İçinde ‘kriz’ veya ‘döviz’ ya da ‘ekonomi’ gibi, kelimeler geçen cümleleri ne yazmak istiyorum, ne de işitmek. İyisi mi başka konuları düşünmeye çalışayım bugünlerde. Bunların da ille neşeli, sevinçli konular olması gerekmiyor ve olacağını sanmıyorum; ama hiç değilse başka konudur.
‘Başka konu’ deyince de birden aklıma Narmanlı Yurdu geldi. Bir zaman önce basında ‘yıkılacak’ diye haberler okumuş, ama ciddiye almamıştım. “Yok artık. Bu kadarı olamaz,” dediğim için. Ama şu -‘kriz’ demeyecektik… Şu şeyin olabildiği Türkiye’de herhangi bir bina niye yıkılmasın?
Sonra geçenlerde bu konularla ilgilenen bir dostumu gördüm. O da söylentilerin ciddi, dolayısıyla binanın muhtemelen gidici olduğunu söyledi.
İstanbul’da çok sık karşılaştığımız bir durumda. Bildiğiniz bir bina, günün birinde ansızın yok olur gider. Yerinde olmadık bir şey yükselir. Ama bugünlere yaklaşırken, bu alanda bazı önemli değişiklikler olmuştu. Tarihi çevreye ilgi duyan ve değer veren insanların sayısı artmış, sayı artınca sesleri de daha fazla duyulur olmuştu. Örneğin Haldun Taner’in eski Markiz’i korumak için başlattığı kampanya bunun ilk ve önemli bir örneğiydi.
Beyoğlu, önüne gelenin eski bina alıp, serbestçe yıkıp yerine bir ucube dikebildiği bir yer olmaktan -nihayet- çıkmaya başlamıştı. Narmanlı Yurdu’nun kendisi, bildiğim kadar ‘ikinci sınıf tarihi eser’ kategorisindeydi; dolayısıyla korunması gerekiyordu. Zaten bunları düşündüğüm için ilk gözüme ilişen haberleri ciddiye almamış ve telaşlanmamıştım. Ama geçen gün dostumun söylediklerinden sonra içim rahat değil. ‘Burası Türkiye, her şey mümkündür’ felsefesi kuvvetli, inandırıcı bir felsefe. Bunun böyle olmadığını iddia edebilir misiniz?
Tünel’de, İsveç Konsolosluğu’nun tam karşısında olan bu bina, Rusya Elçiliği olarak yapılmıştı. Daha sonra, İtalyan kökenli İsviçreli mimar Fossati kardeşler, Rus Çarı’nın ısmarladığı elçilik binasını (şimdiki konsolosluk) inşa edince eskisi de konsolosluk haline geldi. Hem Rusya’daki komünist rejimin, hem de Türkiye’deki mütareke döneminin kargaşalığı arasında, aslında eski rejime bağlı gayriresmi bir konsolosluk gibi çalıştı. O yıllarda birçok Beyaz Rus mülteci aile de bu binada barındı. İstanbul’daki Beyaz Rus nüfusun bu binayla ilişkisi epey zaman devam etti. Ama bina (Sovyet rejimi oturduktan sonra) Narmanlı kardeşlere satıldı ve özel mülk oldu.
Yeni Rus Elçiliği, Petersburg’un genel karakterine de uyacak biçimde, İtalyan tarzındadır. Narmanlı Yurdu, gene bir erken 19. yüzyıl yapısı olmakla birlikte, eski Rus mimari tarzını daha çok yansıtır: cephesindeki, duvara gömük kalın sütunları, duvarlarının yarattığı o masiflik izlenimiyle.
Avlunun içindeki çinilerin ne zaman konduğunu bilmiyorum. Bu konuda bir yazıya da rastlamadım. Rusların resmi binalarını bu şekilde süslemeyi düşünmeleri epey zayıf bir ihtimal olduğuna göre, bunun Narmanlı kardeşler zamanından bir ekleme olması daha akla yakın.
Narmanlı Yurdu, doğrudan doğruya bizim kültür tarihimizle ilişkileri bakımından da titizlikle korunması gereken bir bina. Burada Ahmet Hamdi Tanpınar uzun süre yaşamıştır. Bedri Rahmi’nin burada atölyesi vardı. Aliye Berger de bu binada hem yaşadı, hem de atölyesini kurdu. Türkiye’de yayımlanan gazetelerin en eskisi olan ‘Jamanak’ın ofisi de yıllardır buradaydı- şimdi taşındı mı, bilemiyorum.
Beyaz Rus mültecilerden sonra, şu sıralarda Beyoğlu’nun kedi mültecileri oldukça kalabalık bir biçimde binanın avlusunda yaşıyorlar. Onlara orada bakan biri var belli ki, ama kim olduğunu bilmiyorum.
Bazı arkadaşlarla, bu avluda yazları bir açık hava kahvesinin ne kadar iyi olacağını konuşurduk. Bu olamadı tabii, şimdi binanın yıkılmaması gerektiğini konuşuyoruz
Yorumlar kapatıldı.