Hürriyet’de yayınlanan yazısında Hadi Uluengin Mulheim toplantılarından bahsediyor. Yazının tamamı şöyle…
MÜLHEİM’daki ‘Türk – Ermeni Diyaloğu’ ‘Protestan Akademisi’nde toplandı. Reformcu Hıristiyanlığın adını ne zaman duysam, otomatik bir refleksle Max Weber’in ‘Protestan Ahlak ve Kapitalizmin Ruhu’ adlı ünlü kitabını hatırlarım.
Weber burada Calvin’in ‘çilekeş’ vaazıyla sermaye birikimi ve girişimcilik dürtüsü arasındaki ilişkiyi işler. Beni de bu son iki nokta ilgilendiriyor…
Doğru, belki Luther’ciliğin izafi farklılığı vurgulayacaksınız ama olsun, son tahlilde Baltık sahilinin Hansa limanlarından Felemenk sitelerine, modern kapitalizmin, dolayısıyla Avrupa’nın oluşumunda, pragmatik bir ticaret ve üretim yaklaşımıyla tarihi ve dini husumetleri aşan; böylelikle de halkları ve milletleri birbirlerine yaklaştıran protestanlığın yekpare damgası vardır.
NEREDEN nereye, bence Mülheim oturumunun en hayati konuşmasını, yukarıdaki genel ruhiyatı yansıtan ve ‘Türk – Ermeni İş Konseyi’ eş başkanlığı gibi ‘diken üstündeki’ bir koltuğa oturmak cesaretini gösteren Kaan Soyak yaptı.
Kendisinden önceki akademik tartışmaları kastederek, ‘ben öyle soykırım oldu, olmadı türü şeylere girmeyeceğim için hiç ilginç gelmeyebilirim’ diye söze başladıysa da, aslında somut perspektifli en ‘i-l-g-i-n-ç’ tabloyu çizdi.
Söylediği özetle şu: ‘Biz Türkiye’yle Ermenistan arasında ticaret yapmak ve bunu geliştirmek istiyoruz. Böyle bir şey her iki tarafın da yararınadır. İlk amaç diplomatik arenayı normalleştirmek ve sınır kapısını açabilmektir. Gerisi, ticari ve insani ilişkilerin hayat pratiğinde oluşacaktır’. Nokta !
Bir şey daha ekledi, bugün Ankara ve Erivan’da mevcut olan ‘Türk – Ermeni İş Konseyi’ New York, Brüksel ve Moskova’da da şubeleşmeye doğru gidiyor…
Soyak ve yine İstanbul’dan gelen diğer işadamımız Melkon Artunyan Bey’le başbaşa sohbetlerimizden öğrendiğim başka hayati bir noktayı da ben ekleyeyim, stratejik hedef dünya çapında ortak bir Türk – Ermeni lobisi oluşturmak…
Tamam, tabii ki gerisi laf-ı güzaftır demiyorum. Eblehçe bir iyimserliğe kapılarak da, karşılıklı olarak daha pek çok zihinsel handikapı ve travmayı aşmamız gerektiğini unutmuyorum. Ama olsun, yine de meselenin özü bu !
Türk – Ermeni sorununun aşılması için gereken mühürlü kapıyı nihayetinde bir ‘protestan ruhiyat’; başka bir deyişle, pragmatik ve girişimci bir ticaret ve sermaye refleksi aralayabilir ki bu dürtü insanları, milletleri ve halkları kendi dinamiğinde birbirleriyle yakınlaştıracak, ötesi harmanlayacaktır.
Bir an tasavvur edin, günün birinde ta Buenos Aires diasporasından Paris ‘intelligentsia’sına dek, ortak bir Türk – Ermeni lobisi oluşmuştur…
Ali’yle Agop, Tamar’la Ayşe kolları beraber sıvamışlardır ve oradan ihale, buradan sermaye, şuradan kredi kapmanın ötesinde, Agop Kaliforniyalı çiftlerin ‘Üç Horon’ kilisesinde evlenmeleri için Los Angeles’ten İstanbul’a ‘düğün turizmi’ düzenlemektedir; Ayşe de Erivan – Kars elektrik hattı için Dünya Enerji Bankası’sıyla dişe diş pazarlığa pazarlığa oturmaktadır.Varın bir an tasavur edin, böyle bir ortaklık alimallah tozu dumana katar.
ÖNEM vermediğimden değil, ancak Mülheim’daki ‘Türk – Ermeni Diyaloğu’ toplantısında diğer söylenmiş olanlar beni o kadar da fazla ilgilendirmiyor.
Şu soykırım var demişmiş, bu yok demişmiş, biri şöyle rakkam vermişmiş, diğeri sıfırı atmışmış, bunlar tabii ki büyük ciddiyetle ele alınması gereken konular ama henüz sağlıklı bir tartışma ortamı aşamasına gelmedik. Geleceğiz.
Oraya doğru giderken de ben olaya ‘Protestan ruhiyat’ın pragmatik açısıyla yaklaştığımdan, esas belirleyici olanın, birbirlerini tanımayan ve tanımaktan korkan şahıs ve şahsiyetlerin nihayet buluşabilmeleri olduğuna inanıyorum.
Dün bu sütunda yazdığım gibi, hayvanlar koklaşa koklaşa; insanlar ise, velev ki ilk bakışta hiç anlaşamayacaklarmış hissi uyansın, konuşa konuşa…
Bir de, girişimci dürtünün insanları yakınlaştıran muazzam dinamiğiyle.
Yorumlar kapatıldı.