Burada pek sözü edilmemekle birlikte, ekonomik kriz bütün hızıyla sürüyor. Daha kötüsü daha dip yapmış, yani tabana vurmuş gibi görünmüyor. Sanırım 2. Dünya Savaşından sonra, Türkiye en büyük krizin yaşıyor. Ekonominin önemli ölçüde küçülmesi bekleniyor. Yurt dışına göç etmek isteyenler artıyor. Hatta bazı ekonomistler köye dönüşün başlayacağını iddia ediyor. 2. Dünya Savaşı sırasında İstanbul’un nüfusunun önemli ölçüde azaldığı biliniyor.
Merkez Bankası dolara müdahaleyi göze alamıyor. Çünkü yılbaşından bu yana, gelen borçlarla birlikte, rezervler yaklaşık 10 milyar dolar azaldı. Merkez Bankası rezervleri, kritik noktanın pek az üzerinde, 19 milyar dolar civarında. Hazinenin iç borç stoku, bütçe açıkları ve bunlara eklenen yüksek enflasyon beklentisi faizlerin düşmesini zorlaştırıyor. Merkez Bankasının çeşitli kaygılarla piyasayı fonlamaması da bu konuda etkili oluyor. Beklenen Mart ayı enflasyonu (4 Nisanda belli olacak) %10 civarında. Yıllık hedef sanırım %60 civarında olacak. Bir iki hafta içinde dışardan gelecek döviz yok. Bilindiği gibi IMF’e 15 Nisanda standby verilecek. Nisan ayı sonunda yapılacak IMF genel kurulu var. Eğer bir aksilik olmazsa, 28 – 30 Nisan tarihlerinde yeni dövizler gelebilir. En kötü ihtimalle, Aralık ayında IMF’in vermeyi taahhüt ettiği 10 milyarlık borçtan kalan 6.250 milyarlık bölüm belki hızlandırılarak ödenebilir. Piyasada ikide bir çıkarılan ve bazen bankacıların bile inandığı yeni devalüasyon söylentileri ise komik. Serbest bırakılan dövizin fiyatı artıp azalabilir , bunu piyasa tayin eder, buna devalüasyon denemez. Şu anda halk dövize hücum etmedikçe önemli bir artış olmaz, çünkü ithalatçılar ve bankalar döviz alıcısı değil. Bankalar açık pozisyonları için hükümetin vereceği kararı bekliyor. İkinci bir garip söylentide bankalar konusunda, her gün bir bankanın daha gittiği söyleniyor. Bu da piyasayı dalgalandırmaya yetiyor. Ben kişisel olarak en azından bu bir iki ay içinde herhangi bir bankanın tasfiyeye sokulacağını sanmıyorum. Olsa olsa zor durumda kalan bankalar yine fon emrine alınabilir. Zaten bu gidişle Türkiye’de yeni bir banka tipi ortaya çıkacak: fon bankaları, bu bankaların büyüklüğü yakında bütün diğer bankaları geçebilir. Bankaların yapılarını akşamdan sabaha güçlendirmeleri mümkün değil. Zorlanırsa kaynak yetersizliği nedeniyle bankaların çözülmesi hızlanır. Bu nedenle bankalara zaman kazandırmak gerekiyor. Son tahvil ihracı bankalara neredeyse 700-800 trilyon kazandırdı.
Diğer yandan asıl felaket reel sektörde yaşanıyor. Hizmet sektörü çöküyor, turizm dışında kalan sektörlerde, işten çıkarmalar büyük boyutlara vardı. Özellikle tekstil sektöründe işsiz sayısının 100 binleri aştığı söyleniyor.İşsiz bankacı sayısının 10.000 dolaylarında. İşsiz medya mensuplarının sayısı ise 3-4000 civarında, reklam ve PR şirketleri panik halinde, işsiz sayısı sanırım 200-300 civarındadır. Her gün gelen telefonlarda herkes iş ve iş bulmak için yardım istiyor. Kapanan küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin sayısı 10.000’leri aşıyor. Sanayide her gün kapasite kullanımı düşüyor, son aylarda %70’in altına düştüğü tahmin ediliyor.Resmi olmayan kayıtlarda toplam işsiz sayısı 10 milyonun üstünde. %150 civarında olan faizlerle kredi kullanmak, her benim diyenin harcı değil. Döviz kredileri daha beter, kredi faizleri %18-24 arasında. Yurt dışında Türkiye’ye duyulan güvensizlik nedeniyle akreditif açılması bile bir problem. Geçen gün bir banka akreditif açılması için %18 artı libor faiz istediğini öğrendim. Yaklaşık %24.
Bu sene devalüasyon nedeniyle turizm ve ihracatta büyük gelişmeler bekleniyor. Turizm için pek bir şey denemez, olağan dışı bir şeyler olmazsa turizmden Türkiye iyi bir gelir elde edebilir ama İhracatçılar için aynı şeyi söylemek zor. Özellikle ham maddelerini ithal yoluyla sağlayan ihracat şirketlerinin işi zor. Diğer yandan enerjiye, petrole vb maliyet unsurlarına yapılan zamlar nedeniyle ortaya çıkan maliyet enflasyonu ihracatçıyı zorlayacak gibi görünüyor.
Peki gerçekten her şey bu kadar kötü mü? Neden piyasa gereğinden fazla panikte ? Bu konuda benim kişisel görüşlerim şunlar: Durum gerçekten kötü, ancak bu durumu daha da kötüleştiren bazı etkenler var. Bunların ilki banka sahibi olan holdingler. Eskiden banka sahibi olmak , holdingler için bir güç ve sağlık belirtisiydi. Bu gün ise, banka, her grup için ciddi bir hendikap ve bunların yumuşak karnını oluşturuyor. Bu nedenle de banka sahibi olan holdingler bütün güçlerini kaybetmeyi ve tabii arkasından yargılanmayı göze alamadıkları bankalarını desteklemek için kullanıyorlar. Bunun için de çok pratik bir yol buldular, borçlarını ödemiyorlar, taahhütlerini yerine getirmiyorlar. Anlı şanlı holdinglerimiz Mahmutpaşa’nın, Kapalı Çarşının asırlardan beri bildiği üç kağıtçıları yeni keşfetti: yeni tip finans müdürleri. Ancak bu üç kağıtçılar bizimkilerin eğitimlisi, bir iki yabancı dil biliyorlar, Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden, hatta yurt dışından diplomalı var . Yalancıkta , düzenbazlıkta eskilerden pek farkları yok. Tek farkları hiçbir etik ölçüye sahip olmamaları ve bununla övünmeleri, eskiler en azından bunla övünmezlerdi. Bu fark için bu adamlara bu maaşlar ödenir mi? O ayrı soru. Bu holdingler kendileri ile çalışmak zorunda olan üçüncü partileri, üreticileri, reklam ajanslarını, PR şirketlerini, sonuç olarak borçlu oldukları şirketleri inim inim inletiyorlar. Paralarını gecelik %100’lere varan repolar, yıllık %125 faiz getiren devlet tahvillerine yatırıp borçlarını ödemiyorlar. Alacaklarına aylık %8 faiz uyguluyor, ama borçlarına vade farkı ödemeyi prensiplerine aykırı olduğu için (bu ahlaksızlığın zirvesi) kabul etmiyorlar. Ve bu gün gereğinden fazla bir panik yaşanıyorsa bunun en büyük sorumluları bu sayısı sekiz onu geçmeyen, ancak çok büyük güce sahip Türkiye’nin en büyük holdingleri. Bunu bütün piyasalar biliyor, ama kimse dile getiremiyor. Nedeni malum, annemizi seven kadı, kimi kime şikayet edeceğiz. Hangi medyada bu dile getirilecek ? Doğal olarak diğer holdingler ve büyük şirketlerin önemli bölümü de, yüksek faizi görünce büyüklerine uyuyor, krizi bahane ederek ödemelerini erteliyorlar. Bunu yaparken de seksenli yıllar sonunda kazanılan ahlaksızlık ahlakı gereğince utanç ve üzüntü duymuyorlar. Bu konuda ikinci önemli panik nedeni ise, bir çok iş yerinin kriz dönemlerinde yapması gereken, işten çıkarmada ölçülü olmak ve kar temeline göre değil, başabaş noktasına göre hesap yapmak yerine, belli bir karı hedefleyerek işçi azaltması. Bir çok iş adamı düşülen tuzağın farkında değil, her çıkarılan işçi daha az talep ve harcama demek, daha az talep ise ihracatçılar dışında bütün sektörlerde kapasite kullanımının azalması dolayısıyla işçi çıkarılması anlamına gelir. Yani işsizlik artıkça talep düşer , talep düştükçe işsizlik artar. Bu bir kısır döngünün kırılması için muhakkak bir şekilde ve ne pahasına olursa olsun piyasanın fonlanması gerekir. Bu fonlama devlet bankalarının görev zararları kapatılarak belli oranda sağlanabilir. Üçüncü etken ise psikolojik. İşten çıkarmalar, kapanan iş yerleri herkesin moralini bozdu ve belli ölçüde hepimiz bir paranoyaya kapıldık. Bu da gereken harcamaları bile yapmamamıza , gereğinden fazla tasarrufa yönelmemize neden oluyor. Tabii sonuç yine aynı , talep azalması ve işsizlik.
Son olarak borsadan söz edersek, 18-20000’lerden 7000’lere düşen endeksin, bu faizlerle, yükselmesi oldukça zor görünüyor. 2 dolar olan ortalama hisse değerleri 65 sente düştü, ortalama düşüş %66. Şimdilik unutulabilir.
Ne yapmalı ? Kesin bir şey söylemek zor, mevcut pozisyonlar korunmalı. Nisan ayında durum daha netleşecek. Önce yeni program ve standby belli olacak, bütçe değişikliklerini ve yeni hedefleri göreceğiz. Tabi bu arada yeni vergileri de görebiliriz.Ardından IMF yardımı belli olacak. Eğer işler iyi giderse, Mayıs sonunda dolar belli bir çizgiye ve muhtemelen bulunduğu yerden daha aşağıda bir yere çekilir. Faizler daha aşağıya inebilir. O zaman yıl sonuna kadar çizgi ağır ağır da olsa yukarıya dönebilir. Tersi olursa ne olur demeyin, bunu şimdilik düşünmeyelim.
Yorumlar kapatıldı.