İçeride ve dışarıda Türkiye’yi ilgilendiren o kadar sıkıntılı gelişmeyle karşılaşılıyor ki, insanın, bazen, “Sırada ne/kim var?” diye bağırası geliyor. Olumsuz gelişmelerin büyük bir bölümünü, günübirlik yaşadıkları için burunlarından ötesini görmeyen basiretsiz politikacılara borçluyuz. Ancak, politikacıları suçlamak bizleri sorumluluktan kurtarmıyor; bazı konuları göğüslemede sivil toplum önemli roller oynayabilir.
İstanbul Ticaret Odası (İTO), ülkenin en büyük ticaret bölgesinin en güçlü sivil örgütü olarak, şimdiye kadar hep devletin ilgisine terk edilmiş çok ciddi bir konuyu özel gündemine aldı. Önceki gün, bilimadamları, diplomatlar, konuya ilgi duyan gazeteciler ve Ermeni cemaati temsilcilerinin de katıldığı olağanüstü Meclis toplantısında, İTO, ‘Ermeni soykırımı’ ile ilgili kararların bazı ülkelerde birbiri peşisıra kabul edilmesiyle başlayan süreci, sorunun kökenine inmeye çalışarak, mercek altına yatırdı. Toplantının güzelliği, herkesin, konuyu hamasete kaçmadan ele alma çabasıydı.
İşin garip tarafı şu: Kendilerini ‘pogrom’ (kıyım) bekleyen Avrupa’dan kaçan Yahudilere kapılarını ardına kadar açmasının 500. yılını ‘engin hoşgörüsü’nü hatırlayarak 1992 yılında gururla kutlamış olan Türkiye, şimdi ‘hoşgörü’ noktasından taarruza uğruyor. Birinci Dünya Savaşı içerisinde, İttihat-Terakki hükümetinin haklarında ‘tehcir’ (zorla göç) kararı aldığı Osmanlı tebaası Ermenilerin ‘soykırıma’ tâbi tutulduğu ithamı altında… Süreçte hayatlarını kaybeden Ermeniler’in sayısını, herkes kendi eğilimine göre 1,5 milyondan 15 bine kadar değişik bir skalada veriyor; konuya “Müslümanlık ve Türklüğü yok etme projesi” olarak bakan da, sıradan bir ‘uluslararası ilişkiler sorunu’ olarak değerlendiren de var. ‘Soykırım’ sözcüğü Türkiye’de herkesin tüylerini diken diken ediyor; “Bir yerden diğerine göçerken kazaya uğradılar” türü açıklamalar da kimseleri tatmin etmiyor…
Farklı sözcükler, rakamlar ve değerlendirmeler bir gerçeği değiştirmiyor: Belçika, İtalya ve Fransa gibi ülkelerin parlamentoları Türkiye’yi ‘soykırım’ ile suçlayan kararlar veya yasalar çıkardılar; sırada İsviçre ve ABD var. Bu yasal kuşatmanın, bir süre sonra, hukuki hamlelerle başka bir zemine kaydırılacağını tahmin etmek zor değil. Bugüne kadar sürdürülen ikna çabaları, ihale rüşvetleri, ekonomik yaptırımlar süreci durdurmaya yetmedi; Türkiye’nin etrafındaki çember her geçen gün biraz daha daralıyor. Tedbir diye sarılınan ekonomik yaptırımlar, bazen, yaptırımı uygulayanı daha fazla etkileyebiliyor.
Toplantı sırasında, bazısı Türkiye’nin ‘özel şartları’ sebebiyle uygulanması imkânsız teklifler dinledik. Bazıları da geçmişte uygulamaya konulmuş, ancak eksik veya yanlış uygulandığı, ya da sonradan vazgeçildiği için etkili olamamış tedbirlerdi. Radikal çıkışlar yapılmasını savunan konuşmacılar da oldu. İTO görüşmeleri kitaplaştırdığında konuyla ilgilenenlere zengin bir malzeme sunulmuş olacak…
1992’de ‘hoşgörü’ 500. yılını kutlamış olan bir ülkenin, bugün, ‘hoşgörüsüzlüğün en aşırısı’ sayılan ‘soykırım’ ile suçlanması ve suçlamanın giderek yaygınlık kazanması gerçekten ilginç. Bunda, Türkiye’nin bir süreden beri içinden geçtiği sürecin etkisi olabilir mi acaba? İTO toplantısında, ben, bu kuşkumu dile getirdim.
Ermeni cemaati vakıflarına akıl almayacak baskılar uygulanıyor; basit formaliteler bahane edilerek, Ermenilere ait yetimhaneler, yurtlar, okullar kapatılıyor… ‘Agos’ adlı kaliteli Ermeni gazetesini yöneten Hırant Dink, bilmediği bir sebepten kendisine pasaport verilmediği için hayatında hiç yurtdışına çıkmadığını yazdı geçen gün. Babasının Ermeni olduğunu ispat edemeyen çocuğu Ermeni lisesine kaydedemiyorlarmış… Bu tür uygulamalar, Türkiye’yi doğal olarak zora sokuyor…
Bazen sırt sıvazlasalar bile, son bir kaç yıldır Türkiye’de belli kesimler üzerinde uygulanan baskıları da, Türkiye-karşıtı iddialara destek biçiminde yorumlayan Batılılar olduğunu biliyoruz. Üniversite kapılarından döndürülen gençkızlar, doğru dürüst eğitim yapılamaz hale getirilen İmam Hatip Liseleri, kapatılan partiler, Güneydoğu’da kaybolan siyasi parti yöneticileri, fâili meçhul siyasi cinayetler, fikirleri yüzünden cezaevlerine tıkılan yazarlar, yasaklı siyasiler… Bunlar Türkiye’nin imajını sakatlayıp Batı’da ‘soykırım’ iddialarına zihni zemin teşkil ediyor. 1992’de ‘hoşgörüsü’ sebebiyle tebrikler alan Türkiye, demokrasisi zayıflayınca, kendi kendini ‘Ermeni soykırımı çemberi’ içerisine sıkıştırdığı gibi dünyanın suçlamalarına da mâruz kalıyor.
İttihatçılar koca bir imparatorluğu batırdılar; ‘neo-İttihatçılar’ onlardan daha becerikli değiller…
Yorumlar kapatıldı.