Ali Bayramoğlu’nun bu yazısı Sabah Gazetesi’nde 17 Mart’da yayınlandı. “Fransa’da Galatasaray maçında çıkan kavganın Ermeni bayraklarıyla tahrik edildiği haberleri günlerdir gündemden düşmüyor.” cümlesiyle başlayan yazıyı geç de olsa sizinle paylaşmak istedik. “Kendimize bakmak” başlıklı yazı şöyle
Fransa’da Galatasaray maçında çıkan kavganın Ermeni bayraklarıyla tahrik edildiği haberleri günlerdir gündemden düşmüyor. Öteki ile uğraşmayı, kendimizi öteki ile doğrulamayı, sıradan milliyetçiliğin girdaplarında dolaşmayı pek seviyoruz. Keşke bir de dönüp kendimize baksak, içimizi görsek. Ermeni sözü etrafındaki siyasallaşmamız örneğinden yola çıkalım.
Biliyor musunuz ki, bizim 50-60 bin civarında Ermeni kökenli vatandaşımız var. Son dönemlerde ciddi bir sıkıntı içindeler. Ermeni azınlık okullarının mülkleri art arda ellerinden alınıyor, okullar kapılarına kilit vurmaya hazırlanıyor. Bu mülklerin Ermeni cemaatinin elinden alınması öyle sıradan bir öykü değil. Vahim bir zihniyete, “nevi şahsına münhasır” bir vatandaşlık ve demokrasi anlayışına işaret ediyor.
Bunun bir öyküsü var ki, herşeyden daha vahim… Bakın nasıl?
1936 yılında yeni bir Vakıflar Kanunu çıkarılır. Bu kanuna göre, eğitim, hayır, din hizmetleri gören azınlık vakıfları, akar ve gayri menkullerine ilişkin beyannameleri Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne teslim edeceklerdir. Vakıflar bu kurala uyarlar, edindikleri yeni mülkleri de bu listelere işlerler. Ancak 1974 yılı gelince işler bir anda değişir. Bu beyannameler birer “vakfiye” haline getirilir. Yani yeni mülk alınmasına izin verilmez. Hatta, 1936 yılından sonra edinilmiş mülkler, Ermeni kurumlarının elinden alınıp eski sahiplerine iade edilmeye başlanır.
Neden, nasıl dersiniz?
Bir Yargıtay kararıyla… Karar, bu ülkenin nüfus cüzdanını taşıyan, devletine vergi ödeyen, askerlik yapan Ermeni vatandaşların kurup yönettikleri vakıfları “yabancı” statüsüyle tanımladığı için… Ermeni cemaatine bir yabancı cemaat muamelesi yaptığı için…
Şaka değil… 1974 yılında Yargıtay Hukuk Genel Kurulu “36 Beyannamesi’nde bulunmayan malların sonradan edinilemeyeceği” kararını gerçekten şu gerekçeyle vermiş:
“Türk olmayanların meydana getirdikleri tüzel kişiliklerin taşınmaz mal edinmeleri yasaklanmıştır. Çünkü, tüzel kişiler gerçek kişilere oranla daha güçlü oldukları için, bunların taşınmaz mal edinmelerinin kısıtlanmamış olması halinde, devletin çeşitli tehlikelerle karşılaşacağı ve türlü sakıncalar doğabileceği açıktır. Bu nedenle de karşılıklı olmak şartıyla yabancı gerçek kişilerin Türkiye’de satın alma veya miras yolu ile taşınmaz mal edinmeleri mümkün kılınmış olduğu halde, tüzel kişiler bundan yoksun bırakılmışlardır.”
Ermeni kökenli yurttaşlara Türk vatandaşı muamelesi yapmaktan kaçınan bu karar, daha sonra benzer davalara emsal teşkil edecektir. Ve bugüne değin Ermeni cemaatinin vakıflarına ait 30’u aşkın çeşitli bina ve arsa bu uygulamayla ellerinden alınmış, eski sahiplerine iade edilmiştir.
Şimdi sormak gerekir?
Bu karar ve uygulamalar ne ifade ediyor? Bir hatayı mı yoksa bir zihniyeti mi? Ermeni kökenli vatandaşlarımıza ödevleri konusunda Türk, hakları konusunda yabancı muamelesi yapmak ne demeye gelir? Bu, bir demokrasi ayıbı değil midir?
Bırakın demokrasiyi; Ermeni cemaati iç hukuk kanallarının tükenmesinden hareketle uluslararası mahkemelere başvursa, halimiz nice olur?
Lozan’ın 39. maddesi, “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşları, Müslümanların yararlandıkları aynı yurttaşlık ve siyasal haklardan yararlanacaklardır” demiyor mu? 42. madde, “Türk Hükümeti (azınlıkların) yeni dini kurum ve hayır kurumu kurulması için, bu nitelikteki öteki özel kurumlara sağlanmış gerekli kolaylıklardan, hiçbirini esirgemeyecektir” ibaresini taşımıyor mu?
Kendi evini temizleyemeyen, başkasına ne diyebilir, başkasından ne bekleyebilir, dersiniz?
Yorumlar kapatıldı.