Cinsellik… O, bu kelimeyi ilk duyduğunda ilkokul sıralarındaydı. Boyunun uzamasına, gelişmesine dikkat ediyordu. Okulda bitkilerin nasıl büyüdüklerini öğreniyor, kurbağaların kesitlerini inceliyordu. O, kendisinin nasıl meydana geldiğini merak etti. Sordu, sordu,… Ya cevap alamadı ya da geçiştirildi. Aldığı cevaplardan bir ilgi kuramıyordu. Dünyaya gelmesinde leylekler nasıl pay sahibiydi? Onaltısına geldiğinde nasıl dünyaya geldiğini biliyordu, ama cinsellik hakkında bir sürü yalan yanlış şey öğrenmişti.Tek kaynağı ya ucuz dergilerdi ya da arkadaşları. Erkek olmasa belki bunları da öğrenemeyecekti.
Bilgisizliğin ona yaşattıklarının farkında değildi. Sapkınlıkları, korkuları, utanışları vardı. Bir gün arkadaşları onu , küçük, kötü kokan bir odada yirmi yaş büyük bir kadınla yalnız bıraktı. Onun için cinsellik hayvankilerden pek de farklı değildi.Bir ihtiyaçtı o kadar.
Yirmibeşine geldiğinde bir gün gribe yakalandığını sandı. Doktor ona hiç tanımadığı, sadece duyduğu bir hastalıktan söz etti: EIDS mi? AIDS mi? Çok korktu. Tek sırdaşı arkadaşlarına koştu. Bu defa onlar da kaçtı. Dışlandı. Kimse onu anlamadı. O da anlamamıştı zaten. Yirmiyedisinde tek başına, boş bir odada öldü. Cesedi beş metre derinliğe, kireçle kaplı bir çukura gömüldü. O ne ilkti ne de son.
Cinsellik bir tabu. Tabuları konuşamayız, tartışamayız. Bunun için tabudurlar. Bazı şeyleri konuşmayarak, konuşturmayarak patlamaya hazır bombalara çeviririz farkında olmadan. Televizyonlarda sevişme sahnelerini karartırken, şiddet dolu kan kokan filmleri hep beraber keyifle izleriz.
İnsanı hayvanlardan ayıran temel özellik düşünebilme yeteneğidir. Düşüncelerini sözlü veya yazılı olarak da hayata geçirir. Hayata geçiremezse ne olur? Bir sürü tartışılmaz şeyler yaratırız. Ve zaman içinde yaratıklarımızın altında eziliriz. Söylemediklerimiz bizi sıkıştırır, söyleyemediklerimizin yerine söyleyebildiklerimizle kendimize yabancılaşırız. Sonunda kendine yabancı insanlardan oluşmuş bir toplum ortaya çıkar. Böylesi bir toplumda her türlü mikroba, pisliğe, çamura yer vardır.Her bir birey birer HIV (AIDS’e neden olan virüs) virüsüne dönüşmüştür. Her şekilde her ortama girebilir. Toplum yavaş yavaş ölür.
AIDS hastalığının kesin bir tedavisi yok. Er ya da geç bedenleri yenilgiye uğratıyor. Bu satırları okuduğunuz şu anda, dünyanın dört bir yanında bilimadamları çalışmalarını sürdürüyor. Elbet bir gün gelecek ve bu hastalığın da çaresi bulunacak. Peki ya toplumsal hastalığımız ne olacak.
Onun tedavisi elimizin altında: Sadece insan doğasının önünde saygıyla eğilmek. Kilitlenmiş beyinleri açmak (düşünmek), bağlanmış dilleri çözmek (konuşmak) ve bu ikiliye gülümsemek (hoşgörü). Bunların gerçekleştiği bir noktada ışıklar sönmemek üzere yanacaktır. Tartışılamayacak, üzerinde konuşulamayacak hiçbir şey yoktur. Çünkü hiçbir şey göründüğü kadar sağlam değildir. Ufak bir su sızıntısı koskocaman bir dağa yeri öptürebilir.
Yorumlar kapatıldı.