördün mü?”
“Bir çok defa, içeri ve dışarı, kelimeler gibi… ama tabii k kendi lisanında, bizimkinde değil.”
“Ne kadar uzundu?”
“Bir bastonun boyunun on misli. Küçük birşey değildi.”
“Orada arkada ne yapardı?”
“Orada yaşardı. Evi taş duvarın diğer tarafındaydı, bizim evimiz kendi tarafımızda. Aslında tabii ki onun ya da bizim diye birşey yok. Tüm ev bizimdi ve tüm ev onundu, ama o duvarın öte tarafında yaşardı. Kışları onu görmezdim ama baharda kapısına baktığımda orada olurdu. Konuşacak gibi olurdu, ama ben: ‘Şimdi değil, çünkü şimdi gece ve uyku zamanı. Ama sabah aşağı gel, sana yiyecek birşeyler getiririm.’ Böylece sabahları…”
“Ne yerdi?”
“Sadece süt. Sabah bir kabı süt ile doldurdum. Küçük adamlara süt içmeleri için sunulan minik kaplardan değil, büyük adamlara sunulan büyük kaplardan. Annem sütü nereye götürdüğümü sordu. “‘Mama, kaptaki sütü yılana götürüyorum.’ Ailemizdeki herkes, her erkek, her kadın ve her çocuk yılanı görmeye odama gelir, çünkü evde yılanın olması berekettir. Herkes odada dikilir ve yılanı bekler. Otuz üç adam, kadın ve çocuk, otuz dört değil. Çünkü kışın büyükbabam Setrak öldü.”
“Yılan dışarı geldi mi?” dedi çoçuk yerde yayılarak.
“Bir kap sütü aldım, ve yılanın kapısının tam karşı köşesine yere koydum. Böylece otuzüçümüzde yılanın tümünü görebilecektik, John D.Rockefeller ağızı ve İngilizler gibi küçük değil Ermeniler ve Kürtlerinki gibi büyük gözleriyle kafasından başlayarak. Kabın yanına gidip, yılanın kapısına baktım. Yılan orada değildi. Yılana konuştum, ona: ‘Sevavor, sütü odanın köşesine yere koydum. Odandan çık ve duvardan aşağı yere gel, yiyecek birşeyler al. Artık kış değil, bahar…’ “
“Aşağı geldi mi?”
“Yılan onunla kimin konuştuğunu görmek için kapıya geldi. Görmeye geldi ki, benmiyim ya da bir başkası mı? Geldiğinde dedim ki:’Kaygılanma Sevavor, benim Levon, arkadaşın. Konuşan sadece benim. Nazarların Levon.’ Yılan bana baktı ve daha sonra da odadaki diğerlerine, ama aşağı gelmedi. Aşağı gelmedi çünkü önceden otuzdört kişiydik ama şimdi sadece otuzüç. ‘Sevavor, kışın büyükbabam Setrak öldü, bu yüzden artık otuzdört değiliz ve sadece otuzüç kişiyiz. Ama karılardan ikisi hamile, ve Ağustosda otuzdörtten fazla olacağız, hem de otuzbeş. Eğer onlardan birisinin ikizi olursa otuzaltı olacağız, eğer ikisinin de ikizi olursa otuzyedi. Nazarlar otuzyedi kişi olacaklar. Sevavor, artık kapıdan dışarı gel, duvardan aşağı, yerde odanın köşesinde duran süt kabına doğru.’ “
“Geldi mi?”
“Yavaşca, böyle, kolum gibi. Yılan kapıdan dışarı çıktı, yavaşca, duvardan aşağı. İki baston boyunda, çok aç, çok yaşlı, çok bilge, üç baston boyunda, çok kara, dört boy, beş boy, altı boy ve şimdi yılanın kafası işte böyle yerde. Ama kuyruğu hala duvarın arkasında. Tüm aile fertleri bekleyip seyrediyorlar ve yavaşca yılan kendini yerde köşedeki süt kabının yakınına doğru öne itti. Yedi boy kapının dışında, yedi boy duvardan aşağı sarkıyor, sekiz boy, dokuz boy, ve şimdi otuzüç kişilik Nazarlar ailesinin hepsi nefessiz, Nazarların yılanını kafasından kuyruğuna daha iyi görebilmek için ve şimdi sadece bir boy kaldı. Yılan köşedeki süt kabına doğru ,bir boy daha ilerler ilerlemez odadaki tüm erkekler, kadınlar ve çocuklar evimizin, ailemizin, Nazarların yılanının tamamını görebilecekler. Ama yılan durur. Köşedeki süt kabına sadece bir boy kaldığında yılan durur.”
“Neden?” dedi oğlan, ve hikayeci ekledi: “Yaşlı adam öldüğünden dolayı onu baharda göremeyen yaşlı yılan, kışın öldüğünden dolayı yazın gördüğü adamı göremeyen yaşlı yılan… Yaşlı yılan böyle düşünüp gider. Dedim ki: ‘Sevavor, Kışın soğuğunda ölen büyükbabam Setrak için üzülme, yaşlı bir adam için karda uyumak iyidir, onun için eve gitmek iyidir. Eğer hiçkimse uyumasa idi, eğer hiçkimse eve gitmeseydi, ev kısa zamanda çok kalabalık olurdu ve yiyecek herkese yetmezdi. Yaşlı adam için üzülme, o uyuyor, o eve gitti, git ve senin için kaba koyduğum sütü iç.’”
“Gitti mi?”
“Yılan kıpırdamadı, kafası ve iki baston boyu yerde, yedi baston boyu duvarda ve bir baston boyu duvarın arkasında olan kara yılan kıpırdamadı. Çünkü büyükbabam Setrak doğduğunda yılan onu görmüştü ve ondan sonra Setrak’ın hayatı boyunca her sene onu görmüştü. Ama şimdi yaşlı adam ölmüştü ve yılan köşedeki süt kabına doğru yoldaydı. Ama yılan hareket etmek istemiyordu ve tüm Nazarlar ailesi fertleri nefes almak istemiyorlardı. Dedim ki: ‘Sevavor, yaşlı adam için kaygılanma, o evinde, uyuyor. O tekrar çayırlarda koşan küçük bir çocuk. Git ve sütünü al.’ Ve sonra yılan yavaşca, gözleri İngilizlerinki gibi küçük olmayan büyük kara bir yılan gibi…”
“Evet, evet,” dedi oğlan. “Durma…”
Yaşlı hikayeci yerdeki küçük yeşil kurşunkaleme bir göz attı ve daha sonra oğlana, bu sefer dik dik, onu korkutarak,
İngilizce: “Kalemin o mu?” (4)
O sırada Arman geldi ve, “Nedir, Levon?”
Yaşlı adam tüm Fresno’da (5) ona ün sağlayan kakırdamasıyla kalktı ve dedi ki: “Aram Sevavor, buraya sana özel bir konuda danışmaya gelmiştim. L Caddesinde bulunan evimden, kırmızı itfaiyelerin bulunduğu yerden geçerek, polislerin binasının bulunduğu Eye Sokağından geçerek, Forthcamp Caddesi boyunca ilerleyerek Van Ness caddesindeki evine kadar geldim. Geldim Aram Sevavor, birbiri ardına adımlayarak evimden evine kadar geldim. Şimdi gidiyorum, tüm yolu geriye gidiyorum Aram Sevavor, çünkü sana sormaya geldiğim soruyu unuttum.”
Daha sonra gitti, patikadan aşağı, ve yeşil kurşunkalemli oğlan patikanın başında durup onun gidişini izledi. Beraberinde hikayenin sonunu sonsuza kadar götürerek.
NOTLAR
(1)Bu hikaye William Saroyan’ın “Madness in the Family” adlı kitabından alınmıştır. Kitap Penguin Books Canada Ltd. Tarafından 1988 yılında ilk defa basılmıştır.
(2)Aram, büyük ihtimalle William Saroyan’ın babasının adı olan Armenak’ın kısaltılmışı.
(3)“lağım suratlı”, İngilizce gargoyle face için kullanılmıştır.
(4)Orjinal metinde, yazar yaşlı adamın İngilizce’ye olan uzaklığını vurgulamış ve “Is that your pencil?” sorusu yerine, kaba bir dille: “Dat your pancil?” diye yazmıştır.
(5)Fresno, Ermenilerin ABD’de en çok bulundukları, Kaliforniya eyaletinde bir şehir.
Yorumlar kapatıldı.