Ragıp Zarakolu Yeni Gündem’deki yazısında Mulheim toplantılarına değinip, “Toplantı soykırım oldu mu, olmadı mı gibi tarafların katılaştığı bir alanda değil, dönemin değişik açılardan irdelenip kavranması doğrultusunda şekillenmiş.” diyor. Yazının tamamı aşağıda…
Mülheim. Bu küçük Alman kentinde ilginç bir tartışma izledik. Başlık: “Tarihin Ağır Yükü: Türk-Ermeni Diyaloğu Doğrultusunda Bir Girişim”.
Toplantıya ev sahipliği yapan Evangelische Akademi, düzenleyen ise Alman-Ermeni Toplumu ve Alman-Türk İnsan ve Toplumsal Bilimler Değişim Birliği. Yani Almanya’da yaşayan Ermeni ve Türk kökenli toplum bilimcilerin yer aldığı iki oluşum…
Toplantı soykırım oldu mu, olmadı mı gibi tarafların katılaştığı bir alanda değil, dönemin değişik açılardan irdelenip kavranması doğrultusunda şekillenmiş. Bu, akademik içerikli tebliğlerin iceriğinde de yansıyor.
Ama ne gezer… Hürriyet başta olmak üzere, Almanya’da yayınlanan bütün Türkiye basını Cihat, yani bir çeşit kutsal savaş açıyor. Ortak başlık: Şer Cephesi! Hürriyet Almanya baskısı “Diyalog Tuzağı” diye başlık atıyor.
Toplantıya Türkiye’den katılanlar doğrudan hedef haline getiriliyorlar.
“Hain” ilan ediliyorlar, “entel” diye aşağılanıyorlar. Tek bir merkezden koordine bir kampanya yürütülüyor. Bir içerde görevli olanlar var, bir de kapı önünde bekleyenler…
Ama Hürriyet’in manşetlerle yürüttüğü 4 günlük kampanyaya oranla, kapıda bekleyen tam bir azınlık… Toplantı dağıldıktan sonra içeriye sarkık bıyıklı küçük bir grup dalıyor. Orada toplantıyı izleyen bir kaç konsolosluk görevlisi, “Ne yapıyorsunuz, yine Barbar Türk mü dedirtmek mi istiyorsunuz” diyerek, alelacele dışarı çıkarıyorlar.
“Merkezi” kampanyanın Türkiye ayağını ise malum Aydınlık oluşturuyor.
Aydınlık 10 ay önce Paris’te yapılan benzeri bir diyalog toplantısına katılanları ön kapağa taşıyarak onurlandırıyor. Aydınlık manşette, bu toplantının tutanaklarını 10 ay sonra “büyük gazetecilik başarısı” ile ele geçirdiğini ilan ediyor. Ama haber metninde ise, bu metinlerin kendilerine toplantıyı düzenleyen kuruluş tarafından sağlandığını itiraf ediyor. Oysa başka misyon yerine gerçek anlamda gazetecilik misyonu yapsalardı, bu metinleri toplantı sırasında edinirlerdi. Çünkü toplantının tebliğleri, üç dilde düzenlenmiş dosyalarla gerek basına gerek Türkiye Elçiliği çalışanları dahil tüm katılanlara sunulmuştu.
Ama niyet başka olduğu için, bütün bunları anlatmanın bir önemi yok. Ama Aydınlık, kıyıcı ittihat komitelerini “devrimci” ilan ederek, “devrimci” adını da kirletiyor.
Bu konuda bilimsel dürüstlük, nesnellik içeren çalışmaları nedeniyle Dr. Taner Akçam’ın çoktan beri “andıçlandığı” biliniyor. Zaten özel bir andıçla, Yeni Binyıl’daki yazıları kestirildi. Ama bu gazetenin de ömrü pek uzun olmadı! Hürriyet’in Almanya baskısı, bilim kadını Dr. Tessa Hoffmann’a yönelttiği temel 12 yalandan dolayı mahkum oldu ama anlaşılan ırkçı ve kışkırtıcı yayınlardan vazgeçmesi için daha fazla mahkumiyet kararı gerekiyor.
Evet, Türk basını ne yazık ki, ne sunulan tebliğlerin içeriğini aktardı, ne görevli “sorucular” anlatılanları dinleyip anladı. Toplantının akademik olan ve olmayan gerçek dinleyicileri ise, sabırla, bu kişilerin cehaletten gelme cesaretine şaşırarak, ama daha çok da acıyarak tahammül gösterdiler.
Ne kadar umutsuz olsa da, diyaloğun önünü başka türlü açmak mümkün değil. İstenen zaten bir provokasyonla insanların diyalog ortamına girmelerini engellemekti. Sonuç olarak, bu toplantıda, “soykırım olmadığı”, “asıl Ermenilerin Türkleri kestiğine”, ya da “Ermeniler’in kesilmeyi hakettiğine” ilişkin tezlerde kendini ifade etti. Hatta resmi görüşleri yansıtan bir stand da açıldı. Böylece bunlar bir monolog anlamı taşısa bile, “zengin” katılımlı, diyalog karşıtlarının bile kendini ifade ettiği bir platform, ya da forum oldu Evangelische Akademie salonları.
Ama sözde basının kışkırtması dört gün boyunca dinmedi, çünkü istedikleri provokasyon ortamı her şeye karşın oluşmadı. Çünkü artık Avrupa’daki Türkiyeliler bu tür ırkçı, kaba milliyetçi ajitasyon karşısında bir çeşit bağışıklık kazandı.
Media bunu yapmaya değer bulmadığına göre, toplantının konu başlıklarını merak eden okurlarımızı bilgilendirelim: Prof. Dr. Halil Berktay, “1915-1918 Yılları Arasındaki Olayların Ön Tarihi: Osmanlı İmparatorluğu’ndaki İç Gelişmeler” adlı bir tebliğ sundu. Berktay, toplantı süresince, bu dönemin tarihsel, siyasal koşullarını anlamanın önemini vurguladı. Amerika’dan gelen Prof. Dr. Richard Hovannisian, aynı dönemi “Uluslararası Politika ve Avrupa’daki Güç Dengeleri” bakımından ele aldı. Özellikle Balkan tarihi üzerindeki uzmanlığı ile tanınan Prof. Dr. Fikret Adanır, Balkan savaşlarının yarattığı muhacirlik olgusundan sonraki dönemde “Tehcir, Kıyım ve Zorla Kimlik Değiştirme” olgusunu değerlendirdi. Amerika’dan gelen sözlü tarih çalışmaları ile tanınan Lorna Touryan Miller, yaşlılarla yaptığı çalışma temelinde “Yoketmeciliğin Yarattığı Travmaları” değerlendirdi. Dr. Taner Akçam’ın ilginç sunumu ise, “Türk Tarafındaki İnkarcılığın Nedenleri” üstünde yoğunlaşıyordu. Gazeteci Rıdvan Akar, ilgiyle izlenen sunumunda, “Daha Sonraki Dönemde Türkiye’de Azınlıklara Yönelik Politikalar” temasını ele aldı.
Prof. Dr. Otto Luchterhand’ın sunumu, “Türk-Ermeni Çatışmasında Almanlar’ın Rolü” temasını işledi. Erivan’dan gelen tarih doktoru Agop Çakıryan, “Çözülmemiş Tarihin Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti Arasındaki İlişkilerde Oynadığı Rol”e değindi. Bu sunumları herkesin katıldığı genel bir tartışma izledi.
Her şeye karşın yararlı bir buluşma oldu. Ermeni-Türk İş Geliştirme Konseyi Eş Başkanı Kaan Soyak, geleceğe yönelik olarak oldukça iyimserdi ve bu toplantının iki tarafın da dışişleri tarafından destek gördüğünü söyledi.
Peki dışardaki “fırtına” neydi? Ulusal Güvenlik Konsepti çerçevesinde, “Ermeni Soykırımı” tezi, acil “tehditler” listesine alınmıştı. Bazı çevrelere göre, bu Alman Parlamentosu’nun, “1915 Olayında Almanya’nın Sorumluluğunun” kabul edilmesi doğrultusunda atılmasından korkuluyor, bundan cayılması için bir baskı oluşturulmaya çalışılıyordu. Bütün bu tantananın, abartılı tepkilerin, hakaretlerin asıl sebebi bu “korku” idi.
Çünkü 1. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Türkiye’sinin partneri olan Almanya, yaşanan trajedide kendi payından dolayı özür dilerse, bizimkiler ne yapacaktı.
Yorumlar kapatıldı.