Zaman gazetesi 9 ve 10 Mart tarihlerinde Erhan Başyurt tarafından hazırlanan “Ağrı’nın öte yakası Ermenistan” adlı bir dizi yayınladı. Dizinin tanıtımı şöyle…
Fransa’nın Ermeni iddialarını yasal olarak tanıması Ermenistan-Türkiye ilişkilerinin gerginleşmesine yol açtı. Yazarımız Erhan Başyurt, bu ortamda gerçekleştirdiği Ermenistan gezisi izlenimlerini Zaman okurları için yazdı.
* Ermeni halkın Türkiye düşünceleri?
* Soykırımı iddialarını destekliyorlar mı?
* Sevr hülyası devam ediyor mu?
* Ermenistan’ın ekonomik durumu?
1.gün – Ağrı’nın öte yakası: Ermenistan
Fransa Parlamentosu’nun ‘1915 olaylarını soykırımı olarak tanıması’, ilginç bir şekilde sadece Türkiye-Fransa ilişkilerinde gerginliğe sebep olmadı, doğudaki komşumuz Ermenistan ile Türkiye’nin ilişkilerindeki gerginliğin artmasını da beraberinde getirdi. Türkiye ile Ermenistan arasında mevcut ‘vize’ kolaylığı Ankara tarafından zorlaştırılınca, Ermenilerin sessiz tepkisi ile karşılaşıldı. Zira, Türkiye ve Ermenistan arasında direkt ilişki olmamasına karşın, Gürcistan üzerinde haftada 8 otobüs seferi ve Erivan-İstanbul arasındaki 2 uçak seferi durmak zorunda kaldı. Meğer, diplomatik ilişki kurulmamasına ve sınırların kapalı olmasına rağmen, dolaylı yollardan bazı kaynaklara göre 150 milyon dolarlık bir ‘bavul’ turizmi mevcutmuş! Peki, ilk olarak Türkiye tarafından tanınan, ancak Karabağ’ı işgalleri sebebi ile 1992 yılından bu yana ilişkiler kurulmayan, doğu komşumuz Ermenistan ve halkı Türkiye konusunda ne düşünüyor? Sevr hülyası devam ediyor mu? Soykırımı ve diasporanın bu konudaki çalışmalarını destekliyorlar mı? İkili ambargo altındaki, savaş halindeki Ermenistan halkının ekonomik durumu nedir? “Ağrı’nın öte yakası: Ermenistan” adını verdiğimiz bu dizide, yukarıda sıraladığımız soruların cevabını bulacaksınız. Eminin, ‘kin’ ve ‘sevgi’nin nasıl birbiri ile beraber bu şekilde yaşatıldığına sizler de şaşıracaksınız?
Gözü Ağrı’da millet
“Bugün hava çok güzel. Gelirken Ağrı Dağı’nı seyrettim. Her zaman böyle güzel görünmez” diyordu, havaalanında beni karşılamaya gelen Ermenistanlı rehber bayan Lilit Avetisyan. Gerçekten de Ermenistan’ın başkenti Erivan’da kaldığım diğer dört gün içerisinde Ağrı Dağı’nı aynı güzellikte görmem mümkün olmadı. Sadece bir keresinde, doruk kısmı bulutların üzerinden Erivan’ı tepeden seyreder gibi duruyordu Ağrı Dağı.
Erivan’dan seyredilen Ağrı Dağı deyince, belki bazılarınızın içine şüphe düşebilir, “Acaba kastedilen bizim Ağrı Dağı mı?” Evet. Türkiye’nin sınırları içerisindeki Ağrı Dağı. Erivan, bir bakıma Ağrı Dağı, doğusundaki platoda kurulmuş. Ağrı Dağı’nın 5 bin 156 metre yüksekliği sebebi ile de rahatlıkla seyredilebiliyor. Gerçi onlar Ağrı Dağı değil, ‘Ararat’ ya da ‘Massis’ diyorlar. Ama, hayatlarının bir parçası ve ‘hasretleri’nin bir sembolü haline getirmişler Ararat’ı.
Ararat’ın Ermenistan yüzü
Ararat, Ermenistan’ın her yerinde karşınıza çıkıyor. Bilmeseniz, kutsal bir dağ olduğuna kanaat getirirsiniz. Hira Dağı gibi, Uhud Dağı gibi… Parti amblemlerinden paralarına, hatta en meşhur konyaklarına kadar yayılmış Ararat ismi ve resmi. Ağrı’nın öte yakasındaki bu halk, Ağrı’ya neden bu kadar düşkün dersiniz?
Ermeniler, Nuh Tufanı sonrasında Hz. Nuh’un gemisinin Ağrı Dağı’na oturduğuna inanıyorlar. Ermenilerin de Nuh’un oğullarından Hay’ın (Kimi kaynaklarda ‘babacık’ manasında Hayk olarak da geçiyor.) soyundan geldiğini iddia ediyorlar. Ermenistan’ın bugün kendi dillerindeki resmî adı da zaten, Hayastan. Gerçi Ağrı’ya olan bu sevginin kökeni ile ilgili, Ermenilerin Hıristiyan olmadan önce ‘daima karla kaplı dağlar’ da dahil tabiata ve puta tapmalarından kalan bir alışkanlık olduğu ve 4. yüzyılda Gregoryan mezhebinin kurucusu Kirkor Lusavoriç tarafından büyük çabalara rağmen silinemediği de iddia ediliyor.
Ağrı Dağı’nın anlamı
Ancak Ermenistan halkının, Ağrı’ya olan ‘sevgi’lerini sadece bu inanç boyutu ile sınırlamak doğru olmaz. Ağrı, onlar için aynı zamanda kaybedilen toprakların bir hatırlatması olarak, tabii bir anıt hüviyeti taşıyor. Zira, Ermeniler gerçekte kendi halklarının yaşadıkları toprakların bugünkü Ermenistan ile sınırlı olmadığını, halihazırda Türkiye, İran, Azerbaycan ve Gürcistan topraklarına yayılmış 10 kat daha büyük bir alanı kapsadığını belirtiyorlar.
Bu sebeple ‘Hayastan’ için sadece ‘Doğu Ermenistan’ ifadesini kullanıyorlar. ‘Batı Ermenistan’ ise, Türkiye’nin doğu topraklarını kapsıyor ve Trabzon’dan Adana’ya kadar geniş coğrafyayı kapsıyor. Doğu Ermenistan’ın 29 bin 800 kilometrekare olduğu, Ermenilerin tarihi olarak yaşadıklarını iddia ettikleri alanların toplamının ise, 300 bin kilometrekare olduğunu bilmek bu açıdan önemli bir karşılaştırma imkanı sunuyor.
Ermenistan, 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılması ile ortaya çıkan ve BM tarafından tanınan, yüzölçümü ile Türkiye ile karşılaştırılmayacak kadar küçük. Belki bazı şehirlerimizle karşılaştırabiliriz. Ermenistan, Konya’dan 10 bin kilometrekare daha küçük. 1400 metrekarelik Sevan Gölü’nün alanı çıkarıldığında ise, Sivas ilimiz ile aynı büyüklüğe ulaşıyor.
Ermenistan bütün bunların ötesinde, İran, Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye’nin ortasında bir kapalı kara devleti. Çoğunluğu dağlık olan ülkenin yüzde 17’si tarıma elverişli olmakla birlikte, bunun da ancak yüzde 5’i kadarında sulu tarım mümkün. Doğalgaz, petrol veya uranyum gibi değerli madenlere de sahip değiller, ancak altın ve elmas madenleri mevcut. Ülkenin önemli gelir kaynağı her iki değerli madende. Türkiye’ye bavul ticareti için gelen Ermenilerin çoğunun beraberinde çoğunlukla 18 ayar olan bu altınlardan getirip, Türkiye’de sattıkları ve karşılığında mal götürdükleri biliniyor. Erivan’dan Tiflis’e kara yolu ile dönerken birlikte yolculuk yaptığımız bir Ermeni bayan, ‘Çok altın götürdüler buradan. Çünkü altın fiyatları burada, Türkiye’ye göre çok ucuz.’ diyordu.
Hal böyle olunca, aşırı milliyetçi Ermenilerin neden sürekli ‘Sevr’i gündemde tutmaya çalıştıkları da daha kolay anlaşılıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin tanımadığı, hatta bazı tarihçilere göre Osmanlı sultanı da onaylamadığı için hiçbir zaman yürürlüğe girmeyen Sevr Antlaşması’na göre, Ermenilere yaklaşık 160 bin kilometrekare alan bırakılıyor. Bu da bugünkü Ermenistan’a ek olarak Azerbaycan’ın Karabağ ve Nahçıvan, Gürcistan’ın Ahılkelek ve Türkiye’nin Trabzon’dan Adana’ya uzanan ve kabaca ‘vilayet-i sitte’ (altı şehir) ifade ettiğimiz bölgeleri kapsıyor. Sevr’in alanının büyük kısmını, şüphesiz Türkiye kısmındaki topraklar oluşturuyor.
Ermenistan’da iken görüştüğümüz Ermeni yetkililer, Türkiye’den toprak talepleri olmadığını ısrarla vurgulasalar da, söyledikleri ile yaptıkları arasında ciddi bir çelişki söz konusu. Karabağlı ‘şahin’ Devlet Başkanı Robert Koçaryan’ın, soykırımı ile ilgili olarak “Ermenistan olarak Türkiye’den toprak talebimiz yok.” açıklamasını, tekrarlıyor herkes. Koçaryan’ın beyanatı doğruyu yansıtıyor, aslında. Ermenistan, devlet olarak istese de Türkiye’den bir toprak talep etme hakkı yok. Ancak bu işi radikal partiler ve diaspora Ermenileri üzerinden gerçekleştirmeye çalışıyorlar.
Daşnakların görüşü
Nitekim, Ermenistan Parlamentosu’nda 8 milletvekili ile temsil edilen Daşnak-Sutyan Partisi’nin basın bürosu şefi de yaptığımız ikili görüşmede, ‘Koçaryan, Türkiye’den toprak talebimiz olmadığını açıkladı.’ vurgusunu yapıyor öncelikle. Partinin yönetim kurulu üyesi de olan basın bürosu şefi Gegham Manukian, ardından partilerinin Sevr sözleşmesini temel aldığını belirtiyor. Daşnak Partisi’nin Koçaryan’ın destekçisi olduğu, Karabağ ve Diaspora Ermenileri arasında da çok ciddi bir örgütlenmeye sahip olduğunu belirttikten sonra, bu çelişkinin üç sebebine işaret etmekte fayda var.
Birincisi, Türkiye’nin sözde soykırımını tanıyan ülkelere gösterdiği tepkileri yumuşatmak. İkincisi, kapalı kara devleti olan ve Türkiye ile ekonomik ve diplomatik ilişkilere ciddi ihtiyaç duyan Ermenistan için kapıları aralamak. Üçüncüsü, soykırımı ile ilgili sorundan kendisini bir devlet olarak taraf olmaktan çıkartarak, diasporanın tazminat ve ileriye yönelik toprak taleplerinde elini güçlendirmek. Nitekim, 20 Kasım 2000’de Rusya’nın Nezavisimaya gazetesine ilan veren bir grup diaspora Ermenisi de, 2001 yılında Sevr ve Lozan’da ‘Batı Ermenistan’ kongresi yapacaklarını, Doğu Ermenistan’ın bu işe karışmamasını istemişlerdi.
Toprak talebi
Daşnak Partisi basın bürosu şefi Manukian ile görüşmemizin başında bir kelime oyunu oynuyor ve bazı kelimelerin kendisine yaptığı ilk çağrışımı söylemesini istiyorum. Manukian, Ağrı Dağı kelimesini duyunca, biraz bildiği Türkçe ile cevap veriyor, ‘Hasret nedir bilir misiniz?’ Manukian, doğma büyüme Ermenistanlı. Anne tarafından Muşluluk var. Yani Türkiye’den Ermenistan’a göçmüş, Ermeniler arasında da değil. ‘Hasret’i, Ağrı’yı kendi vatanlarının bir parçası bilmelerinden ve yıllarca bu propaganda ile yetişmelerinden kaynaklanıyor.
Başka bir deyişle Ermenistan’ın ‘şahinleri’nin ayakları henüz yere basmıyor. 3 milyon nüfuslu, 10 yıldır bağımsız bir ülke olmalarına rağmen, Türkiye’den toprak talebinden vazgeçmiş değiller. Karabağ macerası, hayalleri uğruna ne tür çıkışlar yapmaya hazır olduklarının göstergesi. Ermenistan, ‘ayakları yere basan’ politikarı benimseyip bunu toplumun katmanlarına yaymadıkça da, halkının gözlerindeki ‘Ağrı’ dinecek gibi durmuyor.
Yorumlar kapatıldı.